Görüş Bildir

MUÎN-İ ZÂLİMÎN ERBÂB-I DENÂETTİR! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet köşemizde ifade etmeye çalıştığımız çok önemli konuları sizinle paylaştık.

Bu zamanda, bu hengâmede ajan Brunson için defalarca Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak, hukuka müdahale edip mahkemeleri dahi etkisi altına almaya çalışan ABD lideri Donald Trump gibi bir insanın, dünyanın başına nasıl bela olduğunu siz de takdir edersiniz.

İslam dünyasını ortadan kaldırabilmek için haçlıların, Siyonistlerin yüzyıllarca öncesinden hazırladıkları projeleri Türkiye’de tatbik etmeye çalışmışlar ve hala da çalışıyorlar.

Bir zamanlar bu projeleri gerçekleştirirken ne yazık ki hedeflerine ulaşmışlar.

İslam dünyasını bölmek, parçalamak, ayırmak için nice Lawrence’ları, nice hain münafıkları İslam’ın ana merkezine göndererek, İslam kılığına büründürerek, İslam diliyle konuşan, hatta gerekirse ayet ve hadis okuyan Haçlı, Siyonist ve münafık dönmelerin hedefleri tümüyle İslam inancını ortadan kaldırmaktır.

Ekonomiksel hayatı felç etmekten başlamak üzere, eğitim sistemine kadar müdahale etmişler.

Tarihi İslam kültürünü ortadan kaldırmak için, huruf-i İslamiye denilen Kur’an harflerini değiştirmekle yetinmemiş, o harfleri millete okutan, talim terbiye unsurları durumunda olan ulemaları dahi günü gelmiş sürgün etmişler, sürüm sürüm süründürmüşler, çile ve cefa çektirmişler, katletmişler ve şehit etmişler

Ama halkımız bunları unutmamıştır, unutmuyor ve unutmayacaktır da.

Her hususta bu millet daima uyanıktır, dimdik ayaktadır.

Ne mutlu bu millete ki Başkan Erdoğan gibi bir insanı yetiştirmiş, büyütmüş, eğitmiş ve devletin zirvesine kadar getirmiştir.

Bir de bu Erdoğan olmamış olsaydı, zaten Arap dünyası ne yazık ki kendi kimliğinden nerdeyse sıyrılmış, kendi özbeöz evlatlarını Fransalara, İngilterelere, ABD’lere gönderip okullarında yetiştirmişler.

Müslüman olarak isimleri Başer, Hüseyin, Ahmet veya Salman ise de ne yazık ki artık o kimlik tamamıyla eğitim sistemi içinde sildirilmiş ve onları temsilen birer mason, Siyonist, dinsiz, imansız olarak dönmüşler ve kendi memleketleri aleyhine çalışmışlardır.

Hele hele bir de yanlarına Yahudi kökenli mason Siyonistleri alıp ırkçılık gibi devri geçmiş, çağı kapanmış, tefessüh etmiş, kokuşmuş bir ırkçılık anlayışıyla toplumun içine sokmuşlar.

O toplumlara kıblelerini şaşırtmışlardır.

Kıble, Kabe, İslam, Kur’an gibi kutsal anlayışları ne yazık ki tamamıyla unutturmaya çalışmışlardır.

İşte Osmanlının yıkılışı bundan ibarettir.

Batılılaşma anlayışıyla Turancılık ve jön Türkçülük hevesiyle yola çıkmışlar.

Kandırdıklarını kandırmışlar.

Bunları yaparken de kesinlikle Yahudi Selanik dönmeleriyle bu işleri becerebilmişlerdir.

Birer kurtarıcı kahraman olarak yola çıkmışlar ve devletin en kilit ücralarına kadar yerleştirilmişlerdir.

İttihat Terakki cemiyetinin, Osmanlı ordusunun içinde kaç tane mason olmayan paşa vardı acaba?

Subayların kaçta kaçı satılmamıştı?

İşte hal-i âlem meydanda.

Mondros Mütarekesinden tut Sevr antlaşmasına kadar ve 1923’teki Lozan ZAFER (!?)ine kadar…

Bunlara kim kanar?

Kim kimi kandırır?

Yüzyıl boyunca bu memleket kandırıldı zaten.

Başta söylediğimiz gibi Kur’an harflerinin ortadan kaldırılmasıyla yozlaştırılmış bir kültürle donatılmış bir gençlik ve bir toplum potansiyeliyle bu hale geldik ne yazık ki…

Ama tüm bunlara rağmen, bu memleket artık dirilişe geçmiştir, direnmektedir, dimdik ayaktadır.

Ve her zaman Ziya Paşa’nın bu şiirini okuyor ve gençlere okutuyor;

“Muîn-i zâlimîn erbâb-ı denâettir,

Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten.”

Yine ismini hatırlayamadığım bir şair, yanlış değilsem Fuzuli olması gerekir.

Arapça bir şiirinde şöyle yazıyor;

“La ye’meni-ddehre zu bağyin

Velev meliken cünuduhu da kaenhus’sehlu vel ceberu”

“Dağların ve sahraların güçlü ordularını bünyesine sığdıramayan bir devlet, zulüm ettiği müddetçe zamana aldanmasın!”

Diğer bir deyimle diyelim ki;

Ne kadar güçlü olursa olsun bir dikta devlet zaman ve zeminin makyajlı haline güvenmesin.

Velev ki orduları yere ve göğe sığmasa bile.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Millet olarak artık uyanmalıyız.

Kendimize çekidüzen vermeliyiz.

Batı emperyalizminden, ABD’den, BM’den, İngiliz siyasetinden oluşturulmuş ve içimize ithal edilmiş siyasetlere artık güvenmeyelim.

Bakın paramız ne hale geldi?

Para değil, pul durumuna düştü.

Sanayici nasıl iş yapsın?

İstihdam, yapmaya hazırlanan nice iş kuruluşlarının bir çırpıda sermayeleri sıfıra indi.

Faizci ABD lobileri de katlayarak dolar sahibi oldular.

Bize göre dolarla alışveriş yapmak ülkeye ihanettir ve haramdır.

Milli siyasetimizin ve dünya lideri durumunda olan Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın etrafında kenetlenmeliyiz.

Dolar ve Euro gibi yabancı paralara artık itibar etmemeliyiz.

Bu millet her gün enflasyonların baskısından kendini kurtaramaz duruma girmiştir.

Bu iş ne zamana kadar devam edecek?

Milli paramız Türk parasıdır, ya da altın veya gümüş olmalıdır.

Bu itibarla da bankaların dövize yönelik yaptıkları acımasızlığa artık dur denmelidir.

Böylelikle yatırımlar ancak gerçekleşebilir.

Yoksa iş çevreleri çok kısa bir süreç içerisinde iflas bayrağını asmak zorunda kalacaktır. 

Dolarla Euro’yla bu memleket hiçbir zaman bağımsızlığını muhafaza edemez.

Zira toplumların bağımsızlığı ekonomiye bağlıdır, kültürüne bağlıdır, eğitimine bağlıdır.

Bu üç ana unsur; Eğitim, kültür ve ekonomi dışa bağımlı olduğu müddetçe, o toplum, o devlet, o ülke bir yere varacağını zannetmesin.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bunları yıllardan beri anlatmaktadır.

Artık onu dinleyelim ve destek verelim.

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 3462 kere okunmuştur.