ATATÜRK TÜRKİYE’SİNDE İSLAM DURUŞU! (II)

Evet, sevgili okurlar.

“Gülhane Hatt-ı Hümayunu” uzantısı II. Meşrutiyetten sonra tahttan indirilen Sultan Abdülhamid Han’ın yerine kavramları çaprazlama millete yutturan o ekibin uzantısı olan İttihatçılar başa geçti.

Bu ittihatçıların fikir babaları Yahudi kökenli Selanik dönmesi Emanuel Karasu, Fransa’da okuyup diploma alan Namık Kemal ile Ziya Gökalp’tır.

Bu her ikisi de jön Türklük ve ırkçılığın ana ve babalarıdır.

II. Meşrutiyet döneminde basın hayatındaki gazete ve dergiler büyük artış gösterdi ve kamuoyunun oluşmasında son derece önemli bir etki yaptı.

Bu yayınların fikir ve siyaset alanındaki katkılarıyla, düşünce hayatında görülmemiş bir canlılık görüldü.

Bu yeni akımlar, eski siyaset gelenekleri yanında başlıca şu konular üzerinde özetlenebildiler.

Evet, başta söylediğimiz gibi bu düşünceleri berrak ve kurtarıcı olarak gösteren adı geçen bu üç şahıs, tamamıyla Fransa ve İngiltere’nin direktif ve talimatlarıyla bu hareketi gerçekleştirdiler.

***

BİR…-Hilafet hareketi, şeriatçılık...

Sultan Abdülhamid halife sıfatını iç ve dış politikalarında öne almış ve büyük devletlere karşı politikasında halife sıfatına ciddi şekilde öncelik vermiştir.

İngiliz sömürgesi Hindistan’da İngiliz emperyalizmine karşı hilafet hareketi, Afrika’da ve Orta Asya’da İslamiyet’in yayılışı için gösterilen çabalar bu arada zikredilebilir.

İslamcılık akımı deyimi yanlış yorumlara yol açabilir.

Bunu şeriatçılık, yani devlet iradesinde şeriata öncelik vermek şeklinde anlamak daha doğru görünmektedir.

Bazı yorumcular, şeriatçılığın II. Meşrutiyet döneminde en etkin hareket olduğunu ileri sürmüşlerdir.

T.Z Tunaya’ya göre Meşrutiyet devrinde garpçılık, Türkçülük, adem-i merkeziyetçilik ve sosyalizm gibi ideolojik siyasi fikir hareketleri ortaya çıkmıştır.

İslamcılık, yani şeriatçılık her çeşit idari ve siyasi kararın İslam esaslarına göre tespiti ,Tunaya’ya göre II. Meşrutiyet devrinde önemle yerini korumuştur.

Zira şeriatçılık, ülkede büyük kitlelere hitap etmekteydi...

Kuşkusuz Osmanlı padişahının halife sıfatı İslamcı akım bakımından öncelik taşıyan bir niteliktir.

Sultan II. Abdülhamid döneminde şeriatçılık devlet iradesine damgasını vurmuştur.

II. Meşrutiyet döneminde de şeriatçılık önemini kaybetmemiştir.

Meşrutiyet hükümetlerinde bir şeyhülislam daima üye olarak hazır bulunuyordu.

Bab-ı meşihat şeyhülislamlık makamı, yalnız idareye ait beyannameler yayınlamakla kalmıyor, cihad-ı ekber ilan ediyor, padişahı tahttan indirmek için fetva verebiliyordu.

Siyaset alanında birçok devlet adamı, şeriatçı akımı temsil etmekteydi.

İttihat ve Terakki hükümeti, siyasetinde şeriatçılık ihmal edilmedi.

Müslüman halkı, dini inançlara göre yönetiliyordu..

Camilerde halkın din duygularını uyandıran vaazlar vermekteydi.

Öbür taraftan II. Meşrutiyet süresince şeriatçılık önemli siyasi hareketlere yol açtı..

En önemlisi; 31 Mart “İrtica” hareketidir.

Tunaya’ya göre bu hareket “Hürriyet rejimine aksülamel” ifade etmekteydi.

31 Mart hareketi geçici de olsa Meşrutiyet rejimini “derin bir tehlike karşısında” bırakmıştır.

Öte yandan siyasi partiler şeriatçılıktan faydalanma yoluna gitmişlerdir.

Bazı önemli siyasi kararlar şeyhülislamın fetvalarıyla desteklenmiştir.

İslamcıların bu dönemde geniş bir yayın faaliyeti gösterdiğine tanık oluyoruz.

Bu fikir hareketlerini temsil eden gazetelerin başında “Sırat-i Müstakim ve Sebilü’r-Reşâd” geliyordu (Mehmed Akif Ersoy, Sebilü’r-Reşad’ın sahibi Eşref Edib Bey’in yakın dostuydu.)

Bu dönemde şeriatçılık akımını temsil eden pek çok kitap ve risale basılmıştır.

Meşrutiyet döneminde kurulan Darülfünûn’da (üniversite) İslamcıların kürsüleri ve dergileri vardı.

Dünyadaki tüm Müslümanlar üzerinde “velayet-i amme” sahibi halifenin, Osmanlı sultanının kişiliğinde temsil edilmesi devletin teokratik yapısını göstermekteydi.

Kanun-i Esasi’de (Anayasa’da) “Devletin dini, din-i İslam’dır” maddesi bunu ifade etmektedir.

Dolayısıyla şeriatçılığın, Osmanlı hanedanı devam ettikçe devlet politikasında önde gelen yerini alması doğaldır.

Anadolu’da Kuva-yi Milliye ile Türk milleti uyandığı ve Mustafa Kemal gibi bir liderin öncülüğü ile milli devleti kurduğu zaman İstanbul’da Osmanlı Devlet-i Aliyye’sini halife sultan temsil ediyordu.

Hilafetin kaldırılması ile (1924) Türk tarihinin bir dönemi son bulmuştur.

* * *

İşte, bakınız sevgili can dostlar.

Yakın tarihimiz, yani 31 Mart 1909’dan 1924’e kadar…

Osmanlı sürecini sona erdiren yanlış ve çarpık yalaka yazar-çizerler ile talimatları Fransa ve İngiltere’den alan Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Emanuel Karasu gibi satılmış sözde şair ve yazarlar, 31 Mart Hadisesini “Şeriatçılar ve Abdülhamid yaptırmış” gibi göstererek, gerçek tarihimize tam bir kara leke olarak yapıştırmışlardır.

Oysaki 31 Mart Hadisesinin vukuu tıpkı 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü gibi oluşturulmuş ve hem de türlü kirli bahanelerle oluşturulmuş, meşru bir hükümeti, Cumhurbaşkanını, anayasayı ortadan kaldırma olayının bir benzeridir.

Uzaktan yakından Sultan Abdülhamid veyahut gerçek şeriatçılar bu işin içinde yoktular.

Hhukukçu Tarık Zafer Tunaya’nın düşündüğü gibi Sultan Abdülhamid, 31 Mart Hadisesinin arkasında değildir.

Tam tersine Sultan Abdülhamid’e yönelik İttihat Terakki Cemiyetinin eseriydi ve komplo teorileriydi.

Selanik’te ‘Harekat Ordusu” yürüterek “Şeriatı isterik” sloganı ayrı bir yama yapıştırmasıydı.

Bunun canlı şahidi Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin 1909’daki örfi idare askeri mahkemesi heyeti huzurunda verdiği ifadedir.

Mahkeme reisi Hurşit Paşa diyor ki;

“Sen de bu asılan gibi şeriatı istemiş misin?”

Bediüzzaman cevap olarak diyor ki;

“Ben şeriat-ı muhammedinin tek bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım.

Ama bu asılanlar gibi değil.

Bunlar gerçek şeriatçı değil.

Kandırılmış, aldatılmış bir piyon hareketinin temsilcileridir.

İslam’a karşı ve devlete karşı hazırlanan kasıtlı komplo teorilerinin elemanlarıdır.”

Mahkeme reisi Hurşit Paşa yine soruyor;

“Sen İttihad-ı Muhammedinin dahilinde misin?”

Bediüzzaman Hazretleri şöyle cevap veriyor;

“Evet, iftiharla söyleyeyim ki İttihad-ı Muhammedinin en küçük efratlarındanım ben.”

Hurşit Paşa gibi bir örfi idare mahkemesi başkanı karşısında böylesine ifadeler kullanan Bediüzzaman “beraat” ediyor.

Ama olan olmuş, iş kökünden tezgâhlanmış ve İttihat Terakki Cemiyeti tarafından Osmanlının yıkılışı için, Sultan Abdülhamidin tahttan indirilmesi için ve İngilizlerin gelip İstanbul’u işgal etmesi için hazırlanan bir komplo teorisinin sonucunda Devlet-i Aliyye’yi Osmaniye yıkılmış ve 1924’te aynı uzantı paralelinde Hilafet ilga edilmiştir.

Bunun objektif yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.