Görüş Bildir

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜN YOLU İSLAM HUKUKUNDAN GEÇER!!! (III)

Evet sevgili okurlar!

Bugün üzerinde bulunduğumuz küre gezegenine "yeryüzü" diyoruz...

Süratle hem de çok süratle dönen bir küre yıldızı...

Öylesine bir dönüyor ki onun bir dönüşü 70 saatte, 70 bin defa top kurşunundan daha fazla dönenmektedir...

İşte böylesi bir yer küresinde bulunuyoruz... Bu yer küresi, yani üzerinde yaşadığımız dünya, hiçbir şeye bağlı olmadan dönüyor...

Ay gibi, bir güneş uydusu… Ki, göklerde gördüğümüz galaksideki gezegenlerin sayısının bilinmesi de mümkün değil…

Bu sonsuz, sayısız yaradılışların sahibi hiç kuşkusuz ki yüce Allah’tır. Kainatın, yani yer ve göklerin anahtarı onun yedi kudretindedir...

Ne yaparsa anında takdir buyurur?

Yani kainat içerisindeki sonsuz ordularını istediği anda harekete geçirir ve insanların, özellikle onu tanımayan beşeriyetin başına musallat eder...

Tıpkı bugünkü dünyamızın içine düşmüş olduğu Korona paniği gibi… İster biyolojik bir savaş diyelim, ister psikolojik savaş diyelim her neyse devletleri, milletleri tüm insanlığı titretmektedir..

Ve hiç kimse de bir çare bulamıyor...

İman etmeyen, Allah’ın yüce kudretine inanmayan, zihin fukarası insanlara, der demez sormak lazım!?...

Madem ki inanmıyorsun, madem ki her şeyi “ben yapabiliyorum” diyorsun, madem ki “çare bulabileceğini söylüyorsun; o zaman senin bu çaresizliğin neyin nesi?..

Çare bul.. Korkma, paniğe kapılma o zaman!..

Ey insan..

Ey beşeriyet..

Ey devletleri yönetenler..

İmanın ve inancın olmadığı...

Özellikle, “adalet” dengesinin sağlanmadığı “yer küresi” her zaman, “sarsıntıyla” yüz yüze gelmeye mahkumdur..

Çünkü, yer küresi adaletsizlik karşısında, “dengesini” sağlayamıyor...

Dengesini sağlamayan, dönüşünü bütünleştiremeyen üzerinde yaşadığımız dünya gezegeni, mutlaka bir gün bir başka gezegene çarpar...

İşte o zaman da kıyamet kopar.

Mevcut yerin altı üste geçer, üstü de alta düşer!.

Yerin yedi tabaka dibindeki cehennem de yerin yüzüne çıkar ve hak edenleri yakar...

Ama o yakması ve o felaketi bu korona felaketinden katbe kat üstündür ve fazladır.

Asıl korkulması gereken gün; işte o kıyamet günüdür…

Paniğe lüzum yok...

Ama, bir de lüzum var diyoruz…

Niçin?

Çünkü, yeryüzünü işgal eden bugünkü insanlık hali, kötü rejimlerin varlığı, mezalimlerle doludur...

Adaletsiz, hukuksuz, ranta dayalı, çürümüş müesses bir nizamın varlığı elbette ki bir gün gayretullaha dokunacaktır...

Kainat içerisindeki görünmeyen Allah’ın kudreti, gerektiğinde o orduları harekete geçirip, insanlığın başına musallat edecektir..

İşte bu noktada, üç günden beri başlık olarak kullandığımız ifade, büyük önem arz etmektedir...

Derin bir mana ve önem içermektedir...

Dedik ya, önemli olduğu kadar çok da anlamlıdır ve detaylıdır.

Gerçekten insanlığın yegane kurtuluş çaresi "Adalettir ve hukuktur!…"

Adaletin ve hukukun üstünlüğüne inanmayan toplumlar bir gün gelir mutlaka onun faturasını ağır bir şekilde ödemek zorunda kalacaktır...

Bireyinden tutun da,  toplumun her kesimine ve devletlerin en kilit noktalarına kadar; bu faturanın ağır yükü onlara sirayet edecektir...

***

Hz. Ömer’in (a.s.) buyurduğu gibi;

“Adalet mülkün temelidir..”

Hiç kuşkusuz ki bu ifade çok önemlidir ve insanlık açısından da büyük bir zenginlik içermektedir.

Nitekim ülkemizde, özellikle Adalet Bakanlığı bünyesinde bulunan birçok adliye binasında, duruşma salonlarında ve yargıçların oturduğu makamların bulunduğu odalarda  “Adalet Mülkün Temelidir” yazısı yazılıdır..

Ki görmeyen de yoktur!…

Kabarık yazının muhtevasına her ne kadar Atatürk bunu demiştir deniliyorsa da olsun bir şey olmaz…

Aslında bu söz Hz. Ömer’in sözüdür ama gerçek bir sözdür, kim söylerse söylesin...

Bugün Türkiye’de mevcut olan adalet sistemi, bize göre sadece isimden ve lafızdan ibarettir.

Hukukun üstünlüğü, keza anayasal çerçevede bir takım kanunlar manzumesiyle inşa edilmiş bir hukuk sistemi ise de kesinlikle hukukun ana çizgileriyle yakından uzaktan alakası yoktur.

Dün de ifade etmeye çalıştığım gibi anayasada mevcut olan ve 1970’li yıllarda, hatta 12 Eylül darbesinden sonra kanunlaştırılmış ama bir ideoloji paralelinde anayasaya konulmuş, adına her ne kadar hukukun üstünlüğü denilmişse de aslında hukukun varlığından daha önce kanunlar ve yasalar mecmuundan oluşturulmuş bir takım maddeler silsilesi söz konusudur…

Hukukun üstünlüğü olarak anılıyorsa da pek de inandırıcı değildir.

Neden?

Zira, özellikle İş Kanunu ve İşçi Hakları olarak şablonlaştırılmış ifadeler yasalara konulmuş ve yargılama esnasında uygulanmaktadır.

Bu uygulama şekli hakikaten o  dönemlerde revaçta bulunan İşçi Sendikalarının patronlarının hazırlamış olduğu keyfiyete ve sol ideolojiye dayalı bir takım kanunlar manzumesinden ibaret olup, adına hukuk deniliyor ise de ama uygulanması hukukun gerçek manasına uygunluk içermemektedir.

Zira ne diyoruz, konuşan hakikattir.

Biz burada herhangi bir yanlılık veya tarafgirlik bazında konuşmuyoruz.

Devrimci İş Sendikasının baş patronu olan Kemal Türkler’den tutun da (!) bilmem kimlere kadar bunlar işçileri devlete karşı ve işveren camiaya karşı kışkırtarak her gün grev yaptırıyorlardı.

Herkes işini kapatıyordu…

Devlet kurumlarının birçokları çalışmaz hale geliyordu..

Ve daima işçi haklı, işveren haksız denilip duruluyordu!.

Tıpkı bugün gibi, yine aynı işlem devam ediyor!..

Her ne kadar o eski hal yaşanmıyorsa da hükmen ve fiilen başka versiyonlarla adalet mekanizması gibi “kutsal” bir kurum, gerçek misyonunu yerine getiremiyor…

Ya da getirmesine, engel olunuyor?

Bir kesim var ki, Devletin “adalet mekanizmasını” kullanarak, devletin hakim ve yargıçlarını kişisel ranta dayalı yanlış ve kirli bilgilerle klişeleşmiş cümleleri kullanarak kolayca yanıltmaktadır..

Ve bu yanıltmayla, bol miktarda para kazanan kesim de, "savunma erki" libasını giymiş bazı avukatlardır!.

Adeta işyerlerini kapatmaya, iş camiasının istihdamını engellemeye çalışan kudretli bir güç (!) olarak, devletin adalet mekanizması içerisinde, “savunma erki” libasıyla yapıyorlar...

Dünkü yazımda belirttiğim gibi bundan birkaç yıl önce Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da PKK, birçok iş çevrelerini haraca bağlayıp ölüm tehditleriyle korkutucu, gayrimeşru bir şekilde para alabiliyordu?

Ve o para alanların birçoğu bilfiil PKK mensupları olmasa dahi dolaylı yollardan KCK denilen PKK’nın yan kuruluşunun bünyesindeki sivil görünümlü insanlar yapıyordu?..

Ve devlet hiçbir şey yapamıyordu.

Çünkü kimse şikayet edemiyordu, zira korku vardı.

Ki o zamanlarda, bölgedeki bazı barolar, özellikle Diyarbakır ve Batman Barosu’nda mağdur vatandaşların hakkını savunabilen hiçbir avukatta bulunamıyordu.

Var olsa idi o da tek tuk… Çok nadir…

Kimin haddine ki bir avukat bir PKK mağdurunun hakkını, davasını savunabilsin..

Mümkün değildi.

Allah’a şükür bugün o yok..

Ama aynı baroların bünyesinde PKK’nın ve KCK’nın değişik versiyonlarıyla,  aynı işi yapanlar var?..

Tabi ki, İş Kanunu sayesinde birtakım işçi bozmasını kullanarak hem de devletin yasaları çerçevesinde iş mahkemelerini, iş hakimlerini, yargıçlarını alet ederek, aldatarak para kazanmaya çalışıyorlar?

Sebepsiz yere zenginleşmeye çalışıyorlar..

Ki bunlar, baroların bünyesinde araştırılırsa, çok çabuk bulunurlar...

Çünkü, ekseriyetinin kazandığı paranın nereye gittiği belli değil...

Kayda dayalı bir para alış-verişi yok...

Dava alıyor, müvekkil var; ama kayda geçen bir işlem yok...

Bunu da, devlete vergi vermemek için yapıyorlar...

Ve bu kişiler, adalet cübbesi altında savunma erki altında sözüm ona o hakka sahip görünüyorlar.

Saman altında su taşıyorlar...

Vurgunlar üzerine vurgunlar yapıyor.

İş çevrelerini de oldukça mağdur ediyorlar..

İstihdamı yaratma gücünü yavaş yavaş azaltmaya çalışıyorlar..

Ve bunu da, kasıtlı olarak yapıyorlar...

Çünkü, işsizlik potansiyeli ne kadar artarsa, insanların PKK’nın kucağına itilmesi daha bir kolay oluyor?..

Bunlar bizim tespitlerimizdir.

Bu söylediklerimizi Adalet Bakanlığı’nın önemle dikkate alması gerektiğini söylüyoruz!...

Hatta mevcut başsavcılıklar dahi..

Söylediklerimizi ihbar olarak kabul etmeleri gerekir..

Savunma erki libası altında hukuk tanımaz avukatların, “idari ve adli” işleme tabi tutulmaları lazım.

Nitekim bu yazdıklarımız paralelinde dün sabah erken saatlerde Diyarbakır, Urfa ve bazı ilçelerinde PKK yanlısı bu çeşit avukatlara operasyon yapıldı…

12 avukat gözaltına alındı…

"Terör örgütüne yardım ve yataklık" suçundan…

Ne yazık ki bazı barolar devletin bu operasyonlarını bir türlü içlerine sindiremiyorlar ve hukuk dışı nitelendirmesinde bulunuyorlar…

Öyle ya, Sur’daki Hendek olayları esnasında devletin almış olduğu tedbirlere karşı, aynı o barolar, ikide bir basın toplantısı düzenliyorlardı..

Yürüyüşlerde bulunuyorlardı… “Bu adaletsizliktir, hukuksuzlukdur”  deyip duruyorlardı?

İşte, hukuk, işte adalet..

Hasılı kelam, bizden bugün bu kadar deyip, nokta koyalım!.

En derin sevgi ve saygılarımla…

Hayırlı Cumalar..

 


Bu Makale 1262 kere okunmuştur.