MÜKEMMEL VE YARARLI BİR İNSAN VARLIĞI SÖZ KONUSUYSA!

Evet, sevgili okurlar...

Eğer ki, çağdaş medeni bir dünyanın varlığından söz edilecekse, yani mükemmel ve insanlığın bütünlüğünü sağlayabilecek insanlığın varlığından bahsedilecekse, bunun reçetesi ve şifa yolu mükemmel bir İslam’ın varlığıyla mümkündür…

Ana mekanizma budur!…

Hiç şüphesiz ki, “İnsaniyet-i Kûbra” denilen en yüksek mertebede yürüyen insanlık, İslam’la bütünleşir!…

İslamsız bir insanlık, vahşettir, dalalettir, gaflettir, yağmacılıktır, hırsızlıktır, haram yemektir, katil olmaktır vs. vs.

Aklınıza neler geliyorsa? Say sayabildiğin kadar?

İslam dışı yaşayan insanlığın varlığı bu kirlenmeden çıkıyor.

Bu itibarla yüce kitabımız Kur’an bunu vurguluyor.

“İnsaniyet-i Kûbra” denilen “Ahsen-i Takvim’i” bize anlatıyor, bildiriyor.

Onun tersi ise “Esfelis-Safilin’dir.”

Cehennemin en derin çukuruna yuvarlanmaktır..

O insan, ruhsuz bir insan iskeletinden ibarettir.

Bu da gerçekten zarar verir.

Hal-i âlem meydanda.

Maalesef bütün dünya keferetül fecereleri, yani haçlı emperyalist ve Siyon odaklar, İslam dünyasının içine gizliden gizliye girmiş, eğitim camiasını ele geçirmiştir.

Ruhsuz bir siyaset camiasını oluşturmuştur.

Başlarına da Suudi Arabistan Prensi Muhammed ibn Selmanlar gibi, Mısır’daki Trump’ın kölesi durumunda olan darbeci Sisi’ler gibi, Libya darbesi, Tunus ve son olarak Sudan darbesinin başındakiler gibi "piyonlar" vardır …

Bunlar tamamıyla Amerika’nın derinliğinden kumanda edilmiş görüntülerdir…

Allah korusun çevreyi biraz daha genişletebilirler.

İşte Türkiye’nin varlığı onları oldukça rahatsız ediyor.

Ama Türkiye de bunun bilincinde olmalıdır.

Özellikle 16 yıldan beri iktidarda bulunan AK Parti ve AK Partiyi inşa eden, ruh veren, canlandıran, uzun ömür yaşatmaya çaba gösteren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan….

Ama her nedense son yerel seçimlerde partinin önemli şehirlerimizde eksiye geçmesi ve 15-16 günden beri İstanbul gibi büyük bir kentin seçimlerinin varlığına gölge düşürülmesi; hiçte küçümsenecek bir hadise değildir...

Hele ki, Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı ve TBMM eski Başkanı Binali Yıldırım’ın “İstanbul seçimi murdar olmuştur” demesi, gerçekten çok düşündürücüdür.

AK Partinin ciddiyetine, uzun ömürlü yaşamına ve 16 yıldan beri halkla iç içe olan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisine, yerel seçimlerde alınan sonuç yakışmadığı gibi, akla birçok şeyide getirmiyor değil?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimden sonraki yaptığı bazı konuşmalarında “kabahati millette değil, kendimizde aramamız” lazım demesi ve 26 Nisan’da Kızılcahamam’da kampa girecek olması, önemli bazı istişareler yapılması, yukarıda saydıklarımızın gerçekçiliğinin bir ifadesi olsa gerek...

Çünkü, yerel seçimlerdeki halkın az teveccüh göstermesi Erdoğan'ın dikkatini çekmiştir.

Bu itibarla büyük bir arayış içerisinde girmektedir…

Bunun nedenlerini öğrenmek için sık sık istişarelerde bulunuyor..

Bize göre fazla uzağa gitmeye gerek yok.

AK Parti olarak herkes dizginini serbest bırakmış, “ağzı olan konuşuyor” misali rastgele konuşan çok, ancak iş yapan yok.

Bunu da sıralamak gerekirse, üç beş madde halinde bazı gerçekler dile getirilebilinir.

Örneğin; AK Partinin yıllardan beri bunca milletin teveccühüne mazhar olup, milletin dayanak noktası olarak bilinen bir partiye ne oluyor da “Cumhur ittifakı” adı altında yıllardan beri iktidar yüzü görmeyen MHP’nin yanına yanaşıyor?

Ve “Cumhur ittifakı” adı altında cumhurun hiç haberi olmadan kendi aralarında “milli bekanın varlığı için” deyip tutturması…

Bunlar, yanlış bir siyasettir.

Zira AK Partinin o gücü milli ve yerli güçten gelmektedir!…

Millete bağlı kalındığı müddetçe, o güç tez be tez erimez.. Bu gerçeği anlamalılar…

Ama heyhat!

Ne yazık ki bu hakikatler görmezlikten gelindi.

AK Parti ne hazindir ki, 1999’lu yıllarda yani 28 Şubat dönemindeki üçlü koalisyonun baş yaveri durumunda olan Bahçelinin himmetine sığındı...

Nitekim seçim sürecinde Cumhurbaşkanının Doğu ve Güneydoğu Anadolu hakkında kullandığı bazı ifadeler "MHP üslubu" olması münasebetiyle, bize göre AK Partinin temel felsefesiyle uyuşmadı.

Birincisi; Halkı, Kürdistan bölgesiyle suçlamaları, “hayali Kürdistan kurmak isteyenler varsa, Türkiye’de böyle bir gerçek yoktur, isteyen Kuzey Irak’a gidebilir” sözlerini sık sık kullanılması…

Bu söylem, partinin hanesine bir eksi yazılmasına sebep oldu..

İkincisi: Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının süresiz nafaka politikasının ne kadar yanlış olduğu, ne kadar tutarsız ve antidemokratik olduğu halkın dikkatinden kaçmamıştır..

Üç: Yine aynı bakanlığın bünyesinde aileyi körleştiren, aile varlığını tehlikeye sokan, karı-koca arasındaki herhangi bir değişik düşünce meydana gelirken, “kadının beyanı esastır” sloganının yasallaştırılması, nice nice ailelerin dağılışına neden olduğu, tartışılmazdır..

Dört: Partinin bünyesindeki samimi AK Partili olmayıp, sadece iktidarın nimetlerinden faydalanmak üzere nice rantiyeci, kişisel egosuna düşkün kimlikleri partinin kilit noktalarına getirip söz sahibi etmeleri.

Özellikle Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’da ne idüğü belirsiz bazı devşirmelerin arka planda gizlenip, partiyi kumanda etmeleri.

İşte tüm bunlar, AK Parti'nin geldiği nokta açısından, çok önemli etkenlerdir.

Bize göre Kızılcahamam’daki eğitim ve danışmadan ibaret Şura toplantısında bunların hepsinin gözden geçirilmesi gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.