KUDÜS, SUUDİ ARABİSTAN İÇİN ÖNEMLİ DEĞİL!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

“Kudüs Suudi Arabistan için önemli değil” başlıklı yazı serimiz Allah izin verirse devam edecektir ve devam etmesi de gerekir.

Zira konu "yerküresi" ağırlığı kadar ağırdır.

Göklerdeki yıldızlar kadar, ay ve güneş kadar ağırdır ve önemlidir.

Çünkü Kudüs demek "Mescid’ül Aksa" demektir.

Mescid’ül Aksa’nın mübarek olduğu dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi; “İsra” suresinin 1. Ayetiyle kanıtlanmıştır.

Ne yazık ki Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin Kudüs’ü önemsemeyip, çok hafif bir dava, bir yer olarak görmesi bize göre çok ağır bir suçtur…

Büyük bir vebaldir...

Eğer Mescid’ül Aksa’yı önemsemiyorlarsa, Kudüs’ü önemsemiyorlarsa, kesinlikle Mekke-i Mükerreme’yi de, Mescid’ül Haram’ı da, Kabetullah’ı da ve Ravza-ı Mutahhara’yı da önemsememeleri kaçınılmazdır.

Ancak ne var ki Suudi Arabistan’daki bu güzel Harameyn-i Şerifeyn denilen Kâbe ve Medine’deki Ravza-ı Mutahhara Resulullah (S.A.V)’in mübarek kabri var oldukça, tüm İslam dünyası "yüzünü" hep buraya çevirecektir…

Türkiye ve diğer İslam ülkelerindeki Müslümanlar da “Hac ve Umre” ibadetini yerine getirmek için, sene boyunca buraya akın edecektir…

Oluk oluk para akıtacaktır..

Onlar da dev binalar ve lüks oteller inşa ederek, servetlerine servet katacaklardır…

Onların "kirli ihtiraslarının" kasaları doldukça dolacaktır…

Ne yazık ki, bu paradan Amerika da, İngilizler de, İsrail de, hatta Mısır’ın ajan darbeci Sisi’si de faydalanmaya devam edecektir.

Petrol falan diyorlarsa da bize göre o laf-ı güzaftır.

Zenginlik, tamamen İslam dünyasından akan paradır…

Ve nitekim Mısır’daki İhvan-ı Müsliminin iktidarını devirmek için ordunun başındaki emperyalist ajanı Sisi’ye 4,5 katrilyon para aktarıldı.

Güçlendikçe güçleniyorlar bu parayla.

Ama uzaktan seyreden haçlı anlayış ile Siyonist kefereler bıyık altından gülmeye devam ediyor…

Gerektiği yerde kahkaha atmaktan da geri kalmıyor…

Ki o paradan da nemalanıyorlar…

Bu durum karşısında ne demek lazım, ne yapmak lazım?

Tabi, Türkiye tek başına ne yapabilir ki?

Günlerdir hep bu konuyu işlerken diyoruz ki; Türkiye dahil olmak üzere İslam dünyasını yakan ve içten yıkan "Lawrence’ler" var.

Lorenzen’ler var...

Biliyorsunuz bu her ikisi de 1923’teki Lozan anlaşmasını uygulayan, İngiltere Dışişleri Bakanlığından sorumlu Lord Curzon’un birer kuzenleridir..

Evet, gerçekten İslam dünyası hala da bugün kendisini meçhul, sinsi, içten yıkmaya çalışan münafık tıynetli, bozuk ruhlu "Lawrence’lerden" arındıramamıştır…

Ki hep var olmuşlardır…

Başta Türkiye’de olmak üzere…

Elbette ki Suudi Arabistan’da bulunan mason locaları ile Medine’de kalan Ben-i Nadir ve Kureyş Yahudi iki kabilenin uzantılarının varlığı da söz konusudur.

Her ne kadar Müslümanlığı kimseye bırakmıyor, isimleriyle İslam ismini taşıyorlar ise de hiç de öyle değildir…

”Vahabilik ve Haricilik” mezhebine girmiş birer Abdullah İbn-ü Sebe’lerdir…

O Abdullah İbn-ü Sebe’nin ahfat ve torunlarının bulunmaması da mümkün değildir.

1915’te Türkiye’deki Ermeni olaylarından sonra korkudan Müslümanlık kisvesine bürünmüş ama kendini çok iyi gizlemiş, hatta namaz niyaz, oruç, hac ve umreyi kimseye bırakmayan nice dönmelerin "içimizde" var olduklarını da biliyoruz…

Ki bu dönmeler gün gittikçe kendilerini deşifre etmektedirler.

Ne ile deşifre ediyorlar?

Pek tabi ki, PKK’nın, HDP’nin saflarında deşifre ediyorlar kendilerini.

Doğu ve Güneydoğu’da, bu kulvarda varlar…

Hiç kuşkusuz ki, Karadeniz, Orta Anadolu ve İstanbul gibi önemli mekânlarımızda da aynı o uzantının varlığı söz konusu.

Bozuk tıynetli nice kansız sabatayistler…

Ermeni dönmeleri…

Hepsi birer "Lawrenceler" gibi; ülkeyi ve milleti içten vuruyor…

Gizli mason locaları sinsidir, rahat durmazlar.

Devletin birçok kurum ve kuruluşlarını nerdeyse ele geçirmiş durumdalar..

Ama ne yapacaksın?

Derdini kime anlatacaksın?

Diyorlardı ya; “Git derdini Marko Paşa’ya anlat”

Gerçekten bu bir darb-ı meseldir.

***

Bakınız, Batman Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Aydın Durmuş…

Kendi imzasıyla İslami İlimler Fakültesi Dekanlığı’na bir yazı gönderiyor…

Diyor ki…

“Üniversitenin Batı Raman Kampüsü’nde günün değişik saatlerinde ve farklı mekânlarda tamamıyla kapalı, pardösülü, peçeli ve gözlüklü halde, kimliği net olarak anlaşılamayan öğrencilere çok sayıda kişinin şahit olduğu ve bu durumun endişe ve tedirginliğe yol açtığı...”

İşte böylesine dehşet saçan bir haber medyaya yayılıyorsa ve iki gün sonra aynı o Fakültenin Dekan yardımcısı Rektör tarafından “Vay gel buraya, sen miydin bunu basına açıklayan?” deyip görevden alabiliyorsa ne diyebiliriz ki?

Kime halimizi anlatabiliriz ki?

Yani Suudi Arabistan’daki yalaka kral iktidarıyla, Birleşik Arap Emirlikleri’nin mensupları Kudüs’ün başkent olmasına kına yakıyor, alkış tutuyor, diğer bir deyimle çepik çalıyor…

Bize göre Türkiye’deki 28 Şubat'ın Ulusalcı, Ergenekoncu, Kemalist, laikçi anlayışıyla yek değerdir.

Hiç bir farkları yoktur…

Cumhurbaşkanımız ve medyamız, Birleşik Arap Emirlikleri’yle mücadele yapmaktan daha fazla öncelikle içimizde barınan, devletin önemli kurum ve kuruluşlarını ihraz eden Lawrenc tipi akademisyenlerle uğraşmalıdır.

Nitekim iki sene önce Türkiye’nin değişik üniversitelerinde bin 250 akademisyen, 17-25 Aralık için darbe girişimini olağan bir şeymiş gibi göstermeye çalıştıklarını unutmamamız gerekir…

Sormak lazım, o akademisyenlerin kaçta kaçı görevden alındı, mahkemeye verildi?

Bize göre hiçbir şekilde dokunulmadı.

Ve bugün o akademisyenler hala iş başında.

Cumhurbaşkanımız, başörtülü okuyabilmesi için çocuklarını o zaman ABD’ye göndermek zorunda kalmıştı.

İşte Cumhurbaşkanımız bugünkü bu sorumluluğu görmüyor mu veya görmezlikten mi geliyor veya daha zamanı mı var gibi düşünmemek elde değil?

Gerçekten kamuoyunu çok yakından ilgilendiren bir olay…

Onun için her nedense o Batman’daki Rektöre kimse dokunmadı.

Ama Fakültenin Dekan yardımcısı O rektör tarafından "sorgusuz-sualsiz" görevden alındı…

O Dekan Yardımcısının suçu başörtülü bayanların kampüslerinde örtülü gezmelerine müsaade etmesidir.

Daha ne diyelim?

Vay halimize!

* * *

Evet, sevgili okurlar.

BAE (Birleşik Arap Emirlikleri), nerdeyse Türkiye’ye düşmanlığını yeniden ilan etmek üzere.

Aslında bu düşmanlık Türkiye’ye yönelik değil İslam’a yöneliktir.

Öyle ya, İslam’ı temsil eden Osmanlı İmparatorluğu Hilafet-i İslamiye’yi 624 sene korudu.

Ne vakit ki İngilizler İstanbul’u işgal etti, diğer dünya kefereleri de Anadoluyu işgal etmeye çalıştılar.

İşte o zamanki milli ruh onları püskürtebildiyse, iman dolu meşaleleriyle ulemalar vardı ve nice kahramanlar vardı.

Ama bugün esamisi yok.

Birleşik Arap Emirlikleri ise hala I. Dünya Savaşındaki o zihniyeti taşıyor.

İslam’la uzaktan yakından bir alakaları yoktur, ilgileri de yoktur.

* * *

Sevgili dostlar.

Dert çok büyük.

İslam dünyası olarak oturup hüngür hüngür ağlamalıyız kendi halimize.

Eğer başımıza böylesine ağır sıkletli olaylar yığını geliyorsa ve biz de altından kalkamıyorsak, biraz da kendi kendimizi sorgulamalıyız.

Özellikle Türkiye bu İslam dışı yaptıkları sözde ibadetler ve hem de ciddiyetten, samimiyetten ve ihlâstan uzak olan ibadetler ve “Ilımlı İslam” olarak nitelendirilen gayriciddî yaşam biçimi, gerçekten çok düşündürücüdür.

Ve çok vahimdir.

Bakınız.

Diyanet İşleri Başkanlığı, dün çok büyük bir temizlik yaptı.

Adeta kurumun bünyesinde bir deprem sarsıntısı meydana geldi.

Neden mi?

Özellikle yıllardan beri süre gelmiş aynı ekipler, millete “Hac” farizasını yaptırırken yarım yamalak yaptırmış.

Keza Umre de aynı şekilde.

Ve diğer vurguncu, cepçi turizm şirketlerinin de aynı paralellik arz eden “Hac ve Umre” uygulamaları, adeta birer skandaldan ibarettir.

Buna da hoşgörü diyorlar, müspet harekettir diyorlar.

Ama öbür yandan da malı götüren götürene…

Haram ile helali hiç birbirinden ayırt etmeden ibadet şekillerini uyguluyorlar…

Dul veya genç kadınlara, eşsiz, mahremsiz, hiçbir yakını olmadan tek başına “Hac ve Umre” yaptırılıyor ve orada sahte nikahlar yapılıyor ve sahte dayılar yazdırılıyor.

Bunu artık Diyanet İşleri Başkanlığının çok iyi düşünmesi lazım.

Deveye demişler ki; “Boynun neden eğri?”

Deve demiş; “Nerem doğru ki?”

Gerçekten sistemin her tarafı arapsaçına dönüşmüş.

Nereye el atarsan, orada küfür ve imansızlık kokusu geliyor.

Faiz sektörü almış başını gidiyor.

Fuhuş sektörü almış başını gidiyor.

Uyuşturucu sektörü almış başını gidiyor.

Rüşvet, suiistimal, adam kayırma, bini bir para..

Hele ki bölgedeki bazı kayyumların icraat adı altındaki; "skandalları!"

Göstermelik..

Kurgulu…

Dev posterlerle, "reklam" yapma halleri..

Ve daha neler neler?

Hepsini buraya sığdıramıyoruz.

Peyderpey inşallah can alıcı, kilit konuları siz değerli okurlarımızla Allah nasip ederse paylaşmaya devam edeceğiz.

Vesselam.

En derin saygı ve sevgilerimle…