BİNA, ZİNA VE RİBA…

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği gibi başta Türkiye’miz dahil olmak üzere tüm İslam dünyası ne yazık ki garblılaşmaya doğru yüz tutmuş gidiyor.

Batılaşalım, ta ki batıllaşmış oluncaya kadar…

Batılaşma demek batıllaşmadır, delalettir, sapıklıktır, küfürdür, dinden çıkmadır.

Ancak ne var ki, tek bir çare var o da teknolojisiyle tanışmak.

Batı’nın teknolojisi de aslında batının değildir, İslam’ın teknolojisidir ama “Bravo” diyelim bizden çalmışlardır..

İslam dünyası gaflet ve dalalet uykusuna daldığı için çalabilmişler…

Bakınız..

Özellikle Hristiyanlık dininin “Ortaçağ Engizisyon” döneminin Kiliseye mensup din adamlarının feodalleşmesi...

Jakoben bir biçimde Hristiyanlık dinini istismar ederek kendi çıkar ve kişisel rant, makam, mevki elde edebilmek üzere, kullanması...

Kiliseye mensup din adamları, Hristiyanlık dünyasını çok ustaca kandırmış ve tümüyle hurafeleştirinceye kadar uğraşmışlar...

Ama ahretlerini, Hristiyanlıklarını tümüyle dünya metasına bedel olarak kullanmış ve hristiyanlık dini içi boşaltılmış, sadece hurafeden ibaret bir din haline getirildi...

Her ne kadar bugün ismi varsa da cismi yoktur...

Yani hakikati kalmadı ve yoktur..

***

Oysa ki, yüce İslam dinimiz bir Kur’an dini ve Kur’an dili olma hasebiyle onun menşei vahiydir...

Vahyi ilahidir.

Onun şairi, yani kanun koyucusu Hz. Muhammed (S.A.V.)’dir.

Tümüyle söyledikleri ilahi vahiyden ibaret Kur’an’a dayalı gerçekler manzumesidir.

Bu paralelde o yüce Kur’an bize neyi anlatıyorsa ona sımsıkı inanarak sarılıp uygulamamız gerekir.

Ama ne çare ki; yakın tarihimiz boyunca adeta Kur’an varlığı nerdeyse tümüyle tozlu raflara kaldırıldı...

Sadece lafızdan ibaret, hafızların okunmasıyla yetinildi...

Kur’an’ın getirmiş olduğu insanlığa yakışır barış, kardeşlik, dürüstlük, istikamet hükümleri ne yazık ki tümüyle, ötelendi...

Yok sayılır bir noktaya getirildi...

Ne acı bir tablodur ki, bu yaşananlara ilaveten “din adamlarımız da” üstlerine düşen sorumluluklarını yerine getirmedi?

Bugünkü din adamlarımızın tümü olmasa dahi ekseriyeti mutlakada diyebiliriz ki (yani mutlak bir ekseriyet) aynı Ortaçağ Engizisyon mahkemelerinin mensupları gibi, yani o dönemin Kiliseye mensup din adamları gibi nerdeyse İslam dinini de Hristiyanlık dini gibi içini boşaltma gayreti içerisinde bulunuyorlar..

Sadece ses vermekten başka bir şey, yaptıkları yok..

Mana değerini uygulama yok…

Aile birimi nerdeyse tümüyle yıkılmış durumda.

Ahlaki çöküntüler, ruhi bunalımlar, özellikle gençlikteki yetişen beyinler, körpe dimağlar uyuşturucu müptelası haline gelmiş...

Toplum nerdeyse elden gidiyor…

Zira yüce İslam dinini yaşamayan bir toplumun dindar olabilmesi çok zordur.

Ve topluma barış, kardeşlik, uğur, bereket getirilmesi de olanak dışıdır.

Bu itibarla bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız “Bina, Zina, Riba” kelimeleri nerdeyse toplumun bünyesine yerleştirilmiş birer dinamit lokumu gibidir...

Fitilin ateşlenmesini bekliyor.

Ufak bir sarsıntıyla patlar ve her şeyin altını üstüne getirir.

Ne dedik;  “dinsiz bir toplum” yaşayamaz.

İnançsız bir gençlik topluma bir şey veremez.

Mevcut sistem oldukça haramı helal kılar, gayrimeşruyu meşrulaştırmış sayılır...

Yasadışı şeyleri yasallaşmış gibi gösterir.. Toplumda bundan çok zarar görür.

***

Evet!

Zina... Yani fuhuş başını almış gidiyor.

İktidarlar, hele Diyanet teşkilatı buna sağır, dilsiz ve görme engelli, yaklaşmaktadır...

Gelen giden iktidarlar ne yazık ki milletin alın-terinden oluşmuş devlet bütçesini zerre kadar lehte kullanmıyor.

Keza yükseldikçe yükselen binalar var...

Ya faizle yapılan binalar..

Ki onu yapan birçok iş çevreleri tefecilerin, yani banka faizlerinin altında iş yapıyor...

Ve inim inim inlemektedir.

İşte zina, bina ve riba (yani faiz sistemi)..

İşte bu acımasızca faiz sistemi ve katlama borçlandırma sistemi, yani faizin faizi uygulaması; “toplumu” hızla batağa sürüklemektedir...

Ve buna da “Riba” adı verilir... Yani tefecilik..

Yaşananlar, tefecilik sisteminin dik alasıdır.

Tüm bunlar mevcudiyetimize aykırıdır...

Mevcudiyetimize yönelik, tehlikeli birer unsurlardır.

Ama devlet, hükümetler, iktidarlar nerdeyse gözünü kapatmış, kulaklarına pamuk tıkamış ve dillerine kilit vurmuş gibi hem sağır, hem dilsiz, hem de görme engelli; olup biteni ha bire körüklüyor?..

***

Bakınız sevgili okurlar!

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesi’nin manşetinde şöyle bir haber okudum.

Bu haberi kelimesi kelimesin size özetleyerek aktarmak istiyorum.

Ama ders-i ibret almak kaydıyla.

Büyük puntoyla yazılan yazı aynen şöyle:

“NESLİ KAYBEDİYORUZ!

Alt spotu ise; Suça sürüklenen çocukların adliye ve cezaevi yoluyla topluma kazandırılabilmesinin mümkün olmadığını belirten hukukçular, suça sürüklenen çocukların ülke gündeminin en önemli konularından biri olması gerektiğini ifade ettiler.”

Ya, “Ailenin dibini kazan pembe dizilerin yarattığı" tahribat..

Hukuk ve Adalet Derneği Başkanı Avukat Yusuf Tanrıseven; suça sürüklenen çocukların adliye ve cezaevi yoluyla topluma kazandırılabilmesinin mümkün olmadığını belirtirken, suça sürüklenen çocukların ülke gündeminin en önemli konularından biri olması gerektiğini ifade etti.

Yani, aksi durumda biz gelecek nesli kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacağız.

***

Evet sevgili okurlar!

Bakınız gerçekten günümüzün halini bize gösteren ve geleceğimizi bize çizdiren önemli güncel bir yorum haber...

Avukat Yusuf beyin dediği gibi suç potansiyeli ortaya konuluyor, yasaklayıcı unsurlar zafiyet ve perişanlık içerisinde mücadele verirken, gençlik oldukça oraya sürükleniyor, aile de onlara sahip çıkamıyor.

Peki vatandaş ne yapsın?

Aile ne yapsın?

Eğer devlet işgüzarlık yaparak bunu yasaklayıcı kanunlarla önleyebileceğine yetinebiliyorsa, mahkemelerdeki yargıçları ve savcıları bu hususta harekete geçiriyorsa bize göre heyhat...!

Yıllardan beri bu dava aynı dava..

Suç potansiyeli oldukça yükseliyor kabarıyor.

Demek bir şey yapamıyorlar.

Ancak kurtuluş çaresi, gençliğimizi bu suç potansiyelinden kurtarabilme şansını elde edebilmemiz için gençliğimizi “iman nokta-i nazarında” beyinlerine Kur’an hakikatlerini enjekte etmemiz lazım..

Körpe beyinler Kur’an diliyle, Kur’an fermanıyla bütünlük sağlamaz ise başka yerlere kaymak zorunda kalırlar...

Ailelerde bununla başa çıkamaz!!

Şu halde bu yanlış çelişkilerle dolu politik oyunlar daha ne zamana kadar devam edecektir...

Doğrusu bilemiyoruz.

En derin sevgi ve saygılarımla…

Hayırlı Cumalar…