Görüş Bildir

KUDÜS, SUUDİ ARABİSTAN İÇİN ÖNEMLİ DEĞİL!? (III)

Evet, sevgili okurlar…

"Kudüs davasının" savunucusu tüm İslam dünyası içerisinde ne yazık ki yalnız Türkiye kaldı.

Türkiye’de de yalnız Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır...

Bundan anlaşılıyor ki; gerçekten bu dünya bir imtihan dünyasıdır.

Sınava tabi tutulan her babayiğit, bu sınavı geçemez.

Dirayetli, kendi davasına ciddiyetle sarılmış nice dava erleri de vardır.

İşte onlar, kendi savundukları davaları, canlarından daha fazla kutsuyorlar ve üstün tutuyorlar.

Tıpkı günümüzdeki İslam dünyasının varlığı gibi...

Ama yerle gök ağırlığı kadar bu yüce davayı ne yazık ki; "İslam dünyası" içinde hakkıyla göğüsleyen pek yok..

Oysaki 1.7 milyar nüfuslu bir İslam dünyası var…

Her ne kadar nicelikte çoğunlukta ise de, maalesef nitelikte çok büyük azınlık içerisinde kalmaktadır…

Tabi, Türkiye hariç...

Türkiye’nin lideri Sayın Recep Tayyip Erdoğan, dünkü yaptığı konuşmada, tüm dünya kamuoyu önünde herkese seslendi ve tarihi gerçekleri teşhir etti.

Ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’e yönelik ifadeleri esirgemedi ve hak ettiği şamarı da ona yedirtti.

Bu itibarla diyoruz ki;

Gerçekten Medine’ye, Mekke’ye, Kuds-i Şerif’e sahip çıkabilecek tek bir lider vasar; o da Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Günümüzdeki vermiş olduğu mücadele ve çaba, takdire şayandır…

Ama madalyonun diğer yüzüne baktığımız zaman, ana muhalefet partisinin döktüğü inciler bariz şekilde kendilerini ele veriyor zaten.

İşte her zaman burada ifade etmeye çalıştığım gibi, aynen “iki kere iki dört eder” derecesinde katidir…

Ki; İslam’ın gerçek ruhunun bulunmadığı bir toplum sükût eder ve sukuta düşer.

İlla ki yobaz küfür sistemleriyle dûçar olur, ne yaptığını fark edemez?…

* * *

Evet, o yüce kitabımız Kur’an-ı Azim Şan’a sarılmadığımız müddetçe, hiçbir zaman yekvücut olamayız, birlikteliğimizi muhafaza edemeyiz.

Zira yüce kitabımız bize bunu, emrediyor…

“Ve emruhum şura beynehum”

“Müslümanların hal ve etvarları kendi aralarında olan bir şeydir...”

Diğer bir ayet-i kerimede ise şöyle buyuruyor;

“Çok önemli konularda meşvereti elden bırakma...”

Meşveret; İslam davalarında başta gelen gerçek ve ideal bir olaydır.

Meşveretsiz hiçbir zaman bir yere gidilemez.

***

Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri “Sünuhat” isimli kitabında çok veciz ve önemli konuları kaleme alırken şu uyarıyı yapıyor… Ve diyor ki;

“Saltanat ve hilâfet gayr-ı münfek, müttehid-i bizzattır.

Cihet muhteliftir.

Binaenaleyh, bizim Padişahımız hem sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâmın bayrağıdır.

Saltanat itibarıyla otuz milyona nezaret ettiği gibi, hilâfet itibarıyla üç yüz milyonun mâbeynindeki rabıta-i nuraniyenin mâkes ve istinatgâh ve medetkârı olmak gerekir.

Saltanatı sadaret, hilâfeti meşihat temsil eder.

Sadaret üç mühim şûrâya bizzat istinat ediyor, yine kifayet etmiyor.

Hâlbuki böyle inceleşmiş ve çoğalmış münasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevzâ, efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fâsid medeniyetin tedahülüyle ahlâktaki müthiş tedenniyle beraber, meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terk edilmiş.

Sadaret, meşihat, iki cenahdır.

Şu devlet-i İslâmiyenin bu iki cenahı mütesâvi olmazsa, ileri gidilmez.

Gidilse de, böyle bir medeniyet-i faside için mukaddesatından insilâh eder.

İhtiyaç her işin üstadıdır.

Şöyle bir şûrâya ihtiyaç şedittir.

Merkez-i Hilâfette tesis olunmazsa, bizzarure başka yerde teşekkül edecektir.

Bu şûranın bazı mukaddematı olan cemaat-i İslâmiye teşkilâtı ve evkafın meşihata ilhakı gibi umurun daha evvel tahakkuku münasip ise de, baştan başlansa, sonra mukaddemat ihzar edilse, yine maksat hasıl olur.

Daire-i intihabiyeleri hem mahdut, hem muhtelit olan âyan ve mebusanın vazife-i resmiyeleri itibarıyla bilvasıta ve dolayısıyla bu işe tesiri olabilir.

Hâlbuki vasıtasız, doğrudan doğruya bu vazife-i uzmâyı deruhte edecek, hâlis İslâm bir şûra lâzımdır.”

 

* * *

Bakınız, sevgili okurlar...

Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni'nde konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’e sert sözlerle cevap verdi.

“Fahreddin Paşa'yı ve Medine müdafaasını bilmezsek, işte bir kendini bilmez çıkar, bize 'Erdoğan'ın ecdadı işte böyledir', adeta 'hırsızdır' diyecek kadar adileşir, alçaklaşır, ileri gider.

Bu adam neyin şımarığıdır?

Petrolün, elindeki paranın şımarığıdır.

Benim ecdadım Medine'yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin ecdadın neredeydi?

Sen, önce bunun hesabını bize ver.

Fahreddin Paşa biliyordu ki; İngilizler gelir orada bir işgal hareketine girerse o eşyalar nereye gider biliyordu ve oradan o emanetleri 2 bin civarında askerle İstanbul'a gönderiyor...

Ve buraya da bir saldırı olur diye Anadolu'ya götürülüyor.

Şimdide Topkapı Sarayı'nda 24 saat Kuran tilaveti ile bu koruma süreci devam ediyor.

Bu saygısızlığı yapan kişi bu emanetler ne diye sorsanız inanın bilmez.”

Evet.

Gerçekten vicdanen ve izanen insan düşünse Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yukarıdaki yazılan gerçekleri dile getirmiştir.

İslam dünyasının içine sızdırılmış nice Yahudi asıllı kanı bozuk dönmeler vardır.

Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah ibn Zeyd’in dediği Yahudilere acıma şeklini ifade etmeye çalışırken "suç üstü" yakalanmıştır…

Gerçekten Sayın Erdoğan’ın bu sözlerinin üstüne söylenecek başka bir söz göremiyoruz.

Güzel bir şekilde resmi sıfat olarak, Abdullah İbn Zeyd’i iyice giydirmiş ve tokatlamıştır.

Erdoğan’ı tebrik etmemek elde değil.

Vicdanen ve izanen düşünen herkes, Erdoğan’ı desteklemelidir, takdir etmelidir.

Nitekim tüm İslam dünyası bunu yapar.

Ama ne çare ki sözde kalır.

Ancak Abdullah İbn-ü Sebe’nin neslinden türemiş dönmeler hariç.

Onlar zaten görevini yapıyorlar.

O dönmeler Türkiye içinde de olabilir, Suudi Arabistan’da da, Medine’de de, Mekke’de de, Mısır’da da olabilir.

Her tarafta olabilirler yani.

Kimse inkâr edemez.

Yeter ki uyanık olabilelim.

Uyanık olmadığımız takdirde, iyi bir seçim gerçekleşmediği takdirde, biz de aynı o potada eriyip gideriz.

Bakınız, Bediüzzaman diyor ki;

“Musibet şerr-i mahs olmadığı gibi bazen saadette felaket olduğu gibi, felaketten dahi saadet çıkar, eskiden beri ila-i kelimetullahı üstün tutmak için ve beka-yı İslami için her şey kifaye-yi cihette der uhde ile kendini tek vücut olan âlem-i İslam’a vazifedardır...”

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…

 


Bu Makale 4028 kere okunmuştur.