IRKÇILIK VE MEZHEPÇİLİK (IV)

Evet sevgili okurlar!

“Irkçılık ve Mezhepçilik” anlayışı bir ayrışmadır, bölücülüktür, bir bütünlüğü böl, parçala, yut felsefesinden ibarettir..

Yani, bir köleliktir, uşaklıktır ve fitnedir.

Bu fitne unsurunun temel felsefesi, başta Türkiye dahil olmak üzere tüm İslam dünyasını arkadan hançerleyerek, yok etmektir…

Kurtuluş reçetesi, “Sünneti Seniyye” denilen Hz. Muhammed (S.A.V)'in yoludur.

Bu yol, Kur’an’dan süzülen bir vahyi unsurudur…

İlahi bir dayanaktır.

Yani, "Sünneti seniyye"nin dışındaki ihdas edilen "tüm mezhepler" batıldır..

Yanlıştır..

Küfür dünyasına hizmettir.. Onlara dahil olmaktır..

İster vahabilik olsun

İster şiacılık olsun,

İster Ali’siz Alevilik olsun,

İster Kadiyancılık olsun..

Ki burada daha dayamağımız "sünneti seniyye" haricinde ne kadar "mezhep" var ise; bilaistisna hürafedir..

Hele ki, bu mezhepler aptal ve budala kişilerin eliyle icra edilirse; her yönüyle "vahim bir yıkımdır?"

Batılın ve küfrün değirmenine su taşımaktır…

Keza aynı paralelde giden ırkçılık da; bu yolun yolcusudur…

Malumunuz üzre ırkçılık, Yahudi kökenli devşirmeler ve Selanik dönmelerinin vasıtasıyla Osmanlı’ya sızdırılmıştır…

Tabiri caizse enjekte edilmiştir…

Gizliden gizliye empoze edilen "ırkçılık" fitnesiyle kocaman Cihanşumul bir Devlet yok edildi..

Nitekim bu fitneyi "Jön Türkçülük ve Turancılık" anlayışıyla yola çıkan İttihat ve Terakki cemiyetinin oluşturan yapı gerçekleştirdi..

Birer tahrip kalıbı olarak faaliyet gösterdiler..

Bu tahrip kalıbı 1890’lı yıllarda, Osmanlı'nın içine atıldı…

Ve böylece Osmanlıyı içten içe; "çökertmeye" başladılar..

1908’de meşrutiyet kuruldu…

Saltanat ve padişahlık gücü ortadan kaldırıldı…

Sözde Türkçülük unsuru üzerine "yeni bir devlet yapısı" oluşturma, faaliyeti içerisine girildi…

Ama heyhat!

Ne yazık ki 1909’dan sonra devleti ele geçiren bu ırkçı, fitne unsuru olan İttihat terakkiciler Devleti Aliyeyi Osmanı'yenin varlığına son veren adımı attılar…

Çünkü hiç yoktan, Osmanlı birinci dünya savaşına sokuldu…

Ve beş itilaf devleti birleşerek, içteki piyonların desteğiyle Osmanlıyı yeryüzünden silebilmeyi başardılar…

Yerine ittihat terakkinin piyon üyeleri, gerek Osmanlı ordusunun bünyesinde olsun ve gerek ittihat terakkinin mensupları olsun, İngilizlerle anlaşma sağladılar..

Yani, İngilizleri İstanbul’a davet ettiler…

Tek bir kurşun sıkmadan İstanbul işgal edildi…

Ondan sonra, yani 1908’de Mondros Mütarekesi adı altında beş itilaf devletine Memaliki İslamiye denilen tüm İslam coğrafyasını bölük pörçük ettiler…

Haçlı emperyalizme nerdeyse tümüyle peşkeş çekildi…

Bu kez 1920’de ise Sevr Antlaşması dayatıldı…

Sevr’de de yine İngilizler başta olmak üzere itilaf devletleriyle gizli antlaşmalar yapıldı…

Böylece kupkuru ırkçılık sevdasıyla yola çıkılan içteki piyonlar, Türkiye’yi küçülttükçe küçültmüşlerdir.

Nitekim 1923’teki Lozan’daki antlaşma bunun bariz şekilde kanıtlayıcı delilidir.

Hele hele milli mücadeledeki mücahit, sarıklı, sakallı cübbeli kahramanların kurşunlarıyla verilen milli mücadele…

Fiili cihatlarıyla Sakarya, Dumlupınar ve İç Anadolu’nun Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa gibi, Doğuda da Van ve Bitlis gibi illerin itilaf devlerin elinden alınması…

O kirli haçlıları hak ettiği yere gömmüş olmaları…

Kazanılan bir savaş…

Ama ne hazindir ki, kurulan cumhursuz bir cumhuriyetten sonra, "istiklal harbimizin o kahraman mücahitlerinin çalışma aktifliğiyle" elde edilen, topraklar birbir geri verildi..

O kahramanlık, o cihat, o kültür, o ruh, o mana ne yazık ki geri plana atıldı…

Tabiri caizse tozlu raflara konuldu..

Hatta bir dönem sonrası; "bu kahramanlar" hasım olarak görülmeye başlandı…

Kimi sürgüne, kimi zindana, kimi de idama mahkum edildi..

Bakınız sevgili dostlar!

Cumhurbaşkanı her ne kadar açık ve net olarak;

"Bizim andımız İstiklal Marşımızdır."

Bize yalan tarih okutulmuştur.”

Diyorsa da, maalesef birileri bu devletin yüksek sesine kulağını tıkatıyorlar veyahut işine gelmiyor, duymazlıktan geliyor…

Tıpkı, "SUMMUN, BUKMUN, UMYUN..."

Yani kulakları var duymuyorlar, sesleri var konuşmuyorlar, gözleri var geçmişi görmüyorlar

İşte bu karerekteri taşıyanlara İnsan diyebilmek için bin şahit lazım..

Kur’an deyimiyle gerçekleri anlayamadıkları için dört ayaklı hayvandan daha beterdirler.

İşte Türkiye’nin ve İslam dünyasının başına gelen ve bugünkü böyle gittikçe gerileyen ve nerdeyse zilletle karşı karşıya kalan bir İslam coğrafyası, ne acıdır ki küfür dünyasının önünde adeta eğilmek zorunda kalıyor.

Kamuoyu olarak çok üzülüyoruz ama elden bir şey gelmiyor..

Sevgili okurlar!

Hürriyet Gazetesi’nde Mehmet Barlas’ın yakın tarihimizi anlatan “Kökten-devletçilik ekonomiyi de, siyaseti de rayından çıkartır.” başlıklı dünkü yazısını okumanızı tavsiye ediyorum.

Gerçek tarihten bir kesit aktarmaktadır...

En derin saygı ve sevgilerimle...