ARAKAN ESARETİ ÜZERİNE DÜNYANIN ZULMÜ! (II)

 

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de ifade ettiğimiz gibi; bugün Myanmar’ın Arakan eyaletinde yaşanmakta olan "Budist mezalimi" artık tüm dünyanın dikkatini çekmektedir.

Orada bulunan insanların hiç bir suçu yok.

Eğer bir suçları varsa; O'da İslam’a inanmalarıdır.

Yani Müslüman olmalarıdır.

Tek suçları bu!

Ki bu suç olamaz ve sayılamaz.

Onlar, Hz. Muhammed (S.A.V)’e intisap eden bir ümmetin evlat ve torunlarıdır.

Var olan tek bir suç vardır…

O da, Arakan Müslümanlarına yönelik işlenen "insanlık suçudur…"

Bile bile, alenice bir "İslam soykırımı" yapılmaktadır…

Ki bu da sözde çağdaş medeniyet seviyesine tırmanmak isteyen dünya keferetül fecerelerinin müştereken ve müteselsilen yapmış olduğu bir mezalimdir…

Ve insanlık suçudur.

Yaşatılan bu mezalim ve vahşet bugünkü dünyamız adına çağdaş medeniyet dünyası dedikleri karanlığın; yüz karasıdır…

Aşağılık bir ruh halinden öte bir vahşet değildir.

***

Muhterem Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan…

Önceki gün, Hakkâri’nin Çukurca ilçesinde şehit olan sözleşmeli er Halil İbrahim Gürel’in son yolculuğuna uğurlandığı cenaze töreninde idi.

Tören sonrası, Sayın Erdoğan Çatalca AK Parti İlçe Teşkilat binasın önünde toplanan halka hitap etti.

Burada şu hakikatin altını çizerek, Dünya'ya seslendi.

“İnsanlık Myanmar katliamına sessiz kaldı.

Biz sadece Rabbimizin huzurunda eğiliriz.

Hiçbir beşeri gücün önünde eğilmedik.

Myanmar sorununu da BM’de gündeme getireceğiz…”

Allah’a sonsuz şükürler olsun ki; bugün tüm İslam dünyasının "sesi olma" mücadelesi veren bir lider vardır.

Ki İslam dünyasının en büyük beklentisi de Sayın Erdoğan’ın varlığıdır.

İnanıyoruz ki...

Bu varlık, ümmete sembolize edilmiş ilahi bir güçtür.

Bu imanla, bu inançla tüm dünyaya seslenmektedir.

Bu yürek, bu cesaret sayesinde elbette ki; Allah onu koruyacaktır.

Onun sayebanlığıyla ümmeti de, İslam ülkelerini de korumakta olduğu inancındayız.

***

Hiç kuşkusuz ki…

Müslümanlar…

Bugünkü yüzeysel bir inançla değil…

Makyajlı, Müslümanlıkla değil…

Rant ve çıkara dayalı bir inançla değil…

Kur’an gölgesinde yaşayan Müslüman olma vasfını taşımak şartıyla, ancak zafere ulaşabilir.

Bu inanç ve yaşam felsefesi olmazsa, hiç kimse boşuna çaba göstermesin.

Ki İslam tarih buna şahittir.

Hatta tüm dünya tarihi buna şahittir.

Bu nedenle yüce kitabımız “Ali İmran” suresinin 85. Ayetinde mealen şöyle diyor;

“Kim, İslâm'dan başka bir din arzulayıp ararsa, ondan asla kabul edilmeyecektir. Âhirette de o, zarara uğrayanlardandır.”

***

Evet, sevgili can dostlar.

Bu ayet, İslam’ın dışındaki dinlerin hiçbir şekilde kabul görmeyeceğini çok açık ve net bir şekilde bize ifade etmektedir.

İlahi ya da, beşeri…

Hangi din olursa olsun…

İslam’ın tebliğinden sonra, Hz. Muhammed (S.A.V)’in peygamberliği ve ona gönderilen Kur’anın hak olduğu kabul edilmedikçe insanlığın cennete gitmesi mümkün olmayacaktır.

Bu surenin 84. Ayetinden 88. Ayete kadar bakıldığında bu tezi doğrulayan ilahi hükümler silsilesi görülecektir.

Bu paralelde yine aynı surenin 103. Ayet-i celilesi bize aynen şöyle hitap ediyor;

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a/Kur'an'a) sımsıkı tutunun (hayatınızı ona göre düzenleyin) ve (İslam'la çelişen davranışlarınızla gruplara ayrılarak) birbirinizden kopmayın! Allah'ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini düşünün ki, cahiliyet devrinde birbirinize düşmanlar iken o, sizin kalpleriniz arasında ülfet (yakınlık) meydana getirdi de onun nimeti sayesinde din kardeşleri oldunuz. Hem siz ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da oraya düşmekten sizi (İslam ile) O kurtardı. İşte Allah size ayetlerini böylece açıklıyor ki, doğru yola eresiniz.”

Ayette geçen “Hep birlikte” ifadesi kolektif şuurla yaşamanın gerekliliğine bir işarettir.

Allah (C.C)’ın rızasını kazanma sath-ı mailinde herkes tek bir vücut olmalı…

Yürekler hep aynı gaye için birlikte atmalıdır.

“Nur” suresinin 31. Ayetinde ifade edildiği gibi;

“Hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”…

Ayet, özellikle milletlerin toplu bir şekilde tövbe ettiğinde, hak yoluna geldiklerinde, kurtuluşa erişebileceğini vurgulamaktadır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten bundan başka da ister Myanmar olsun, ister Arakan olsun, ister Filistin olsun, ister Cezayir, ister Mısır, her nerede olursa olsun…

Yegâne kurtuluş çaresi; yekvücut olarak birlikteliğimizdir, beraberliğimizdir.

Kişisel rant, vurgun, menfaat ön planda değil, arka plana atmak gerekir.

Bununla birlikte kurtuluşu buluruz.

Yoksa ikide bir küfür dünyasının İslam’ın üzerine gerçekleştirdiği şiddetine karşı dövünmek, ağlamak ve sızlamakla inanın hiçbir yere varamayız.

Bilakis, yerimizde sayarız.

Zulmün, zalimliğin, iğrençliğin, vahşetin her türlüsüne maruz kalırız…

Onun için İslam birlikteliğini gerçekçiliğe dökmek lazım, fiiliyata sokmak lazım, çağdaş teknolojiye yönelmek lazım.

***

İşte bu minvalde...

Eğer bugün Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan…

Sadece Türkiye’deki vatandaşlarına değil…

Tüm İslam dünyasının vatandaşlığını, kardeşliğini kabul ederek, ona sayeban olmak istiyorsa gerçekten kendisiyle gurur duymalıyız.

Teşekkür etmeliyiz…

Canla, başla kendisini desteklemeliyiz ve etrafında kenetlenmeliyiz.

Zira onun davası, bize göre apayrı bir davadır.

Ama ne yazık ki Türkiye’nin mülevves (kirli) siyaseti, Sayın Erdoğan’ı yıpratma çabası içerisindedir.

Zira etrafında onu dinleyen yakın bir çevre bile, görüyoruz ki, "dünya menfaati" için zamanı gelip, sırt çeviriyor.

Demek bu işin içinde bir rant varlığı söz konusudur.

Yoksa Cumhuriyet tarihimizde gelip giden siyasi liderler arasında kim olursa olsun, ister sağ, ister sol, isterse inanmamış insanlar olsun…

Erdoğan’ın göstermiş olduğu mahareti ve cesareti kimse gösterememiştir.

Taşıyamamıştır.

Erdoğan’ın istediği tek bir hakikat var, ulaşmak istediği tek bir hedef var…

O da İslam birliği ve kardeşliğidir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bunu teyiden Bediüzzaman Hazretlerinin bir iki önemli ifadesi var…

Burada sizinle paylaşmadan geçmek istemiyoruz.

O büyük Üstat Bediüzzaman, 110 sene evvel Şam’daki Cami-ül Emevi’de bir hutbe irat ederken tüm İslam dünyasına o gün şöyle seslenmişti…

Ve demişti ki;

“Evet, millet-i İslamiye’nin sebeb-i saadeti; yalnız ve yalnız İslam hakikatlerinin yaşatılmasıyla olabilir.

Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyevisi ise ancak şeriat-ı İslamiye ile olabilir.

Yoksa adalet mahvolur, yok olup giderken toplumsal emniyet ve güven de zehr u zeber olur.

Ahlaksızlık, pis hasletler, toplumun başına galebe çalar, iş yalancıların, dalkavukların elinde kalır.”

Devamı yarın.

En derin saygı sevgilerimle...