HARAMIN MEŞRUİYETİ, HELALİN NAMEŞRUİYETİ..!! (II)

Evet sevgili okurlar!

 

Bir önceki yazımızda detayıyla ifade etmeye çalıştığımız mevzuu "günümüzdeki yaşanmakta olan hadiselerin" oluş şekli ve topluma sirayetine yönelikti…

Gerek siyaset alanında olsun, gerek devlet ve millet tarafında olsun her nereye bakarsanız bakın, çok büyük tutarsızlıklarla karşı karşıya kalmak zorunda kalıyorsunuz…

 

Hani halka mal olmuş bir deyim var…
“Kimin eli kimin cebinde belli değil” misali..
Hali hazırda böylesi bir yaşama mahkum edilmiş durumdayız…

Bize göre mevcut sistemin yani “müesses nizamın” bıraktığı antidemokratik oluşumlar Türkiye’yi hergün biraz daha derin "çıkmazlara" sürüklemektedir…
Ülke ve millet olarak; öncelikle ekonomiksel düzeyde büyüyerek, ahlaki değerlerin toplumun en ücra kesimlerine kadar yükselerek sirayet etmesi gerekirken ne yazık ki, tam tersine ekonomiksel hayatın sıkıntıları her gün biraz daha ahlaki çöküntülere ve ruhi yozyaşmalara neden olmaktadır…

 

Toplum, ekonomiksel sıkıntıyla karşı karşıya kalırken tabiatıyla ahlaki değerler de sıfıra iniyor…
İnsanlık cibilliyetine yakışmayan "ahlaki çöküntüler" başgösterip, "batık bir yaşam alanı" oluşmaktadır..
Nitekim, değerler "yerlebir" olmuş durumda…

 

Siyaset dünyası ne yazık ki, "sadra şifa" verici bir çözüm üretmediği gibi; mücadelede söz konusu değil…
STK'lar ise suspus kesilmiş..
Nerdeyse birer rant sektörü haline gelmişlerdir… Siyaseti kendine peşkeş çekerek gününü gün etmeye çalışıyor.

 

Medya deseniz, evlere şenlik…

Hali pür melalini devam ettiriyor…

Medya "halka gerçekleri" paylaşma yerine yine 28 Şubat’ın hegemonyasını sürdürmeye çalışıyor.. Ki bu kulvarda, gününü gün ediyor ve söz sahibi oluyor.

İktidar ise 1981 Anayasasının hegemonyası ile ülkeyi yönetmeye çalışıyor.

 

Yani darbeci Kenan Evren’in anayasası ile karşı karşıya kalan bu millet, "yarınlarına" belirsizlikle bakıyor..
Ne yaptığını bilemiyor.

Peki bu hal ne olacak?

Ne zamana kadar sürecektir?

Bir suçlu aranırsa kimi göstermek lazım?

Bize göre elbette ki bir muamma..

Suç, toplumun nameşru veledidir…

Hiç kimse ona sahip çıkmıyor, ama ne yazık ki birçok yönüyle o nameşru veledin meşruiyet altına getirilmesinde hemen hemen herkesin payı vardır.

Kimse boşuna kimseyi suçlamasın…

Yıllardan beri iktidar bir şeyleri görmezlikten gelerek tavırdan tavıra girerek her gün başka bir hal yaşamaya devam ediyor.

Hele bu yerel seçimlerin sathı mailindeki siyaset, "akla ziyan" bir seyir içermektedir..
Özellikle iktidar partisinin millete kabul ettirebileceği değerlerin, şahsiyetlerin üzerinde durmaması, rastgele ne idüğü belirsiz insanları ön plana alması, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu için çok büyük endişe vermektedir.

Vahim bir tablo söz konusu...

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi biz bu husustaki suçlamayı kime getirelim?..

Bir düşünce varsa elbette ki o meçhulümüzdür.

Aslında meçhul değil de apaçık bir gerçek vardır… Ama kimse cesaret edip de “Ey iktidar, sen ne yapıyorsun, nerden nereye geliyorsun” diyemiyor?…
Niye diyemiyor derseniz?

Çünkü, insan seçiminde zorlanan bir iktidar var.. Onun için de, suçlamayı kabul etmiyor, etmez de!.

O zaman bu suçlamayı toplumsal bir nispet olarak kabul etmemiz lazım..

Yani herkesin bu suçta payı olduğu hakikatine varılmalıdır…

Nitekim 21 Aralık 2018 tarihindeki Yeni Akit gazetesinde, deneyimli kalem sahibi Abdurrahman Dilipak beyefendi bu minvalde, bir hayli altı çizili, noktalara değinmektedir…
Bu yazısının tamamını okumanızı tavsiye ediyorum.

Tabi bizce önemli görülen bazı paragrafları da buradan sizinle paylaşmak istiyorum…

Bakınız sevgili Dilipak neler söylüyor:

 

“İktidarı suçlamak"

 

Evet, iktidarı suçlayabiliriz, ama itiraf edelim ki, tek suçlu iktidar değil. İktidar bizim, biz de iktidarın suçlarının ortağıyız.

Tek başına bir suçlu bulup, onu “Günah Keçisi”ne dönüştürmek mümkün.

Önemli olan “İnni küntü minezzalimiyn” diyebilecek miyiz?

Tamam, iktidar görevini yapmadı, bürokrasi de. Peki, “Cemaat” dediğimiz yapılar görevini yaptı mı? Üniversiteler, basın görevini yaptı mı? İşadamlarımız görevini yaptı mı? STK dediğimiz, oda, vakıf, dernek, sendikalarımız görevlerini yaptılar mı?

Herkes iktidarı kullanmaya çalıştı, iktidar da herkesi.

Birbirimizi suçlamak yerine, “nerede yanlış yaptık” diye düşünsek ve bundan sonra ne yapacağımıza baksak daha iyi bir şey yapmış olmaz mıyız?

Ama görüyorum ki, kimse kendi suçunu itiraf etmeye yanaşmıyor.

Şunu da görelim, birbirimize karşı kazanacağımız bir zafer yok, birlikte kazanacağımız tek zafer var.

Çok egosantrik oldu. Herkes “kendine bağlanmamızı, itaat etmemizi” istiyor.
Tarikatı de öyle, siyaseti de. Vatandaş da kendi çıkarına bakıyor. Adeta, kimse doğru-dürüst birini istemiyor. Kim onun işini görürse, o ondan yana. Onun işi görülsün de gerisi ne olursa olsun.
Yiyecekse yesin, ama kendi işini yapsın.
Çünkü kendi de haksız ve usulsüz bir işe talipse başkasında nasıl hukuk ve usule bağlılık talep edebilir ki!

Kuşkusuz sonuçta herkes gücü kadar sorumlu. Bu anlamda devletin sorumluluk payı çok yüksek.
Devlet dediğiniz şey yasama, yürütme ve yargı erkinden oluşuyor, ama burada da hiyerarşi söz konusu, sadece sorumluluk olarak bakmayalım, sorumluluk ne kadar büyükse, makama göre vebal de, övgü de o kadar büyük olacaktır. Bu konuda mizanı tutturmak önemli.
Mizanı tutturamayanların vay haline.

Her yerde her zaman iyiler de vardır, kötüler de! Birilerinin iyiliğini gördüğümüzde, kötülüklerini gözardı etmeyelim. Ya da kötülüklerini gördüğümüzde iyiliklerini görmezden gelmeyelim.
Adil şahidler olalım.

 

İftiradan, yalandan, dedikodudan, gıybetten sakınalım.
Elbette sonuçları itibarı ile topluma yansıyan, emsal oluşturan, suimisal oluşturan işlerin toplum önünde eleştirilmesi gerek, ama ahval-i şahsiyeye ait yanlışların ise alenileştirilmesi büyük bir vebaldir.
Hatta bu anlamda “batılın tasviri saf zihinleri idlal edeceği/bozabileceği” gibi, bir günahın alenileşmesi, zayıf kişiler nezdinde toplumsal zihinlerde meşruiyet kazanmasına sebeb olur.”

 

***

Sevgili okurlar...
Bunun içindir ki iki günden beri yazımıza başlık olarak “Haramın Meşruiyeti, Helalin Nameşruiyeti!” ifadesini kullanmaktayız..
Çünkü, toplumsal olarak önemle üzerinde durulması gereken; "toplumsal bir mevzuudur" bu…

Olmazsa olmazımız olmalı…

Bir de kendi kendimizi sorgulayarak, soralım…

“Hayrola…! Nedir bu; ‘Haramın meşruiyeti, helalin nameşruiyeti’”

İşte hali alem meydanda.

Yani toplumun ekonomiksel olarak çektiği sıkıntılar beraberinde ahlaki çöküntüleri de getiriyor…
Değerler yok oluyor..
Gayri ahlaki yapı ve oluşumları kendisine "değerli" kılmaya başlıyor.. Bunlarla; tanışmak ve yaşamak zorunda bırakılıyor…

***

 

Yazılı ve görsel medyanın bazı kalemşörlerin kaleminden çıkan zehirli mürekkebe baktığınızda; 28 Şubat oldukça tüm aktifliğiyle devam ettiğini, görürsünüz…
Garip olan; iktidar görmüyor mu sorusunun " ikmale gelişi…
Yoksa görmezlikten mi geliyor? 

Yorumunu siz değerli okurlarıma bırakıyorum…

Bize göre mevcut iktidar yani AK Parti iktidarı, mevcut darbeci bir anayasanın hakimiyeti altında ülkeyi idare etmeye çalışıyor.

Oysaki bu durum, halkın dinine, inancına, örf adetlerine, gelenek ve göreneklerine terstir.

Hiç kimse eskiden taşıdığı niteliklere sahip çıkamıyor..

Abdurrahman Dilipak’ın dediği gibi, “Önce mücahit idik, birdenbire müteahhit olduk…”

“Muvahhit idik, sonra münafık olduk veya muhit (inkarcı) olduk, gerçekleri görmezlikten geldik…

 

***

Baksanıza...

Sözcü gazetesinin beş tane dinazorca çalışan kalemi "cirit" atıyor…
Serbestçe yazıp çizebiliyorlar…
Hem ülke aleyhinde, hem de iktidar partisinin karşısında aktif rol alıyorlar…
28 Şubat adına kalem oynatıyorlar…
Ahkam kestikleri gibi; infazlarda bulunuyorlar.. Ama iktidar ve devletin yargılama erki yani savcılıklarımız; "olup biteni" seyrediyor..
Ki bu hal, gerçekten düşündürücüdür.

Nitekim, madalyonun diğer yüzüne baktığımızda FETÖ denilen lanetli yapı adı altında, Bylock adı altında binlerce masum suçsuz, günahsız insanlara suçlama getirilerek gözaltına alınıyor…
Yok oğlun okullarında okudu..
Yok maaşını bankalarına yatırdın..
Yok gazetelerine abone oldun, gibi sudan sebeplerle; "hayatları" zindana cevrilen nice kişiler söz konusu!
Tutuklanıyor..
Cezaevlerinde inim inim inletiliyor…
Hele, hele 25 yıl öncesindeki Sivas olaylarının mağdurlarının hala da cezaevlerinde tutulmaları…
Devletin onlara herhangi bir merhamet, şefkat göstermemesi..
Doğrusu genel itibariyle baktığımızda; "anlaşılamayan apayrı bir tavır" karşımıza çıkıyor...

Bu itibarla her gün biraz daha halk iktidarın çalışma stili üzerine çok büyük titizlikle düşünüp durmaktadır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı kayyumların etrafında, hala da PKK yandaşlı bazı çalışanların mevcudiyeti ne kadar düşündürücü ise iktidar sayfasına eksi işareti koyuyorsa, tahribatı tıpkı 28 Şubat’ın ve ulusalcı anlayışın hakimiyeti gibidir…

 

Millet yaşananları, pür dikkatle gözlüyor, takip ediyor….
Biz de diyoruz ki "görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…"

En derin sevgi ve saygılarımla…