KAMU DÜZENİ VE SARSINTILAR!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Üç gündür başlık olarak kullandığımız “KAMU DÜZENİ VE SARSINTILAR” ifadesi, gerçekten kapsamlı ve anlamlı bir ifadedir.

Hani demişler ya;

“Bilen bilir, bilmeyen bilmez...”

Diğer bir ifadeyle;

“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az...”

Türkiye’mizin hali pür melaline gerçekten acımamız gerekir.

Milletçe, toplumsal gücümüzü kullanarak bir noktada milli birlik ve beraberliğimizi koruma amacıyla tüm olumsuzluklara meydan okuyarak, yanlışa yanlış demeliyiz…

Kirlenmiş ideolojileri içimizden söküp atarak, ümmetin milli bir ruh dirilişiyle yola çıkmamız gerekir...

Maalesef bu diriliş, manen ve hükmen bir dirilişe dönmüyor, döndürülmüyor?

Bugünkü Türkiye'mizde, yüzyıl önceki İttihat ve Terakki Cemiyetinin uyguladıkları neler ise ne yazık ki bakıyoruz ki yüzyıl sonra dahi aynı uzantılar devletin bünyesinde varlık göstermektedir…

İçten içe ağacı kemiren kurtcuklar gibi; ülkeyi ve milleti kemirdikçe kemiriyor….

Ama gelip-giden iktidarlar, ne hazindir ki, olup-biteni görmüyorlar veya görmezlikten gelip gün ve zaman tüketiyorlar…

Gönül arzu ediyor ki; AK Parti döneminde böylesi handikaplar yaşanmamış olsaydı…

AK Partinin kurucusu ve çağdaş bir siyasi lider olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm bu gayretli, imanlı, izanlı çalışmalarına ne yazık ki, "bu kurtçuklar" gölge düşürmektedir…

Ki kendisi de zaten bunları biliyor.

Nitekim bundan 10 yıl önceki böcek olayı.

Başbakanlık döneminde odasına konulan böcek ve dinlenme cihazlarının bulunması, hiç kuşkusuz ki durup dururken oraya konulmadı...

Korkarım ki, hala da Sayın Cumhurbaşkanının etrafında dolaşıp keyif çatmaktadırlar…

Ki "o kumpascıların" varlığı da inkâr edilemez.

Demek anlaşılan budur ki "o tehlike" hala da vardır.

Şu halde devlet kendine gelmelidir, milli ruh otoritesini kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesine yerleştirmelidir…

Kontrol altına almalıdır.

Sadece güzel makyajlı nutuk atan yetkili bürokratları değil, namuslu, dürüst, Allah’tan korkan bürokratları devletin tüm kurum ve kuruluşlarının başına getirmeleri gerekir…

Yoksa vurdumduymazlıkla bir yere gidilmez.

Üç günden beri bunları yazıp çiziyoruz.

Hatta on günden beri çok önemli kilit noktaları dile getiriyoruz, işaret ediyoruz ve nerde odaklanmış kirlenme varsa, tespit ederek yazıyoruz-çiziyoruz.

Ama ne yazık ki hiçbir kurumdan, kuruluştan bir rahat nefes aldırabilecek cevap alamıyoruz…

Üniversite dedik.

İkinci bir PKK Kandil’i olarak gösterdik.

Herhangi bir uygulama yok!..

Cevap veren de yok...

DEDAŞ’ı dedik.

Oldukça yerinde sayıyor ve derin nefes aldırmıyor.

Ama zarar gören vatandaşların boynu kopsun(!) manasıyla vurdumduymazlık halini yaşatıyor…

DEDAŞ kurumu bölgede adeta mafya gibi çetevari bir çalışma yürütüyor.

Dediğim dedik, kestiğim kestiktir.

Bu yanlışlıklara hala da devam eden DEDAŞ kurumu…

Bu durum devam ederse korkarım ki 2019’da hem yerel seçimlerde hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AK partiye zarar verir ve seçilme şansını da zayıflatır…

İnanın ki, toplumda AK Partinin güzel tarafını söylediğimiz zaman, vatandaşlar parmak kaldırıp “şu şu şu ne yapıyor?” diyerek sorgulama yapıyor…

Yani devlet beş-on müteahhidin elinde...

Ve o beş on müteahhitlerin de isimleri bilinmektedir...

Partiye ve önemli makamlara yakın insanların varlığı da inkâr edilemez.

Hatta ihaleleri dağıtanları da kamuoyu çok yakından tanıyor.

“KAMU DÜZENİ VE SARSINTILAR” ifadesi, yerden göğe kadar dayanaklı bir ifadedir…

Gerçekten ülkeyi içten vuran olumsuzluklar var…

Tıpkı 1909’daki İttihat Terakki’nin memlekette yapmış olduğu ihanetler zinciri gibi…

Nihayetinde ülkeyi I. Dünya Savaşına sürüklediler.

Ve “Mondros Mütarekesi ile Sevr Antlaşması ve Lozan Zaferi” gibi milletimiz için, ülkemiz için birer facia durumundaki ana unsurları kabul ettirdiler…

Ne yazık ki bugün Türkiye’yi bu hale getirmiş gerçek nedenler ve gerçek sebepler bu unsurlardır…

Bugün devlet, hala da ne yazık ki bunları yaşıyor.

Kendini kurtaramamıştır.

Yukarıda DEDAŞ deyimini kullandık.

DEDAŞ;

Güneydoğu Anadolu’daki illerimizde..

Özellikle Diyarbakırımızda…

Ve özellikle sulamaya yönelik çiftçiklikle uğraşan vatandaşların boğazına, gırtlağına kadar elini atmış boğuyor…

Tabiri caizse, vatandaşı yere atmış, dizini karnına, elini gırtlağına koymuş, boğmak üzere cebinde, "neyi var, neyi yok" çetevari şekilde alıyor…

Soyuyor…

Yalanla, tezviratla, göz boyamayla sayaçları koyuyor, o sayaçların içiyle oynuyor ve vatandaşa bir süre sonra “Gel kardeşim, senin şu kadar borcun var, sen şu kadar kaçak elektrik kullanmışsın, gel bunun beş mislini, on mislini öde” diyerek, sahte fişlemeler yapıyor.

Böylelikle vatandaşı mağdur ediyor…

Ve benim il düzeyindeki yöneticilerim bunları görmüyor?

Görmezlikten geliyor?

Onu da bir türlü çözemedik.

Keza 10 günden beri Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki yapılan gayriciddî olumsuzlukları kaleme alıyoruz…

Şaibelerin bini bir para…

Hafızlık seviyesine gelmiş bazı din adamlarının çok laubalice adım atmaları…

Ki, rahat ve serbest davranmaları…

İslam dışı münkeratların içine dalmış, faiz ve fuhuşa kadar bulaşmış, girmiş, din adamı adını kullanan nice edepsizlerin var olması?

Yani adam  ve işlediği vakıa müfettişlik oluyor…

İnceleme yapılıyor…

İfadeler alınıyor…

Deliller toplanıyor..

Ama, o müfettişlerin hazırladıkları raporlar, saklı tutuluyor ve olan şerefli, izzetli, ter-û taze nurlu İslam’a oluyor.

İslam arkadan vuruluyor, herkes de görmezlikten geliyor.

Oysaki kendi kişisel çıkar ve rantına karşı hiçbir zaman İslamiyet rüşvet aracı olarak kullanılamaz…

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin de bu minvalde çok önemli ifadeleri var…

Bunları bu akşam birer başlık olarak kullanıyoruz.

Ama önümüzdeki günlerde daha fazlasıyla., detayına girerek kaleme alacağız.

Bize göre “Diyanet, hem sadarettir, hem meşihat-ı İslamiye’dir”

Üstad Bediüzzaman diyor ki;

“Sadaret, meşihat İslam’ın iki cenahıdır.

Diyanet, hem devleti temsil etmelidir, hem de meşihat-ı İslamiye’yi temsil etmelidir.

O büyük insan diyor ki;

“Şu devlet-i İslamiye’nin bu iki kanadı eşit durmazsa, devlet ileri gidemez.

Gidilse de böyle bir medeniyet-i faside için mukaddesatından, İslam’ın yüceliğinden sıyrılır gider...”

Nitekim hal-i âlem meydandadır.

Gerçekten bugünkü Diyanet Teşkilatı, yanlışlıklar batağında boğulmuş durumda…

İslam dışı uygulamalarla, İslam’dan sıyrılmış durumda.

Oysaki ihtiyaç, her işin üstadıdır.

Yani halkın ihtiyacı gerçek din adamlarına vardır ve olmazsa olmazıdır.

Ama terû taze o İslam cübbesini giyip de “Hac, Umre, Tavaf, Ziyaret” derken, başıboş, sahipsiz kadınları öne sürerek, onlara fetva vererek, onlarla bazı Turizm Şirketleriyle işbirliği yaparak, oradaki sahte, naylon hocaları öne alarak, para karşılığında yapmadıkları bir şey yok.

Ve hac menasiplerinin üçte birisi ya gerçekleştiriliyor, ya gerçekleştirilmiyor.

Noterde sahte evrak tanzim ederek, orada ne yazık ki sahipsiz kadınları sahipleniyorlar…!?

Kendi özbeöz eşleri imiş gibi o kutsal topraklarda peşkeş ettiriliyor.

Ve o Turizm şirketleri ve Diyanet’in Hac işlerini yapan cepçi bazı yöneticiler dairenin görevini yapıyoruz gibi gösterilerek, aslında kendilerine çalışıyor olmaları, ülke için, bu yüce İslam dini için bir yıkımdır, bir kirlenmedir.

Kim kimi koruyor?

Bilemiyoruz!

Adam defalarca müfettişlik oluyor ve şahitli dosyalar tanzim ediliyor, nerdeyse suçüstü yapılıyor.

Ama o evraklar hasıraltı ediliyor.

Hayrola, sormazlar mı?

Sevgili dostlar.

Başınızı ağrıtmayalım.

Bir medya grubu olarak bunların peşini bırakmıyoruz.

Devlet ve Bakanlık, hatta Valiliklerin dahi bunları mercek altına almaları gerekir.

Böyle vurdumduymazlıkla ülkeye, millete kimse bir şey kazandıramaz.

“Çırpındıkça batar” misali, ülke bu tür insanlar yüzünden nice tehlikeleri yaşıyor…

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…