Müstakil ve bağımsız olmak! (v)

Evet, sevgili okurlar.

“MÜSTAKİL VE BAĞIMSIZ OLMAK” başlıklı yazı serimizin beşinci günündeyiz.

Kavram olarak cümledeki geçen mana değeri çok yücedir.

Bu da devletimizin başındaki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tespitleridir.

Biz de bunu yazı serimize başlık olarak kullanıyoruz.

Gerçekten bağımsız ve müstakil toplumların, milletlerin, özellikle İslam ümmetinin bağımsız ve müstakil kalma şerefi tarih boyunca korunmuştur.

Ve korunmaya da devam edecektir.

Kelime itibariyle dopdolu bir ifade…

Zira herhangi bir coğrafyada yaşayan bir millet, özellikle İslam ümmeti için “Müstakil ve bağımsız” kelimelerinin mana değeri aynıdır.

Biri Türkçe, diğeri Osmanlıcadır.

Mana değeri itibariyle büyük bir zenginlik taşımaktadır.

Gerçekten, bir milletin özellikle İslam ümmetinin bağımsızlığı, istiklali, inandığı kutsal değerlere serbestçe inanmak ve yaşamaktır.

Yalnız birey açısından değil, toplumsal açıdan yüce İslam dininin füruatları, yani yalnız amel-i işlere değil, usul ve ana hükümleriyle yaşama hürriyetini elde etmektir.

Elbette ki Cumhurbaşkanının vurgulayarak üzerinde durduğu noktalar başta gelir ve kaçınılmazdır.

Yalnız bağımsızlık coğrafik olarak belirtilen ülke hudutlarından olmaktan daha fazlasıyla ki buna misak-ı milli denir.

En büyük misak-ı milli; İslam’ın bin yıllık İslam ülkeleri arasında sınırsız, hiçbir yere bağlı olmadan, mutlak bir hürriyet içerisinde yaşamasıdır.

Siyasi olarak belirtilen hudutlarımızla (sınırlarımızla) yetinmek, bize göre yetersizdir, azdır ve hakkımızı eksik olarak kabullenmiş oluruz.

Zira Cumhurbaşkanımızın da her zaman üzerinde durduğu gibi; “Üç milyon kilometrekarelik bir coğrafyadan, 780 bin kilometrekareyle yetinmemiz, bağımsızlık ve istiklalimizin gerçeği değildir”

Gerçek olan; İslam ülkelerinin arasında sınırsız bir coğrafyanın varlığı ile yüce İslam dininin usul ve füruatını serbestçe yaşama gerçeğiyle bağımsızlık ve istiklalimiz söz konusu olabilir.

Nitekim Cumhurbaşkanımızın zaman zaman üzerinde durduğu gibi ve muhterem tarihçi Kadir Mısıroğlu’nun da “Lozan Zafer mi Hezimet mi?” isimli iki ciltlik kitabında belirttiği gibi…

Eğer bugün Musul ve Kerkük bizim değilse, Erbil bizim değilse, bir İslam coğrafyasının bütünlüğü içerisinde yaşayamıyorsak, başta Türkiye olmak üzere İslam dünyasının istiklal ve bağımsızlığı ne gezer?

Ancak anladığımız kadarıyla Cumhurbaşkanımızın yüce bir davanın savunucusu olması hasebiyle, onun da aynen bizim gibi inanıyor ve düşünüyor olmasına kesin kanaatimiz vardır.

Ama resmi bir sıfat olma hasebiyle, mevcut Kemalist, laikçi bir anayasanın varlığı neticesinde Cumhurbaşkanı da ancak bunları söylemekle yetinebiliyor.

Yoksa eğer Lozan’da benim milletimin adına “İttihatçı mason” kafaların uzantısı olarak İsmet İnönü’nün attığı imza, misak-ı milli hudutlarının belirtilme imzası, halkımızca kabullenmiş değildir ve kabul edilecek bir yönü de yoktur.

Ancak ne var ki bağımsızlığımızın varlığı söz konusuysa ki öyledir.

Bu milletin yeniden milli mücadele hareketinin başlangıcı 1950’de olmuştur.

Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle, CHP’den kirli eser olarak kalan “Köy Enstitülerinin kapatılması” başta olmak üzere “Ezan-ı Muhammedi’nin Türkçe olarak okutulması”, “Medreselerin kapatılması, Kur’anın Türkçe’ye çevrilmesi” gibi zorbalıkların kaldırılmasıyla başlamıştır.

Ama ne faydaki on sene sonra Menderes’in hayatına mal olmuştur.

Zira gerçek odur ki Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren “İttihatçı mason” komitenin uzantısı CHP’nin kuruluşudur ve hala da ne yazık ki Türkiye’de yürürlükte olmasıdır.

Yoksa CHP’nin sistem olarak kurmuş olduğu rejimin hiçbir tarafı milli istiklal ve bağımsızlığımızı simgelemiyor.

Hala da Milli Eğitim Camiası, askeri okullar, üniversiteler vs.

Yani ilkokul birinci sınıftan tut Üniversitenin son sınıfına kadar…

İslam’ın usul ve ana hakikatleri okutulmuyor, Kur’an harfleri öğretilmiyor, bu milletin ana sermayesi olan yüce İslam dininin inanışı ve özgürce yaşaması, üvey evlat muamelesi görüyor.

Cumhurbaşkanı daha ne yapsın?

Allah razı olsun.

Allah uzun ömürler versin demekten başka yapacağımız bir şey yok.

Ancak dua edebiliyoruz.

Onun iyi niyeti, candan çabalayıp küfür sistemlerine ve haçlı rejimlerine karşı vermiş olduğu mücadele az öz bir mücadele değildir.

Tüm konuşmalarını başlık olarak buraya alırsak ki zaman zaman alıyoruz.

Ama köşemiz buna yetmediği gibi hep özetleyerek gidiyoruz.

Bakınız, dün Bosna Hersek lideri merhum müteveffa Aliya İzzetbegoviç’in vefatının 14. Yıldönümü münasebetiyle yapmış olduğu konuşma gerçekten tarihidir, büyük bir nispettir.

İşgalci haçlı ve Siyonist küfür dünyasına karşı bir meydan okumadır.

Ve hür yaşamının bir gerçeğidir.

Allah’ın, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı bu milletin başından eksiltmesin.

Eksiltmemesi için de dua ediyoruz.

Devletlerin bekası, ancak böyle liderlerle kaimdir.

Hakikaten bugüne kadar gelip giden hiçbir hükümet, ister tek başına ister koalisyon hükümetleri olsun, ister muhalefet olsun…

Hiçbir lider bu yürekliliği gösterememiştir ve eser de bırakamamıştır.

İlla ki Sayın Recep Tayyip Erdoğan hariç.

Onun kahramanca yapmış olduğu konuşmalar, başlı başına birer eser olmakla beraber, Türkiye’yi simgeleyen verilerdir ve örneklerdir.

En derin saygı ve sevgilerimle.