KAMU DÜZENİ VE SARSINTILAR!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız “Kamu düzeni ve sarsıntılar” ifadesinin muhtevası, okuyucularımızın pür dikkatini çekmiştir…

Çünkü, gün boyu deyim yerindeyse telefonlarımız kilitlendi…

Her taraftan telefonlar ve ihbarlar yağdı…

Bir dokun, bin ah işit misali...

İnanın ki, bizim bile bilmediğimiz, duymadığımız, öğrenmediğimiz "öylesine" mevzuular anlattıldı ki; "yok daha neler" dedirti?

“Kamu düzeni sarsıyor” dememiz, yerli yerinde bir tespittir.

Boşuna değildir…

Dün, Tarımla uğraşan köylü vatandaşın birisi bu yazıyı okumuş ki beni ressen aradı ve dedi ki;

“DEDAŞ’ın yapmış olduğu mezalim, özellikle tarım sulamasıyla uğraşan vatandaşlar ve çiftçileri çok büyük bir ızdırıpla karşı karşıya bırakmaktadır…

Devletin vatandaşlara vermiş olduğu destekleme primleri veya buğday primleri Ziraat Bankasına gelir gelmez, bir çırpıda DEDAŞ tarafından bloke ediliyor ve aylarca o paraya el konuluyor…

Hak sahibinin haberi dahi olmuyor.

Sebep?

Vatandaşa hayali borç çıkarmak…

Yasadışı biçimde vatandaşı töhmet altına alarak, senin şu kadar borcun var o yüzden parana bloke koyuyorum” diyor.

Oysaki hukuk devleti olarak, Türkiye özellikle AK Parti döneminde kendini müfteri durumuna sokarak vatandaşlara hayali borç ihdas edip “Benim dediğim dediktir” aklıyla vatandaşın hakkına tecavüz ediyor, gasp ediyor ve mağdur ediyor."

Oysaki vatandaş diyor ki;

“Aha benim sayacım burada…  Ben buradayım, benim sulamam burada…

Benim harcadığım elektrik şu kadar, şu kadar da su kullanmışız…

Fatura ne ise o?”

Ama derdini kime anlatırsın ki..?

İlla ki aldığını alıyor, vatandaşı mağdur ediyor.

Vatandaş da gidip derdini tabiri caizse; Marko Paşa’ya veyahut Hindistan’daki Sağır Sultan’a anlatıyor (!)

Eee başka kim bunu duyacak, kim bilecek ki, kim dinleyecek ki?...

Nihayet medya grubu olarak, araştırmalarımız sonucunda bu tür şeyleri yakalayabiliyoruz.

İktidarla halk arasında bir köprü vazifesini görüyoruz.

Oysaki tam tersine ne yaparsan yap, halkla devlet arasında "işte böylesi" kurumlar ha bire uçurumlar inşa ediyor?

Ahlaki uçurumlar…

Antidemokratik uçurumlar…

Mezalim uçurumları…

Hak, hukuk, adaletsizlik uçurumları….

Ne derseniz deyin; hepsi mevcut…

Doğrusu, medya grubu olarak bu yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üzerine gitmezseydik, dile getirmeseydik, memleketin hali nice olur du?

O da bir meçhuliyet…

İktidar kendi derdine düşmüş.

Milletvekilleri kişisel rant ve çıkar peşinde koşuşturuyor...

Tümüyle olmasa dahi ekseriyet-inin çalışma şekli bu yöndedir.

Hele hele bu bölgede, bu coğrafyada tarım sulama ile meşgul olan vatandaşların bu hale düşmesiyle ki sözüm ona devlet vatandaşına şefkat elini uzatarak sulamada kullanılan elektriğin sadece yüzde 35’ini istiyor.

Yüzde 65'ini de kendisi karşılıyor…

Yani indirimli…

Madem bu kadar indirim var ise…

Neden, farazi borç ihdas edip de vatandaşı töhmet altına alarak "nalıncının keseri" gibi tek taraftan yontarak niye borç çıkarıyorsunuz?

Hem de yalandan, hayali borç faturalandırıyorsunuz?

Tüm bu olup-bitene karşı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı acaba ne yapıyor diye kendi kendimize sormamamız mümkün değildir…

Öbür yandan kamu düzeni olarak bilinen, devletin diğer bazı kurum ve kuruluşlarındaki işleyiş…

Özellikle başta Adalet Bakanlığına bağlı bazı adli merciler..

Ki, adaletin sacayağı durumunda olan, savunma erkindeki “Avukatlık Sistemi…”

Nerdeyse mesleği kişisel ranta dönüştürmüş durumdalar.

“Sadece rant nasıl sağlanır, nasıl kazanırız?” düşüncesiyle yola çıkarken, ne yazık ki vatandaş adliyeye adımını attığı andan başlamak üzere cezaevinin ta ortasına kadar ranta dayalı sistemle çalışılıyor.

Vatandaş mağdur.

Lakin, elit tabaka gaddarlığıyla nerdeyse övünüyor.

Gaddarla mağdur arasında uçurum kadar mesafe var...

Hukuk, nerdeyse güçlünün adına çalışıyor.

Hukuk olmaktan çıkmış, adeta “gukuk” olmuştur.

Hak ve hakkaniyet ise boynu bükük bir şekilde kıvranıp duruyor...

Görsel, yazılı ve sosyal medyaya bakıldığında, her şey tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor zaten.

Son Kanun Hükmündeki Kararname’ye alınan kararlar…

İktidar ile muhalefet arasında nerdeyse infiale dönüştü.

Kavga, küfür, meclisteki anormal konuşmalar ve laf dalaşması.

Devletin birçok kurum ve kuruluşları birçok yönüyle artık güvenilmez hale gelmiştir..

* * *

Diğer kamu kurum ve kuruşlarının yansıra, bir de Diyanet İşleri Başkanlığana bakalım…

Neler yaşanmıyor ki?..

Skandallar zincirinin bini bir para...

Bakınız, bu kurumun bünyesinde “Hac Kayıt Dönemi” başladı.

Nerdeyse sokak başında, her bir yerde “Hac ve Umre” Turizm şirketleri türemiş…

Pusuya yatmış, yırtıcı gibi…

Şu mahalle, şu kahve, bu cami…

Kur’an kursları…

Tekkeler, zaviyeler…

Pek tabi ki, medreseler…

Ya cemaatler…

Birbir dolaşılarak, hem de kadınlı-erkekli, milleti yanlış yamalak, yalan dolan edebiyatlarla kandırmaktadırlar…

Paraları ceplerine indiriyorlar…

Ondan sonra o kutsal “Hac” ibadetini de kirli emellere alet ederek adeta kirletiyorlar...

Takdir edersiniz ki; “Hac” farizasının kutsallığı az-öz sıradan bir olay değildir.

Haccın ve ondaki sır ve hikmetin ihmali, yani mana değerini arka plana atıp ranta dayalı olarak kullanıldığı takdirde felaket bir musibet olmaktan çıkar, gazap ve kahr-ı ilahi celbine döner…

Bunun cezası da hacca gidip yapılan günahın kefareti kurtarmaz, tam tersine günahları fazlasıyla arttırır…

Yani “Kaş yapayım derken göz çıkarma” misali.

Haccın kutsiyeti, özellikle tarifle, yani orada tanışmakla tevhid-i efkari, tüm Müslümanların fikir birliğini bir araya getirip teavünle (yardımlaşmayla), orda dünyanın en ücra köşesinden gelen Müslümanların o ibadet mesaisini bünyesinde taşımaktır.

Buna Siyaset-i Âliye-yi İslamiye denir.

Yani İslam’ın en yüksek siyaseti de budur ki insanları bir araya getirip mana ruhunu yaşatmaktır.

Para, pul, milyar dolarları kazanmak değil.

Ve maslahat-ı vasıa-i içtimaiyenin ihmalidir ki; düşmana milyonlarca Müslümanları İslam aleyhinde istihdama zemin ihzar etmiş olunur..

Çünkü haccın ve ondaki hikmetin ihmali yüce mana değerini taşımamak, musibet olmaktan çıkar tam tersine gazap ve kahr-ı ilahi celbeder.

Ki nitekim bugünkü âlem-i İslam’ın düşmüş olduğu hal bunu bize gösteriyor…

Bunun cezası da günahların affedilmesi değil, tam tersine daha fazlasıyla günah işlemek demektir.

Çünkü Hac’da yapılan gayriciddî ibadetler geri teper.

Hele hele birilerinin rant ve para kazanma ki; nitekim Diyanetimiz bugün o yolda milyar dolarları kazanıyor ve zerre kadar Müslümanların bir camisine bile bir kuruş dahi harcamış değil...

Herhangi bir özel Kur’an Kursu veyahut Medreselere bu bütçelerden hiçbir kuruş dahi göndermiş, harcamış değildir…

Bu paralar nereye gidiyor belli değil?

Bu yetmiyormuş gibi danışıklı dövüş içerisinde milyar dolarlarla çalışan “Hac ve Umre” Turizm şirketlerine de çanak tutarcasına “Hacdaki” yapılan İslam dışı uygulamalara da göz yumuyor.

Haccın ilke ve menasipleri tam yerine getirilmeden vatandaşlara “Hac” yaptırıyorlar.

Samimi ve ihlâslı olmayan ibadetler hiçbir zaman ibadet olamaz.

Bu da “Kamu düzeni ve sarsıntılar” paralelinde düşünülürse, kamudan topluma gelen sarsıntıların en dehşetlisidir.

Devletin önemli bazı kurum ve kuruluşlarına gidildiğinde, evlere şenlik(!)

Nazar değmesin dedirtiyor insana (!)

Ne seçilmiş milletvekilleri ve ne de atanmış idari bürokratlar, bir türlü yaralı parmağa “………. edemiyor?”

Peki, olaylar böyle olunca bu ülke nereye gidiyor diye sormak gerekmez mi?

Her gün biraz daha suç ve suçlu potansiyeli artıyor.

Caydırıcılık yok.

Başta söylediğimiz gibi DEDAŞ gibi özelleştirilmiş bir Devlet Kurumu, adeta birilerine peşkeş edilmişçesine para kesiyor, vatandaşı acımasızca mağdur ediyor.

Ve vatandaşa hak etmediği zalim şamarları vuruyor.

En derin saygı ve sevgilerimle…