AHİRİ ZAMAN VE ŞAM OLAYI!?

Evet sevgili okurlar!..

Bugünkü sohbetimiz, pek tabi ki, “Suriye’deki” gelişmelerle ilgili olacak.. Çünkü, Alem-i İslam’ın başına gelip-geçecek çok önemli, hadiseleri de, bünyesinde taşımaktadır..

Olayların silsilesi;  yarınlara dair “müjdeleyici” bir kimlik taşımaktadır...

 İki yazı öncesi, ifade etmeye çalışmıştık..

Hz. İsa Şam’a inecek.. Hz. Mehdi’yle birleşecek...

Ve tüm güçleriyle “küfür sistemlerini” temsil eden “Deccaliyet” karanlığıyla, mücadele edecek...

Bu günkü sohbetimizi bu minval üzerine, daha açıklayıcı bir detayla, mevzuyu genişletmek istiyorum..

Çünkü, Hz. İsa ve Hz. Mehdi’yle ilgili, yıllar yılıdır “çok konuşuluyor, tartışılıyor” ama kimse, net bir fikri beyan ortaya koymuyor...

İşte bu noktada, biz bugünkü sohbetimizde, çağın Allamesi Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin, bu mevzu üzerindeki beyanlarını rehber edinip, yola koyulalım...

Üstat Mektubat isimli eserinin 15. Mektubunun sonlarına doğru, bu mevzuyu konu etmektedir...

Soru cevap mahiyetli anlatıyor..

***

Sevgili okurlar..

Elbette ki Şam, yani Suriye olayı sıradan bir hadise değildir.

Yıllardan beri Esed rejiminin karanlık bir gece gibi Suriye’nin başına çöktüğünü hepimiz biliyoruz…

Suriye halkının nefesini kesmiş, canını almış, halkını tarumar etmiş bir lider Esed..

Kendini "ilah" olarak hep göstermiştir…

Etrafındaki bazı yalaka çevreleri de, hep himaye etmiştir…

Kendini onların oluşturduğu "kalkanlarla" korumuştur..

Ama, Suriye halkına, yani kendi yönetimindeki insanlara mutlak bir zındıka ve küfür karanlığını dayatmıştır…

Jakoben bir anlayışla yediden yetmişe kadar halkını; "köle misali" yönetmiştir…

Onları, ezmiştir, biçmiştir, kadın demeden, çocuk demeden, yaşlı demeden ama herkesi ezip geçmiştir.

Hem de tank paletlerinin "arasına" sıkıştırarak bunu yapmıştır…

Bu Esed baba ve oğuldan kalan "Kirli rejimle" Suriye yönetimini hep ellerinde tutmuşlardır…

Ve bugün; Esed, Suriye halkları "büyük bir" çıkmazın içerisinde…

Bu musibet, netice itibariyle bize göre beklenen karşılığını bulmuştur, bulacaktır..

Bu itibarla Dünya ne yaparsa yapsın, Amerika ne kadar terör odaklarını korursa korusun…

PKK, PYD, YPG ve DEAŞ gibi; "örgütlerin" eline silah verip, bölgeyi kan gölüne çevirirse çevirsin; illa ki hak tecelli edecektir..

Çünkü, tarih buna şahittir…

Nitekim 800 yıl önce Moğol Türklerinin Asya insanlarına karşı acımasızca yapmış olduğu katliamlar sonucunda dökülen o masum insanların kanı, hem Cengiz’i hem oğlu olan Hilago’yu son derece etkisiz bırakmıştır..

Nihayet Selçukluların İslam’a girişleriyle Moğol Türkleri de artık tarihten silinmiştir ve İslam'a dahil olmuşlardır..

O günkü İslam dünyasını kurtaran o İslam kahramanlarının haykırışları, küfür ve zındıka cereyanlarını Selçukluların eliyle darmadağın ederek Asya ve Afrika’ya kadar uzanan İslam hükümranlığı, söz sahibi oldu..

Ki Osmanlı’ya kadar da sirayet etti…

Ne yazık ki, "yorulan ve içine sızan şer yapılar" Osmanlı'yı 624'üncü yılında, çökerttiler..

Zındıka ve nifak unsurlarıyla başa çıkamadı…

Netice itibariyle 1909’da 31 Mart Vakıası sonucunda Abdülhamit tahttan indirildi…

Satılmış piyon beceriksiz İttihat ve Terakki Partisi’nin komutanları devleti ele geçirdi…

Ve kısa zaman sonrası; Osmanlı diye bir hakimiyet, kalmadı..

Denir ya; gidiş o gidiş bir daha da dönmedi?

Baskı rejimleri, totaliter ve jakoben anlayışlar hükümran oldu..

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar, gerek Türkiye’de olsun, gerek diğer İslam ülkelerinde olsun "çok büyük" savaşlar yaşandı, kan kayıpları oluştu…

Irkçılıktan, İnanç'a, Dil'den renge kadar; "oluşturulan" fitne unsurlarıyla, bir İslam "ümmeti" tabiri caizse; terörün, şiddetin, kan ve gözyaşının  "batağı" haline getirdiler..

Öyle ki, "kardeş kardeşi" vurdu..

Öldüren de Allah'ü Ekber dedi, ölen de!..

Ne hazindir ki; İslam coğrafyasında hala da masum insanların kanı dökülüyor…

***

İşte karşı karşıya olduğumuz bu karanlık tablo!.. Ve Türkiye'nin Suriye'ye yönelik başlattığı "Barış Pınarı Harekatı'nın" derin maneviyatını "yan yana koyduğumuzda, yarınlar için müjdeleyici ışığın doğabileceğini, gösteriyor..

Yani, Hz. İsa'nın Şam'a inişi ve Hz. Mehdi ile birleşeceği; mucizesi!…

Hiç kuşkusuz ki, yüce İslam Peygamberi (S.A.V.)’in kıyamete yakın olabilecek müjdelediği sevindirici hadisleri vardır…

Ki o hadislerin başını çeken de Hz. İsa’nın Şam’a inmesi… Hz Mehdi’yle birleşip Deccaliyet karanlığını "yok edecek" hadisesi…

İşte bu noktada, Ustad Bediüzzaman Hazretleri "soru ve cevap" mahiyetiyle, "mucizeyi" bize aktarmaktadır…

***

Şöyle ki:

“DÖRDÜNCÜ SUALİNİZİN MEÂLİ: Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm Deccalı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki, rivayetlerde gelmiştir ki, “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.” Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?...

***

Elcevap: Hadîs-i sahihte rivayet edilen, “Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın geleceğini ve şeriat-i İslâmiye ile amel edeceğini, Deccalı öldüreceğini” imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar (uzak görüyorlar). Onun hakikati izah edilse, hiç istib’ad yeri kalmaz.

Şöyle ki:

O hadîsin ve Süfyan ve Mehdî hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mânâ budur ki: Âhirzamanda, dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak..

BİRİSİ: Nifak perdesi altında risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr edecek, Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı, Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan ehl-i velâyet ve ehl-i kemâlin başına geçecek, Âl-i Beytten Muhammed Mehdî isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyanın şahs-ı mânevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İKİNCİ CEREYAN İSE: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüt eden bir cereyan-ı nemrudâne, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, Ulûhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.

***

Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zâbitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşî bir adam, herkese, her askere bir nevi padişahlık ve bir gûnâ hâkimiyet verir.  Öyle de, Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet verir.

Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hâdisâtı nev’inden müthiş harikalara mazhar olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbârâne surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip ulûhiyetini ilân eder.

***

Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dâvâ etmesi ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir.

Ve Kur’ân’a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir.

Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.

Evet, her vakit semâvâttan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’ eden (Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl,..”

Hz. İsa’yla Hz. Mehdi’yi göndermez mi?

Ümitvar olunuz ki gönderilecektir...

En derin saygı ve sevgilerimle…