BİR HUKUK DEVLETİNDE “HUKUKUN” KORUNMASI GEREKİR!?

Evet, sevgili okurlar.

Dün de ifade etmeye çalıştığım gibi…

Ki zaman zaman hep bu minvalde; önem arz edici gerçekleri kaleme alarak, siz değerli okurlarımızla hasb-i hal ediyoruz..

Konuları, paylaşmaya çalışıyoruz.

Bir hukuk devletinde "hukuk ve adalet teminat altına alınmışsa" ancak “Hukuk Devleti” olunabilir.

Hukuk, emniyet, adalet, nizam, intizam, “emr-i maruf”, “nehy-i münker” gibi kavramlar, devlet muhafazası altına alınmadığı müddetçe, hiçbir zaman o devlet, bir hukuk devleti olarak, anılmaz..

Kabul edilmez..

Ki hukuk devletiyle uzaktan yakından alakası kalmaz.

Zaten halk da; "hukuk devleti" olunduğuna, inanamaz.

İstese bile inandırıcı olamaz.

***

BİR..

HUKUK, NİZAM VE İNTİZAMIN KORUNMASI NE İLE OLABİLİR VE NASIL OLMALIDIR?

Ülke çapında ülke insanlarının terör tehlikesinden korunup rahatça yaşamasıyla…

Umuma yönelik toplumsal yol ve mekânların teminat altına alınmasıyla…

Titizlikle devletin önemli kurum ve kuruluşlarının ülke çapında başta yollar ve mekânlar dâhil olmak..

Mal ve can güvenliğinin sağlanması…

Tüm kesimlere yönelik yapılan saldırı, soygun, zarar verme gibi terör gerçeğinin kökten temizlenmesiyle; mümkün olabilir?

İKİ..

GÜVEN MUHAFAZA ALTINA ALINMALIDIR..

Yani toplumsal tüm faktörlerde ne kadar kötülükler varsa, temizlenmelidir…

Soygun ve hırsızlıkların önüne geçilmelidir…

Ölüm ve öldürmeden toplumun her kesiminin "yaşamı" emniyet altına alınması gerekir.

**

Bakınız, İmam-ı Mâverdî akidesine göre;

Dünyada yaşam tarzı güven altına alınmadığı müddetçe…

Herkes refah ve mutluluk içinde yaşayamadığı müddetçe…

O ülkede ve o coğraflada hiçbir zaman emniyet ve güven sağlanamaz.

Emniyet ve güven de sağlanamadığı müddetçe, o ülkede adil yönetim oluşmaz…

Ve o hükümetlere demokratik, hukukun üstünlüğünü koruyan iktidar da denilemez.

Ancak, insanlar arasındaki adalet gerçeğinin sağlanması, herkesin özgürce siyasal yaşamının korunmasıyla "adil ve hukuku" koruyan bir yönetim ve iktidardan söz edilebilinir..

“Emr-i maruf” denilen toplumsal gerçek hayat, insanlar arasında "güzel şeyleri" yaşatabilmek ve toplumun içindeki şerre dayalı egemen soyguncu güçleri yok etmektir…

Toplumu fitnelerden koruyabilmektir..

“Münkerat” ise şeriat-ı garranın haram kıldığı masiyet ne ise ondan uzak durmak ve kendi varlığını gerçek İslam hukukuna dayandırmakla olabilir.

Zira Allahû Teâlâ, yönetimi eline alan devlet, hükümet, millet ve vatan güvenini eline alan bireylerin “Emr-i maruf” ve “nehy-i münker”e tabi olmalarını emreder…

Hükümetlerin de boynunun borcu olduğunu bildirmektedir..

Aksi takdirde hükümet denilemez.

Zira kendi milletinin gerek malvarlığı olsun, can varlığı olsun, nesil varlığı olsun, her alanda günlük hayat şartını simgeleyen tüm olaylar ancak bu şekilde gerçekleşebilir.

Allah’ın hüküm kıldığı emirleri unutup, başka diyarlardan ülkemize ihraç edilen veya ülkemiz bunları ithal rejimine tabi tutup da bununla devlet kurtarılır demekle; kurtuluşu sağlamayaz..

Bilakis, o devlet battıkça batmaya mahkûm olur.

***

Bakınız Sevgili okurlar..

Yüce kitabımız Kur’an-ı Keriminin “Âl-i İmran” suresinin 106. ayeti ve “Hac” suresinin 41. ayeti de bize bunları emrediyor.

Hani diyorlar ya; “Görünen köy kılavuz istemez” misali..

Eğer bir ülkede terörün önü arkası kesilmiyorsa…

Oldukça kan dökülüyorsa…

Hırsızlık…

Rüşvet…

Suiistimal…

Adam kayırma…

Başkasını sevmeyip de ona keyfi suç yaratıp, sahte belge düzenleyip vatandaşına karşı tuzak kurup, rant temin etmek…

Bunlar oluyorsa, demektir ki devlet ve millet çok büyük bir ihanetlikle karşı karşıyadır…

Ömürleri kısa olur.

Zira beddualar söz konusudur..

***

Yüce İslam Peygamberi (S.A.V), bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor;

“Hepiniz birer çobansınız ve o çobanlıktan sorumlusunuz.”

Devlet adamı, şer’i dille kendisine “İmam” denilir.

Mahiyetindeki tüm fertleri eğitip güzel şeyleri öğretmelidir.

Herkes bu Hadis-i Şerif’in emri paralelinde yaşam tarzına aydınlık vermelidir.

Bunu yapamayan, hiçbir zaman “hak” iddia edemez.

Zira Yüce İslam Peygamberi (S.A.V), diyor ki;

“Kullu kumrain ve kullu ku mes’ulün an raiyetihi”

“Hepiniz birer çobansınız ve hepiniz o mesuliyeti taşımalısınız.”

* * * 

Eğer tarihin derinliklerine dayanan bir devlet, kendi milletini tarihiyle eğitmiyorsa…

Kültüründen ve tarihinden uzaklaştırmaya çalışıyorsa…

Milli ve yerli kültürle donatmıyorsa…

O devlet, o hükümet, o iktidar, hiçbir zaman kendi milletiyle ve ülkesiyle dürüst değildir.

Olsa da sadece şekilcilik ve görüntüden ibaret olur ki o da kâfi değildir.

Kendini Müslüman gösterip gavur işi yapan, hiçbir yönetim şeklini inanan bir millet nezdinde geçerliliği düşünülemez.

Yargının ayakta durması, adaletin tahakkuku, bir İslam ülkesindeki yönetimlerin temel gayesi olmalıdır.

Zira yargı ve adalet hükmünün ayakta durabilmesi için, toplumsal yararın tahakkuk altına alınıp topluma zarar veren zararlı nesneleri ortadan kaldırmalıdır.

Bu da adaletin ancak terazisiyle mümkündür...

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Önceki günkü yazımda bu konuyu ele alıp, değerlendirmiştim..

Yani bir toplum, kendini İslam hukuku paralelinde endekslemiyorsa, o başarılı da olamaz, hükümran da olamaz.

Bu itibarla “Ref’ud dareri evla min mesalihi vel menafi’i.”

Önce toplumun içinde zarar veren kötülüklerin kökten kaldırılması inanan bir devletin ve milletin temel hedefinde olmalıdır.

Yoksa, 28 Şubattaki gibi "faili meçhul cinayet ve katliamlar" hazırlayanlar…

Milletini fişleyen..

Sahte ve uyduruk belgeler tanzim ederek hayat karartan; "kan emici" vambirler varlıklarını sürdürmeye devam ederler..

En derin saygı ve sevgilerimle.