GÜDÜMLÜ SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM!..

Evet, sevgili okurlar.

Bediüzzaman diyor ki;

"Eûzü billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase…"

Yani, “Şeytan ile siyasetten Allah’a sığınırım.”

Bediüzzaman Hazretleri 1921’den sonra Van’a gidip, Erek dağına sığınır…

Burada ilmi tedrisatını yapar…

1926’da meşhur ve maruf tek parti dipçik ve şefli döneminde İsmet Paşa’nın Başbakan olduğu sırada talebeleriyle beraber eli kolu bağlanıp sürgüne gönderilir…

Oysaki 1921’de tamamıyla siyasetten çekilen bir ilim adamıydı.

***

Mevcut siyaset hiç kuşkusuz ki, insanın kişiliğini zedeliyor, şahsiyetini küçültüyor..

Pek tabi ki, hırs ve ihtirasını artırıyor..

Aynı zamanda, gizli dışa bağımlı bazı odaklara bağlayarak, kirli bir hegemonyanın altına insanı sokuyor.

İster o kirli hegemonyanın nefsani arzuları olsun, makam, mevki olsun, rant, koltuk, şan şeref olsun…

Her ne ise tümüyle insanı, insanlığın fıtrat kanunu dışına bırakıyor…

Hele hele tüm siyasi ihtiraslara mahkûm ediyor.

Bu manevi mahkûmiyetin sonu da hasarettir, felakettir, nedamettir ve pişmanlıktır.

Onun için dikkat edilirse, Bediüzzaman insanları şiddetle uyarmıştır.

“Sakın, siyasi ihtirasın güdümüne girmeyin….”

Zira müesses nizam, kirli ve kokuşmuş nizam olma hasebiyle, insanı adeta nefsani ve şehvani halet-i ruhiyatlarına esir bırakıyor.

Bu itibarla hep "Eûzü billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase" deyip durmuştur.

İnsanın, Üstadın bu vecizesini okurken hamleden hamleye girmemesi elde değil.

“Neydim, ne oldum ve ne olacağım” diye düşünmemek mümkün değil.

Çünkü, siyaset ihtirasıyla geleceğini garanti altına alma gibi şehvani istek ve arzular kişiyi "güdümlü mahkûm" eder.

İnsanı kirli ideolojilere esir bir yaratık haline getirir.

Bu tehlikeden kendini kurtaramayacak kadar da aciz bırakır…

Onun için Üstad “"Eûzü billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase” demiştir.

İnsanı uçuruma götüren iki büyük tehlike vardır...

Demek istenilen şudur; siyaset ile şeytanın aynı olacağının farkında olmalı insan.

Zira insan gerçek fıtrat kanununa uygun bir yaratılmış olarak düşünürse, kendini bu kadar güdümlü siyaset ihtirasına müptela etmez.

İnsan siyasetten uzak durduğu zaman kendini başı dik, alnı açık, müstakil ve değerli bir varlık olarak hisseder.

Rantiyeci şebekelerden oldukça uzaklaşır...

İnsan ilahi kudrete karşı mana-yı harfi ile kendini tanıtır.

Mana-yı ismi ile değil.

Yani isim gibi bağımsız, her şeyi kendi bilir, ondan başka hiç kimse bir şey bilmez, siyaset arenasında güç onda, Allah’a olan havl-u kuvveti kendinde görür.

İşte mana-yı isim ile kendine bakan insan, kendini Karunlaşma, Nemrutlaşma, Firavunlaşma haletlerinden kurtarmaz!.

Siyaset ne kadar güdümlü ise o da siyaset arenasında kirli mercilerin güdümüne girer.

Allah korusun, kendini imansızlık bataklığından kurtaramaz.

Onun içindir ki o büyük Üstad Bediüzzaman Hazretleri hep şu uyarıyı yapmıştır…

“İnsan mana-yı ismiyle değil, mana-yı harfiyle kendine bakmalıdır.”

Yani her zaman kendini huzur-i ilahiden Allah’a bağlı bir yaratık olma şefkat ve merhametine sahip olarak görmelidir...

İnsan daima kendini Allah’ın gücüne karşı aciz, müptela, güçsüz bir yaratık olarak hisseder ve daima kendine rakip olan insanların güdümünden uzaklaşmak ister.

Aksi halde, Karunlaşmış bir yaratık haline dönüşür ki nefsani arzularına karşı mağlup düşer.

Hani Karun da diyordu ya;

“Benim bu izzetim, bu üstünlüğüm, benim eserimdir, kendi elimle bu müreffeh dünya hâkimiyetine girdim...”

Netice itibariyle tüm bu güçlü varlığa rağmen, ansızın elinden gitti o hâkimiyet.

Yerin alt tabakalarına kadar gömülen bir servete sahip idi.

Kendisi de gitti, o zengin varlığı da gitti.

Zira onu Allah’tan değil, hep kendinden biliyordu.

Kendi gücüyle meydana geldiğini zannediyordu.

Oysaki tümüyle yanlış bir düşünceydi.

Her şeyi kendinden değil, Allah’tan geldiğini bilmesi gerekirdi...

En derin saygı ve sevgilerimle…