Görüş Bildir

BATI UYGARLIĞI HAYRANLIĞI!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Günümüzdeki oluşumlar dahil olmak üzere 19. ve 20. yüzyıldaki Türkiye’nin “Batı uygarlığı hayranlığı” adı altında içten vurulduğunu kimse inkâr edemez. 

Batılılaşma hayranlığı ile batı kültür ve medeniyetini Müslüman olan bu memleketin inançlı insanlarına enjekte edip, dini ve kültürel mirasından mahrum bırakmak ve yozlaştırılmış bir gençliği mevcut eğitim sistemiyle yetiştirme hareketiyle ilgili düşüncelerimizi dünkü sohbetimizde paylaşmıştık.

Bugün de aynı tarzda, daha önemli bazı konuları ilave ederek yazımıza devam edeceğiz. 

Bilindiği üzere, her yerde ve her alanda resmi dilin kullandığı kavram, “Milli” kavramıdır ve “Batı uygarlığı hayranlığıdır”.

Aslında hiç de “Milli” olmayan mahallerin başına “Milli” kelimesini eklemek neye benzer biliyor musunuz?

Zulmün ve zalimin ayıbını örtmek için, adalet külahını giydirmeye benzer.

Zira onunla örtülmezse zaten açıkça kendini ele verir.

Yıllardan beri, yani 19. ve 20. yüzyıl içerisinde Türkiye’nin başına gelen bundan ibarettir.

Kirlilikler, güzel şeylerle örtülmüş.

Mezalim, adalet kisvesiyle örtülmüş.

“Milli” olmayan “Milli” kelimesinin eklenmesiyle örtülmüş.

Böylece memleket bu raddeye kadar sürüklene sürüklene gelmiştir.

Teknolojiye bakıyorsun, sıfır.

Hani batı uygarlığından faydalanacaktık?

Batı ve ABD’nin, Japonya’nın teknolojisinin kaçta kaçını almışız?

Ve teknolojik dünyanın neresindeyiz?

Hani milli sanayimiz nerede?

Ya bir de çağdaş batılılaşma uygarlığı paralelindeki ekonomimizin neresindeyiz?

Milli para olarak kullandığımız Türk Lirası, her gün biraz daha dolar ve euro karşısında çul olup gitmeye mahkûm durumda.

Faiz, başını almış gidiyor.

Kur farkı olmasın diye faiz müesseseleri olan bankalar nerdeyse tefeciliğin dik alasında.

Başkan Recep Tayyip Erdoğan, ne kadar iyi niyet besliyorsa beslesin, ne kadar “faizleri düşürün” diye haykırarak söylüyorsa söylesin…

Merkez Bankası hiç de umursamıyor.

Oysaki Erdoğan’ın sesi, halkın sesidir.

Gerçekten milli bir sestir.

Ama kime anlatırsın?

Faizcilik sistemi, sermaye varlığını kökten götürüyor.

Yatırımcıyı boğuyor, ele ayağa düşürüyor.

Kolu kanadı kırılıyor, hiç yerinden kıpırdayamıyor.

İstihdam sıfıra iniyor.

Ama bunun böyle olmaması gerekir.

Zira Kur’anın hükmü var.

“Bakara” suresinin 275 ve 276. ayetleri açık ve net olarak insanlığa ilahi bir mesajla haykırmaktadır.

Evet, 275. ayetin yüce anlamı şöyle;

“Faiz yiyenler mahşerde (kabirlerinden) ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkar.

Bu, onların: “Alışveriş de zaten faiz gibidir” demelerindendir.

Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.

Bu nedenle, kim Rabbinin öğüdünü dinler ve hemen (faizden) vazgeçerse, evvelki kazançlarını koruyabilir ve onun hakkında karar vermek artık Allah'a kalır.

Kim de tekrar (faize) geri dönerse, işte onlar ateş ehlidirler ve orada ebedi olarak kalacaklardır.”

276. ayet ise mealen şöyledir;

“Allah, faizli kazançları bereketten mahrum eder, sadakası verilen malları da artırır (bereketlendirir). Allah günahta (haramda) ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.”

Evet, günü gelince gereken tokadı da atar.

Ki meşhur atasözü vardır.

“Sille-i hudanın sesi yoktur

Bir vurdu mu da devası yoktur”

İşte faiz müesseseleri Türkiye’de var olduğu müddetçe kur da yükselir, ABD de ikide bir tehdit eder.

“Siz FETÖ’nün yandaşlarını veyahut ajan ve piyon durumundaki papazımızı cezaevinden çıkarmazsanız, size yeni yaptırımlar uygulayacağız” diyerek üzerimize tehdit savurmaya da devam eder.

* * *

İşte, sevgili dostlar.

Batı uygarlığı hayranlığının sonucu budur.

Fatura ağır ve giderek de ağırlaşacağa benziyor.

Korkarız ki git gide Türk Lirası diye bir şey kalmayacak, Liramızın üzerindeki Atatürk resmi de kalkacak endişesini taşıyoruz (!)

Yabancı para karşısında Türk Lirası değerini yitirirse, ABD doları ve AB Eurosuyla baş başa kalırız.

Ondan sonra git derdini Marko Paşa’ya anlat.

Uzun ömürlü yaşayan Osmanlı İmparatorluğunun temelinde faizcilik yoktu.

Daima teknolojiye yönelik yatırımlar vardı.

Zamanla ve çağdaşlıkla yarışıyordu.

O güne kadar yeryüzündeki rakiplere karşı hep meydan okumuş uzun ömürlü bir devletti.

Unutmayalım ki Osmanlıdan başka yeryüzünde bu kadar uzun ömürlü yaşayan bir devlet yoktur ve zannediyorum olamaz da.

Zira Osmanlı İmparatorluğu İslam’la kalkıp oturuyordu.

Ufak tefek hata ve yanlışlar olmuşsa da kamuoyunun hâkimiyeti söz konusu olmuş ve galebe çalmıştır.

Bizim bildiklerimiz bu kadar.

Yanlışımız varsa, sürçü kalem ettiysek affoluna!

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 3262 kere okunmuştur.