IRKÇILIK VE MEZHEPÇİLİK!..

Evet sevgili okurlar!..

Bilindiği üzre, bundan önceki sohbet yazımıza başlık olarak; "Milletin Zihni Yerli ve Milli Olmayan Kadrolarla Kuşatılmıştır" ifadesini kullanmıştık..

Bu ifade başlığı altında; bir çok mevzuu konu ederek, buradan sizlere aktarmıştık…

Özellikle, Suudi Kraliyet Ailesi ve vahşice katledilen Gazeteci Cemal Kaşıkçı vakıası…

Kaşıkçı cinayeti, son zamanların, özellikle dünya kamuoyunu hayli meşgul edip, sorgulayan bir olay olduğu tartışılmazdır…

Çok nadir bir vakıa!…

Tabi, "cinayet ve cinayetler" tarih boyunca, hep vuku bulmuştur..

Bulmaya da devam ediyor…

Ancak bir devletin, hele hele hukuk devleti olarak kendini lanse etmeye çalışan, bundan daha üstün yüce İslam dinini temsilen, Haremeyn’in Şerife’nin hizmetkarları olarak kendilerini lanse eden, bir devlet mi, devletçik mi diyelim başındaki kadro kendi sarayını, makamını, koltuğunu sağlam yerlere tutturmak için "masum bir insanı" başka bir ülkede öldürtüp hem de alçakça, insanlık dışı vahşice katedilmesi…

Hele ki, vücudunun parçalara ayrılması, ardından asit kazanında eritilerek yok edilmesi…

Sevgili okurlar..

İnanın ki, Afrika da "insan eti yiyen" yamyamlar dahi böylesi bir vahşeti ve cinayeti işlemez diye düşünüyorum!..

Bakınız üstat Bediüzzaman diyor ki..

“Dünyada hüküm süren, hükümet eden her kavmin, her toplumun hatta insan eti yiyen yamyamların, hatta vahşi canavar bir çete reisinin insan öldürmekte bir usulü var, bir ilke ve düsturları var, o ilke ve düstur paralelinde hüküm eder.”

***

Ne yazık ki...

Kirli, batıl mezhepçilik uğruna, hala Ortaçağ bedevilik hayatını yaşayan Suudi hükümeti, bilemiyoruz neye dayanarak, hangi usulle, hangi insanlık kuralıyla bu acayip saldırganlığın altına imza atmıştır..

Vahşi bir cinayetin işlenmesine rıza göstermiştir…

Anlamak zor...

Bütün dünya devletleri kalksa, Suudilere dese ki; bir insanın bu şekilde öldürülmesi hukuk literatürünün hangi kanunuyla, hangi hukuk literatüründe, hangi insan şeref ve izzete dayandırarak bu işi yaptınız?.

Ya da içinizdeki alçak megalomanyak bir prensin keyifleri uğruna mı bu vahşeti işlediniz?

Sanırım verebilecekleri cevapları yoktur..

***

Diyorum ki...

Şimdiye kadar Haremeyn’i Şerife’in tasallut ve tecavüzlerine göz yuman İslam dünyası artık, buna izin vermemesi lazım…

İslam dünyası bu vahabilik mezhebine karşı teyakkuza geçmesi gerekir…

Uyanık olmaları lazım…

Özellikle, Haremeyn’i Şerife’nin vahabilerin eline geçmesi ve onların İslam’ın en üstün türbeleri hakkındaki tahritkarane hürmetsizlikleri, neye dair yapılıyor?

Neyin hikmetidir?

Bu sorgulanmalıdır..

Doğru bu soruların cevabını inanın bugünkü alemi İslam, hatta tüm insanlık, hatta emperyalist haçlı Siyonist dünyası dahi; cevap veremez…

Bakınız buna cevaben Bediüzzaman Said Nursi bir eserinde şöyle diyor…

“Alemi İslam’ın siyasetine ve hayatı içtimaisine ve toplumsal hayat akışlarına taalluk ettiği için ancak şöyle diyebiliriz.

Şu vahabilik meselesinin kökü derindir.

Ananesi, dayanak noktası zamanı sahabeden, yani devr-i saadetten başlayarak gelmiştir.. İşte o anane, yani o adet, üç umum esasa binaen gelmiştir.

Hazreti Ali’nin vahabilerin ecdadından ve ekserisi Güney Irak’ta bulunan Necd yöresindeki yaşayan haricilere kılıç çekmesi ve Nehruvanda onların hafızlarını öldürmesi, onlardan derin derine hem din namına Şiiliğin aksine olarak Hazreti Ali’ye karşı bir adavet düşmanlık kinini beslemişlerdir ve o kin halen de devam ediyor.

Keza Yemame yöresinde de Müseylime-i Kezzab’ın yalancı peygamberlik fitnesiyle İslam dininden çıkmış, birbirine karışmış, Hazreti Ebubekir zamanında bunlar büyük bir ayaklanmaya girmişlerdi…

Ki Hazreti Halid Bin Velid tarafından bunların tüm planları alt üst edilmiş, köklerine inilmişti..

Bu itibarla o günden bugüne kadar vahabilik mezhebinin gizliden gizliye İslam adına yayılmış ta Hilafeti İslami’ye dağılıncaya kadar..

Hilafeti İslami’ye dağılmadan önce hep gizliden, gizliye yayılmışlardır…

Ancak Hilafeti İslamiye’nin dağılışıyla bunlar yeniden yavaş yavaş İngilizlerin kumandası altında ortaya çıkmışlardır…

Suudi memleketini, hatta Haremeyn’i Şerifeyni dahi İslam adına hileli bazı oyunlarla ellerine geçirmişlerdir…

O günden bugüne kadar Irkçılık ve mezhepçilik batıl hurafeler doğrultusunda hükümranlıklarını bu coğrafyada sürdürmeye devam edebilmişlerdir.

Ama son iğrençlikleri, insanlık ayıbı olan Cemal Kaşıkçı’nın vahşice katledilmesiyle, maskeleri düşmüş, yüzler ayyuka çıkmıştır…

Yani suçüstü olmuşlardır..

Dünya kamuoyu ve Birleşmiş Milletler bu yaşananlara karşı ne diyecek acaba!

Mezhepçilik ve Arap ırkçılığına dair diyecekler ki,"böyle gelmiş, böyle devam edecek…"

***

Peki Türkiye’mize ne oluyor?..

Ne yazık ki, aynı zihniyeti "bize de" musallat ettiler..

Şöyle ki, Osmanlı’nın son dönemlerinde Yahudi dönmeler, bu aziz milletimizi, İslam’dan uzaklaştırmak adına enva-i hile ve desiseye başvurdular..

Ülke çapında yaşayan insanları özellikle değişik dillerle konuşan, değişik renk ve ırklara bağlı olan tüm milleti, teklileştirmek, yani Türkleştirmek uğruna çok büyük çaba sarf ettiler..

Hatta 1908’de Meşrutiyetin kuruluşundan sonra kurulan İttihat ve Terakki partisinin önemli bazı üyeleri, Jön Türklük adı altında yani "Genç Türkler" adıyla kurulan bu ittihat tefrikalar ülke çapında; "ırkçılığı" enjekte ettiler..

Başta Kürtler, Lazlar ve Araplar olmak üzere herkesi Türkçülük adına, "Türkleştirmeye" çalıştılar…

Bu partinin bazı üyeleri, Selanik’ten gelen dönme ve devşirme Yahudilerle işbirliği içerisinde, Türk milletini yani tüm Türkiye insanlarını İslam kültüründen uzaklaştırmak için, "ırkçılık" fitnesini yaydılar…

"Türkçülük…!"

Yani inanan tüm insanların ibadetlerini dahi "Türkçe yapmaya" zorladılar…

Kur’an-ı Kerim’i dahi orijinal metni olan Arapçadan, Türkçeye çevirmeye çalıştılar…

Ezanı dahi Arapçadan Türkçeye çevirmeye kalktılar..

Ki bunu yapan bir tıp doktoru…

Galip Reşit…

Ezanı Muhammedî’yeyi Türkçeleştirmeye kalkıştı..…

Tüm okullarda, milli eğitim camiasında çocuklara “And” olarak okutulan “Türküm, doğruyum, çalışkanım vs.” uydurma bir sloganı icra edip, yutturdu…

Ve bu da tamamıyla İspanya’dan gelen Selanik’e yerleşen Yahudi dönmelerin başını çeken Moiz Kohen, namı diğer Muhlis Alptekin..

Ki kendisi başta olmak üzere dönemin edebiyatçılarından, yine Yahudi dönmesi Halide Edip Adıvar…

Adıvar, kadın kollarının en aktif ismi idi…

Osmanlı bünyesinde yaşayan değişik ırklara ve dillere mensup ümmetin gücünü bölmek için herkesi dillerinden ve dinlerinden uzaklaştırma bahanesiyle "Türkleştirme" gibi yanlış ve batıl antidemokratik hukuk dışı zorlayıcı eylemlerde bulundular…

***

Gaye yeryüzüne dağılıp paramparça olan Yahudilik ırkını yeniden yaşatmak…

Filistin topraklarında, devlet sahibi yapmaktı…

Osmanlı'yı bölük-pörçük etmelerindeki temel hedefte de buydu..

Osmanlının bünyesinde yaşayan 23 etnik ırka mensup insanları, "dilinden, dininden, ırkından" uzaklaştırmak üzere "Türkleştirmeye" zorladılar..

Ve nihayetinde, "Arap ırkçılığı" hortlatılınca, Osmanlı bölündü…

Nitekim, Osmanlının bölünmesinden sonra Osmanlı kültürü ve alfabesi, Türkiye'de kaldırıldı…

Bin yıllık kültür yok sayıldı..

Devlet yönetiminin kilit noktalarına da; kendi himayelerindeki şahsiyetleri sızdırarak, hakimiyeti elde etmişlerdi…

Turancılık ırkını hep ön planda tuttular…

Ergenekon gibi katı Türkçülüğü hortlatıldı…

Böylece bölücü unsurlar her tarafta mantar gibi üremeye başladı…

Ve devletin başına bela kesildiler..

Başka "ırkları ve dilleri" tanımadılar…

Sonuç itibariyle İslam’a bağlı olan bir ümmetin bireyleri, "ırkçılık" fitnesiyle birbirine düşürüldü…

Ortadoğu'daki şiddet, kan ve gözyaşı tamamen işte bu "ırkçılığın" eseridir…

***

Ancak şuda bir gerçektir ki..

Tüm bu fitne ve ırkçılık taassuplarına rağmen; halk belli bir noktada erozyona uğramışsa da, "teslim" olmamıştır..

Bu gibi yapılara; "iktidar" şansı ve imkanı vermemiştir…

İşte CHP..

İşte MHP..

Böylesi batıl inançlara inandıkları için halk onlara iktidar şansı vermemiştir ve koklatmamıştır.

Bakınız bir hafta önce Başkan sayın Erdoğan, Danıştay 8. Dairesi’nin vermiş olduğu; "And'la" ilgili karara karşı itirazla şöyle diyordu:

“Bu milleti birbirine düşürmek için yeniden devletin bünyesine terör odaklarını harekete geçirmek maksadıyla yapılmış bir antidemokratik bir Türkçülük hareketidir ve buna da bölücülük denir.”

Ve Başkan Erdoğan “Ben Türk’üm ama Türkçü değilim” demişti…

Ne var ki MHP lideri Bahçeli kükremişçesine bağırıp çağırıyor, sözde Cumhurbaşkanına cevap veriyor.

Ve diyor ki; “Ben Türkçüyüm, Türk olmaktan daha fazla ben Türkçüyüm,”

Sormazlar mı; “Sayın Bahçeli, sen bu Selanik Yahudilerinin neyine hizmet ediyorsun...”

En derin sevgi ve saygılarımla…