KÜRT TEALİ CEMİYETİ, SEVR VE LOZAN..!? (II)

Evet sevgili okurlar!

Bu köşede dün yazmış olduğumuz yazının ana gerçeği “Kürt Teali Cemiyeti, Sevr ve Lozan” başlığından da anlaşıldığı  gibi “Kürt meselesinin” bugüne münhasır olmadığını dile getirmekti..

Bundan nerdeyse yüz, yüzon yıl  öncesi bir geçmişe sahiptir...

Çünkü, ne olduysa 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın başına örülen çoraptan sonra, oldu...

Bakınız Osmanlı’nın son dönemde, yani 1905’lerden 1909’lara kadar geçen 4 yıllık zaman dilimi içerisinde, meşrutiyet, şeriat, milliyet vs. gibi kavramlar öne çıkarılarak, kullanıldı.

İslam halifesi durumunda olan Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han’da işte bu kavramların gölgesinde çok değişik sergilenen oyun ve tezgahlarla, tahtan indirildi.

Ki, tahttan indirilen Ulu Hakan Sultan Abdülhamid tam 33 yıl süreyle, devletin varlığını idame ettirdi ve tüm uygulamaları dosta düşmana bir ders-i ibret içermekteydi...

Çünkü, Sultan Abdülhamid bir devlet adamıydı, ilim adamıydı, din adamıydı, yanlış değilsem Şazeli tarikatına mensup bir insandı.. Ki şeyhi de Şam’daydı.

Evet!

Sultan Abdülhamid bu inançla, bu imanla devletin iç meselelerini, dahili sorunları toplumsal bir barış güvercini şeklinde, ele alıp, istişareli çözümler üretiyordu..

Doğusuyla, batısıyla, Türküyle Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle  herkesi ama herkesi kucaklayan bir anlayışa sahipti...

İç hukuku koruma altına almıştı, devletin coğrafik açılarını  sürekli geniş tutmaya çalışıyordu...

Gerçekten devlet idaresi, Osmanlı Dönemi’nin son halini büyük bir muhafazakarlık içerisinde koruma altına almıştı.

Başta hukuksal, yani mahkemeler, yargı meseleleri, ekonomiksel, eğitim ve maarif dahil olmak üzere bu ana unsurlar devletin temel direği olarak muhafaza altındaydı..

Nitekim, devlet oldukça ilerliyordu.

İşte bunu hazmedemeyen, içine sindiremeyen içteki gizli Ermeni lobileri, 500 yıllık içimize ithal edilen Yahudilerin ve Turancılık, ırkçılık, kavmiyetçilik hastalığına müptela olan sözde Turancı anlayışı savunan bir kesim insanlar, haçlı ittifakıyla; “Osmanlıyı” içten içe vurmaya, yıkmaya başladı...

Bu yöndeki ilk hamle, 1905’te gerçekleşti.. Bu tarihte, Cuma namazı sonrasında Sultan Abdülhamid’e suikast düzenlendi.

İçimizdeki bir grup Ermeni lobisi padişahın yürüdüğü yolun üzerine “saatli bomba” döşedi. Bomba, Cuma namazı çıkışına ayarlanmış, Sultan Abdülhamit yürümeye başlayınca, infilak ettirilecekti... Böylece bomba patlatılıp, Sultan öldürülecekti?..

Ama kaderi ilahi, tecelli etmedi...

Çünkü Cuma hutbesini okuyan imam, konuşmasını üç dakika uzatınca, Sultan Abdülhamit gecikmeli olarak camiden çıktı, böylece, haince tuzaklanan bombalı suikasttan kurtuldu..

Bomba kendi kendine infilak etti..

İşte bunu yapan içteki bölücü terör odaklarından olan Ermeni ve Yahudi lobisi idi..  İttifak yapmışlardı.. Gayeleri, Sultan Abdülhamid’in yerine ırkçılık ve kavmiyetçilik anlayışıyla yola çıkan Jön Türkler’den birini oturmaktı...

Ama başaramadılar...

Ama ne yazık ki, dört yıl sonra yani 1909’daki 31 Mart Hadisesi  yaşandı.. İşte  hadisenin sonucu Sultan Abdülhamid görevden alındı...

Görülen lüzum üzerine önce Selanik’e gönderildi, sonra Avrupa’ya ve orda da vefat etti.

Ki, o büyük padişah gittikten sonra hiçbir şey "eskisi gibi" olmadığı gibi, tarihe dair "mirasta" yok edildi..

O günden buyana, devlet kendini terörden, terör odaklarından, ekonomiksel sıkıntılardan, iç kavgalardan, hukuksuzluktan, edepsizliklerden, başıboşluklardan bir türlü kurtaramadı…

İyi yakasını bir araya getiremediği gibi; huzur ve istikrarı da sağlayamadı…

Çünkü, başta hukuk, ondan sonra eğitim, sonra genel bir barış, sulhi umumi var edilemedi…

Bakınız bugün, Türkiyemizde başını almış giden faizcilik sistemi, faizcilik lobisi, rüşvet, adam kayırma, insanlara karşı suikast girişimleri, antidemokratik mahkeme kararları, yargıdaki güvensizlik hali, vatandaşların ahu eninleri yeri göğü inletiyor…

Tüm bunlar birer etken olup yegane temel sorundur…

***

Gelirsek yazımızın başlığına, çünkü hadiseyle bağlantılı...

O tarihte, Kürt Şerif Paşa ile Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki baş temsilcisi Bogos Nubar ittifak ederek Kürtleri Osmanlı’dan ayırmak üzere harekete geçti...

İttifaklarında bölgede bir Kürt devleti(!) kurulması, hesaplanmıştı...

Ama gerçekte, hedef Kürt devleti kurmak değil, Kürtleri Ermenilere yem yapmaktı...

Nitekim, o dönemde Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında Ermeniler tarafından büyük çapta Kürtler köylerinden, evlerinden alınıp başta Hakkari’ye bağlı Zilan Vadisi olmak üzere, bölgenin bir çok yerinde “kurşuna dizilerek” katledildi...

***

Netice itibariyle, Cumhurbaşkanımızın dediği gibi… Bugün Türkiye’nin etrafını saran yedi düvelin düşmanlığı zaten orta yerde cereyan ediyor…

Lakin şu bir gerçektir ki, Türkiye’nin bugün yaşadığı hal-i durum, Osmanlı’nın son padişahı olan Abdülhamid döneminde, yaşanan ve yaşatılan badirelerle, benzerlik içermektedir.. O günün uzantısıdır..

Her an için her şey olabilir diyoruz!…

Bereket versin ki Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan bu hususta çok hassastır ve dikkat edici bir siyasetle olup biteni takip ediyor.. İşta bu da azda olsa teselli vericidir.

Ama, halk tedirgindir ve beklentisi de, bu tedirgin içeren unsurların tez elden ortadan kaldırılmasıdır..

Çünkü, Adaletsizlikten, hukuksuzluktan, mahkemelerdeki yitirilen tarafsızlık ve objektif yargılamadan dolayı kaygılıdır…

Hele hele mevcut olan antidemokratik yasalarla, iş ve işçinin korunma hali, işverene "düşman" kesilme durumu… Şunu net ifade edebilirim ki, Türkiye’yi özellikle Ak Parti’nin varlığına son verilmesine yegane etkendir ve olmazsa olmazı gibime geliyor.

Ben bunu buradan yazarken net olarak konuşuyorum.

Bekle gör politikasıyla biz de bunu bekleyeceğiz ve göreceğiz, yarın neler olabileceğini!?.

En derin saygı ve sevgilerimle...