HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ İSLAM HUKUKUNDAN GEÇER..!!

Evet sevgili okurlar!

Her zaman bu köşede siz değerli dostlarımızla paylaştığımız gerçek dava; “hukukun üstünlüğü” davasıdır.

Bir toplumda hukuk olmazsa, hak ve hakkaniyet olmazsa yüzeysel siyasetle çıkarılan yasalar, “sadra şifa” vermez...

Sadece siyaset platformlarının mahsulü ve ürünü olarak, kendini idame eder!..

Ne huzuru, ne istikrarı sağlar ve ne de hak ve hukuku koruyabilir?..

Çünkü, insan temel hak ve özgürlüklerine aykırı bir nizam söz konusudur..

Zira ne yaparsan yap illa ki içinde ihtiras vardır, hırs vardır, kişisel rant vardır ve mezalim vardır.

İşte hali alem meydanda..!

Bugün dünya hukuk literatüründe, hiçbir yerde hukukun üstünlüğünün varlığından söz edilemiyor?

Güçlünün güçsüzü yutma gerçeği vardır?... Ki bugün devletler arasında bile bu hal kendini bariz şekilde ele veriyor.

Allahı tanımayan bir hukuk sistemi hiçbir zaman insanın temel hak ve hukukunu savunamaz.

Savunamamakla beraber bilakis çiğner, ezer geçer...

Zulmün başına adalet külahını giydirip kandırmacalarla bir toplumun hukuku muhafaza edilemez.

Bugün yeryüzündeki hukuksuzluktan dolayı yaşanan maddi ve manevi işkenceler, sapkınlıklar, insanları mütecaviz zorba güçlerin kölesi haline getirmiştir...

***

Özellikle İslam dünyasına Bediüzzaman hazretlerinin seslendiği gibi biz de diyoruz ki;

“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol...

Ve ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hadim olan ve İslâmiyet nûrunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak onun bu zamanda bir mu’cize-i manevîsi olan Nur risalelerini mütalâa etmeye çalış.

Lisanın Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin, lisan-ı halin ile de Kur’ân’ı oku.

O zaman, sen dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.

Ey asırlardan beri Kur’ân’ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları!

Uyanınız!

Âlem-i İslâmın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, katiyen akıl kârı değil.

Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur’ân’ın ve îmanın nûruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip, hakîki medeniyet-i insaniye ve terakkî olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.

Avrupa ve Amerika’dan getirilen ve hakîkatte yine İslâm’ın malı olan fen ve san’atı, nur-u Tevhid içinde yoğurarak, Kur’ân’ın bahsettiği tefekkür ve mana-i harfî nazarıyla, yani onun san’atkârı ve ustası namıyla onlara bakmalı ve “Saadet-i ebediye ve sermediyeyi gösteren hakaik-ı îmaniye ve Kur’âniye mecmuası olan Nurlara doğru ileri, arş!” demeli ve dedirmeliyiz.

Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter; artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız.

Yoksa, Kur’ân-ı Kerîm’in güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla, vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur’ân’ın mecrasından ayrılarak, birleşmeyen su damlaları gibi, toprağa düşmeyiniz.

Yoksa, toprak gibi, sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır.

Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîm’in saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana ab-ı hayat olan hakîkat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakîkat-i İslâmiye suları ile bu topraklarda îman ziyası altında hakîki medeniyetin fen ve sanat çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve manevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.”

***

İşte bakın sevgili dostlar!

Büyük İslam allamesi olan Bediüzzaman Said Nursi hazretleri gibi nice İslam kahramanlarının bu yolda sarf ettiği çaba, geçirdiği ömür rastgele bir yaşam şekli olmamıştır.

Bunlar bir millet için, bir vatan için, bir coğrafya için değil, tüm insanlık için kurtarıcı birer ses olarak Kur’an sesiyle herkese seslenmişler...

Davet etmiştir, çağrıda bulunmuştur ve uyarmıştır...

Ne yazık ki, özellikle son iki yüz yıldan beri beşeriyetin, insanlığın içine düşmüş olduğu badireye “hukuki bir çözüm” getirmemiştir...

Tam tersine antidemokratik hukukdışılık söz konusu olmuştur...

“Kendini medeni ve çağdaş” bir kisvede gösterirken, aslında bedevi bir dünyanın yönetimiyle, insanları yönetmeye çalışmıştır...

Ama hep aldatıcı sloganlarla kendini millete kabul ettirmeye çalışmıştır...

Ve bugün yeryüzü, yani küresel dünyamız başıboş bir gezgen olarak, dönüp durmaktadır...

Ülkeler, birbirini yiyor, eziyor, çiğniyor..

Hak yok, hukuk yok...

Kan, gözyaşları, fakru zaruret işte her şeyin bariz delili de batıya sığınmak isteyen bir İslam dünyasının varlığıdır...

İslam dünyasının, küfür dünyasının kapısını çalarak, yalvararak, hem de dayak yiyerek, işkence ve soygunculukla karşı karşıya kalması, bir ümmetin sonu böyle mi çığlığını atıyor?

Elbette ki değil..

Ancak İslam’dan, İslam hukukundan sırtını çeviren, maddeleşen, Kur’an’ı askıya katan böyle bir İslam dünyası sadece isimden ibaret olur...

Yani sadece makyaj ve renkten ibaret olur...

Ki böylesi bir keşmekeşliğin batağına düşen, İslam dünyasının kendini kurtarması da zordur...

Fazla başınızı ağrıtmayalım.

İslamsız bir siyaset hiçbir zaman hukuksal bir siyaset olamaz.

Olsa olsa uydurma bir şekilcilik olur?

***

Bakınız, kıssadan hisse bir örnek vermek istiyorum!...

Yakın tarihimizden...

Bundan, 7 – 8 yıl önce AK Parti hükümeti döneminde “İstanbul Sözleşmesi” adı altında, bir sözleşme imzalandı...

2011’de imzaya açıldı.. Ama, sözleşme 2014’te yürürlüğe girdi...

Sözleşmenin muhtevasına herkes vakıf..

Der demez insan sorguluyor...

Sözleşmeye imza atanlar gerçekten, hakikaten “attıkları imzanın ve sözleşmenin” içeriğine vakıflar mı?...

Sözleşmeye, Türkiye adına mı imza attılar, yoksa Bizanslıların adına mı imzayı attılar?

Doğrusu anlamak zor...

Avrupa Birliği’ne girmek için  “meğer ki” ne değerlerimizi kaybediyoruz.. Ve bunu “canla, başla, büyük bir coşku ve gayretle” yapıyoruz...

Bir Avrupa hayranlığıdır bizi sarmış!...

Avrupa Birliği ülkeleri, bir gün deseler ki Kur’an’dan şu şu ayetleri atın, bunları istemiyoruz, korkarım ki dediklerini yapsınlar..

Ki bunu da, İstanbul sözleşmesine atılan imzayı  dayanarak söylüyorum, gizliden gizliye Kur’an’dan o ayetleri, çıkarırlar...

***

Yazar Yusuf Kaplan beyin dediği gibi, “İstanbul Sözleşmesi’yle İstanbul’un fethinin intikamını almak istiyorlar!..”

Aynen de öyle...

“Günümüzde sapkın eşcinsel ilişki biçimlerine dayalı bir toplum icat edilmeye çalışılıyor!

Bunun en önemli enstrümanlarından ya da hazırlayıcılarından biri lanet olası İstanbul Sözleşmesi.

Sapkın bir toplum modeli inşa etmeye çalışıyorlar ve bu konuda kilometre taşlarından biri olacak anlaşmanın adını İstanbul Sözleşmesi koyuyorlar!

***

Bu adamlar bizden İstanbul’un intikamını almak istiyorlar! Gelecekte kurmak istedikleri sapkın toplum modelini hayata geçirecek sürecin taşıyıcı aktörlerinden biri olan böyle bir sözleşmeye İstanbul Sözleşmesi diyerek, hem İstanbul’un savaşmadan ele geçirilmesi için hem de inşa edilecek sapkın toplum tipinin İstanbul üzerinden inşa edilmesini sağlamak için çırpınıp duruyor, bize inanılmaz bir şekilde meydan okuyor ve hakaret ediyorlar!

***

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN FATURASI ÇOK AĞIR!

Şiddete, tecavüze maruz kalan, hunharca katledilen kadınların haklarını, İstanbul Sözleşmesi’nden başka bir sözleşmeyle garanti altına almak imkânsız mı? Böyle şey olur mu?

Oysa bu sözleşmenin faturası çok ağır oldu.

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu son iki buçuk yılda tam 746 bin 336 erkeğin evden atıldığını açıkladı. Kanun kapmasında 2017’de 295 bin 618, 2018’de 358 bin 499, 2019’da Nisan ayına kadar ise 92 bin 219 erkek evinden atıldı.

Bu rakamlar şaka değil, gerçek! Ailenin nasıl çökmekte olduğunun ürpertici işaret fişekleri!

Ailenin çöktüğü bir toplum ayakta duramaz. Ailenin çöktüğü bir ülke, sağlam adımlarla geleceğe yürüyemez!

***

Evet sevgili okurlar!

O İstanbul Sözleşmesi değil miydi ki en çarpıcı cümlesi, “Kadının beyanı esastır..”

İşte bu ifade aileyi allak bullak etti.. Aileler darmadağın oldu.. Kaç kadın öldürüldü? İki buçuk yıl içerisinde yaklaşık 750 bin erkek evden kovuldu.

Bu olaylara bakmak gerçekten insanlık vicdanını taşıyan kim olursa olsun bunun altında üzülmelidir, büzülmelidir, kendine çekidüzen vermelidir ve bir daha da milletin karşısına siyasi olarak çıkmamalıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle…