HANİ ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR DENİLİYOR!?

Evet sevgili okurlar!

Bugünkü sohbetimiz Türkiye’de "adaletin, hukukun mülkün esası" olma gerçeği üzerinedir.

Yani diğer bir deyimle söylenmesi gerekirse “El-adl-ü esasü’l-mülk…”  Yani Adalet mülkün temelidir..

Bu söz Hz. Ömer’e(r.a) aittir.. Onun sözüdür… Şunun bunun, kimsenin değildir.

Türklerin, yani Osmanlıların hatta Selçukluların Anadolu’ya ayak bastıklarında ilk yaptıkları iş “devletin işlerini tamamiyle adalete” dayandırmaktı. Ki bu yolda ilerliyorlardı.

Gerek Selçuklular olsun, gerek Osmanlılar olsun, “İslam adaletine ve hukukuna” dayandırmadıkları, hiçbir uygulama söz konusu değildi..

Hatta emanetleri özellikle devletin hükümlerine dayalı emanetleri “ehline” teslim etmede, büyük hassasiyet gösteriyorlardı...

Taviz yoktu...

İşte bu Adalet ve Hukuk’la, devlet idaresini liyakatli ve ehil kişilerin eline vererek, yer yüzünde hakimiyet sağladılar…

Devlet hızla büyüdü..

Kıtalar üstüne kıtaların yönetimini, eline geçirdi.

Selçukluların da, Osmanlının da büyümesindeki; “ana ilke” buydu?

İslam hukuku...

Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Nisa Suresi’nin 58. Ayetindeki geçen hüküm, herşeyi bize anlatıyor...

Ayet mealen aynen şöyledir:

"Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.

Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir."

***

Ki bu ayeti celile’nin hükmü paralelinde, Sultan Osman Gazi hazretleri hangi ülkeyle savaşmışsa, Osmanlı toprağına katmışsa, mutlaka  "Adaletli" davranmıştır..

Ana ilkesi, hep "Adaletli olmak" olmuştur…

Mağlup olan, yenik düşen ülke liderlerini ve milletlerini  de yine “adaletli yönetimiyle” yola getirmiştir.

"Adalet ve hukuk" gerçekten mülkün temel taşıdır.

Ana direğidir…

Tabiri caizse diyebiliriz ki; Kabetullah’ın, yani Kabe’nin bir duvarının köşesine yerleştirilen “Hacer-ül Esved” gibidir…

Nasıl ki, Kabe’yi temsil ediyorsa…

Kabe o “Hacer-ül  Esved”le Kabe olmuş ise…

Devletlerin, özellikle İslam devletlerinin, özellikle de Türkiye’nin hatta tüm insanlığın temel taşı tıpkı, “Hacer-ül Esved” gibi "hukuktur ve adalettir."

Adalet ve hukuk bugünkü deyimle demokrasinin cevheridir..

Yani değeri rastgele kimsenin eline verilemez.

***

Günümüzde, uygulama genel olarak Hukuk Fakültelerinde okuyup, dört sene sonunda mezun olan ve eline "hukuk" diploması verilen kişililerce, yerine getiriliyor…

O diplomalı kişi kısa bir zaman dilimi içerisinde gördüğü "stajdan" sonra, hemen o "Adalet" cübbesini giyiyor..

Yargının üç sac ayağı durumunda; "bir makama" oturuyor..

Ya Savcı oluyor, ya hakim oluyor, ya da savunma erki olan avukat oluyor..

Nitekim, "Adaletin" uygulama şekli bu üç temel ayak üzerine kuruludur…

Zaten hukuksal olarak da gereği budur.

Ne var ki, Ceza Muhakemelerinin dışındaki, diğer hukuki davalarında işleyiş böyle değil…

Çünkü, hadisenin kaderi tamamen bir hakim eline bırakılıyor…

Yani yargılama erki…

Bir de vukufsuz olan, ehli vukufa, yani dosya tekniğinden anlamayan bir bilirkişi unsuru var…

Diğer sac ayağı ise savunma erki durumundaki Avukat…

Ceza Muhakemat Usulü’nde olduğu gibi hukukun üç sac ayağı var olduğu gibi hukuk ve iş mahkemelerinde de nerdeyse üç temel sac ayağı oluşmaktadır…

Birisi davayı yöneten hakim, yani yargıç, diğeri bilirkişilik sistemi, üçüncüsü ise savunma erki, yani Avukat…

Tabi bunlar, olması gerekendir..

Hukukun da, adaletin anlayışı da mana cevheri de budur zaten…

Ama gel gelelim savunma erki olan avukatlık mesleği zaman zaman bazı kişilerce öylesine kötüye kullanılıyor ki; kamuoyunun nefretine sebebiyet vermekten başka da bir icraat içerisinde bulunmuyorlar…

Bunlar, adalet mefhumunun varlığını, yüceliğini, cevherini nerdeyse tümüyle ranta dönüştürmüşlerdir...

Özellikle hukuk davalarında ve iş mahkemelerindeki yapılan savunmaların nerdeyse yüzde 40’ı, 50’si hukuki değildir…

Adaleti kirli, kişisel rant emellerine alet ederek, sözde hukuk adına savunma yapmaktadırlar…

"Tez elden sebepsiz yerde zenginleşme" amacıyla devletin ve anayasanın adalete vermiş olduğu savunma erkini, rant temini için çok kötüye kullanıyorlar.

Özellikle Diyarbakır Adliyesi’nde bizim gözlemlediğimiz bir çok davada, bu durum açık ve net olarak kendini ele veriyor...

Kişisel rant uğruna yargılamayı ve yargıçları kirli bazı unsurlarla yanıltmaya çalışıyorlar…

Hak edilmeyen davalar haksız yönde karar verilmesine neden olunuyor?

Yalancı şahitler açık ve net olarak yalan yere tanıklık yaptıkları alenileşmesine rağmen…

Keza bahse konu olan dosya tekniğiyle ilgili hiçbir bilgisi olmayan rastgele anlaşma yoluyla "bilirkişi unsurunun" kötüye kullanılması…

Akla ziyan, zincirleme hileler…

Ki bazı şirketlerin davaları var ki; ortaklar, sermaye sehipleri ve hisse paydaları devletin resmi kuruluşlarınca tespit edildiği halde…

Yani devletin resmi gazetesi olan "Ticaret Sicili gazetesinde" yayınlamış olduğu halde bu kanıtlayıcı belgeler hiçe sayılıyor?…

Yine, bir çok resmi, imzalı evraklar dahi...

Ne var ki bunun yerine avukat efendi(!), yani savunma erkinde bulunan avukat, müvekkiliyle beraber hazırladığı yalancı ve uydurma tanıkların ifadesiyle; "haksız" iken, kendilerine haklılık kazandırılıyor..

Böylece hak sahibi olanlar zarar görüyor, hiç hakkıyla hukukuyla alakası olmayan, birbirlerine şahitlik yapan yalancı tanıklarla davalar ters yüz edilerek; adalet yanıltılıyor.…

Bunun karlı tarafı da ne davalıdır, ne davacıdır?.. Karlı çıkan, adaletin siyah cübbesini giyen, sözde kendini savunma erkinde gösteren rantiyeci avukatlardır…

Hal böyle olunca, hukukun üstünlüğü de maalesef alt üst oluyor..

Adalet mülkün temeliyken adeta "mülkün temeli adaletsizleşiyor"…

Haklı olan zarar görüyor, haksız olan da karlı çıkıyor…

Ne hazindir ki, buna alet olan da devletin yargı mekanizması oluyor?

Bu olup-bitene karşı, kamuoyu nezdinde Adalet Bakanlığı oldukça hafife alınıyor ve halkın nezdinde başka gözle bakılmak zorunda kalınıyor.

Tek kelimeyle özetlemek gerekirse başlık olarak kullandığımız “Adalet Mülkün Temelidir” kavramının varlığı, işte bu kirli yapı yüzünden "alt üst" olmuş durumda?

Çünkü yargının üçüncü sac ayağı durumunda olan savunma erkinin rantiyeci bir şebeke tarafından rant uğruna o kavram nerdeyse gerçek manasını yitirmiştir ve giderek de silinmektedir...

Nitekim, Adalet Bakanı sayın Abdülhamit Gül’ün dikkatine sunmak üzere bu yazıyı kaleme aldık..

Gerekirse isim, adres ve dosya numaralarını, kamuoyuna sunarız ve Adalet bakanlığına da bildirebiliriz…

Yani müfettişlik durumuna da getirebiliriz..

***

Adalet Bakanı sayın Gül, avukatlıktan gelen bir insan…

Duyduğum kadarıyla da "asaletli" hukuku iyi bilen bir insan…

Helalini de haramını da düşünen bir hukukçu…

İşte bu hassasiyetlerine binaen kamuoyu adına diyoruz ki, lütfen yargının üçüncü sac ayağı durumunda olan savunma erkine daha bir dikkatli bakın, gözlem altında tutun…

Gerekirse anayasal ve yasalar çerçevesinde bu şekildeki rantiyeci şebekeleri ortadan kaldırmak için bir an evvel bu yargılama usulüne el atıp ranta dayalı bu şebekelerin artık çalışmalarına dur denilmesi gerekiyor.

Çünkü başta Adalet Bakanlığı olmak üzere Türkiye’deki adaletin, hukukun, demokrasinin varlığına kesinlikle gölge düşürmektedirler..

Güven kaybına neden olmaktadırlar..

Görünen o ki, bir gün gelecek toz duman içerisinde bu kıymetli hukuk cevheri olan "adalet mekanizması" halkın gözünde "en güvenilmez" kurum haline gelir..

Nitekim, güven kaybı hızla, düşüyor.. Ki düştükçe de düşecek gibi geliyor…

Şu da bir gerçektir ki, savunma erkinde bulunan rantiyeci şebeke aynı zamanda kayıt dışı para da kazanıyor.

Vergi verme diye bir şey yok.

Kayıtdışılık var...

Vergi verme mükellefiyetlikleri belirsizlikler içerisindedir.

Rastgele müvekkilden alınan paralar karşılığında makbuzlar kesilmiyor?

Faturalandırma yapılmıyor… Sanki, vergiden muafmış gibi kaçak çalışılıyor.

Bunu da özellikle Vergi Dairesinin sorumlularının dikkatine sunuyoruz.

Bu yazıyı böyle yazarken baronun tüm avukatlarını da kast etmiyoruz..

Bu işi yapan belirli bir kesimi kast ediyoruz…

Ki onlarda, bilinen kişilerdir?…

En derin sevgi ve saygılarımla…