NASRUN MİNALLAHİ (TÜM ZAFERLER ALLAHTAN’DIR)!!! (III)

Evet, sevgili okurlar.

Afrin platformu, ülkenin en ücra köşesine kadar yayılmış bir durumda.

Halkın yüzde 90’ı bu milli ruhu yaşatmak için dimdik ayaktadır..

Devletinin yanındadır…

Devletin zirvesinde bulunan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’la aynı safta yürüyor…

Başkomutan Erdoğan'ın tüm düşüncelerine aktif hareketlerinin yanında yer almaktadır…

Kenetlenmiştir..

İşte bu birliktelik, büyük bir Türkiyeyi oluşturmaktadır…

Dün de bu köşede sizinle paylaşmak istediğimiz ana husus Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Fetih” suresidir…

Gerek 10. ve gerek 18. ayetin yüce meallerinden de anlaşıldığı üzere; “Hudeybiye” anlaşmasını, Resulullah Efendimiz (S.A.V) savaşa girmeden imzalamıştı.

Anlaşma metni Resulullah Efendimiz (S.A.V)’in önünü tıkamakla beraber, geçici olarak kabullenmiştir.

Ama o anda bile yanındaki sahabelerden bazılarının her ne kadar eleştirileri olmuşsa da netice itibariyle aralarında Resulullah Efendimiz (S.A.V)’in varlığı söz konusu olduğundan, tüm sahabeler Efendimiz (S.A.V)’e biat elini uzattı…

Ve hepsi;

“Seninle buraya Umre yapmaya geldik, dönmek zorunda kalmamıza rağmen, tüm samimiyetimizle canımız, kanımız feda olsun. her an için biz yok olmaya geldik. İstenilen anda yok olmaya hazırız” dediler.

Bu samimiyet ve ciddiyet sonucunda Mekke Fethi iki sene önceden hükmen gerçeklemiş olduğunu zaten; Kur’an bize bildiriyor.

Tıpkı günümüzdeki Türkiye’nin Suriye’ye girme hali gibi…

Çünkü, Haçlılar, Müslümanları birbirine düşürüp bol miktarda silah satışı yapmaktadır…

Enva-i türlü bahane uydurarak, üç beş kendini bilmeze siyaset alanında faaliyet göstermektedir…

Megolamanyaklıkların havasına girilmektedir…

İşte bunu, hem Erdoğan görüyor, hem de Türkiye insanı görüyor..

Tabi, İslamiyetin ana ruhunu yaşayanlar da görüyor…

Kur’anın himmeti ve koruması altında; yürümek istiyor…

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "uzattığı Zeytindalını" tutanların manevi biatı bize Hudeybiye Anlaşmasını hatırlatıyor.

Bakınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan Twitter’da şöyle bir açıklama yaptı;

"Türkiye millî bekası için yılanın başını ezmek mecburiyetindedir. Hem kendimiz hem de umudunu bize bağlamış kardeşlerimiz için, gerekli gördüğümüz her yerde varlık göstereceğiz.

Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye yönelik birkaç yıldır devam eden tacizler karşılıksız kalmıyor, kalmayacak.

Bu konudaki kararlılığımız ortadadır.

Geri adım atmak yok.

Türkiye’nin hiç kimsenin bir karış toprağında gözü yoktur.

Bu operasyonlardaki temel amacımız, millî güvenliğimizin yanında Suriye’nin toprak bütünlüğüyle, Suriye halkının can ve mal emniyetine de katkıda bulunmaktır.

İdlib’de ve Afrin’de de huzur ve güven iklimi tesis edildiğinde, yüz binlerce Suriyeli kardeşimiz kendi yurtlarında, kendi evlerinde hayatlarını sürdürme imkânına kavuşacaklar.

Bölge, Türkiye için bir terör tehdidi olmaktan çıkana kadar, insanların huzur içinde yaşayabilecekleri bir yer haline gelene kadar operasyonlarımız sürecektir.

Türkiye bu konuda kimseden icazet almak durumunda değildir.”

* * *

İşte bakınız, sevgili dostlar.

Cumhurbaşkanının net bir biçimde açıklamış olduğu tarihi gerçekler orta yerde.

Anlaşılan budur ki artık Türkiye eski Türkiye değildir..

Öyle; dışarıdan emir bekleyen ve emirlerini hemen yerine getirmekle kendini insan sayan siyasilerin yönetiminde değil…

Fersah fersah, uzaklaşmıştır…

Yepyeni bir Türkiye var….

Yeni bir siyaset adamı var…

Hem de deneyimli ve siyaseti çok iyi bilen bir devlet adamı var; Recep Tayyip Erdoğan...

Evet, tarihte siyasi platformlarda düşmandan korkan bir siyaset anlayışı hiçbir zaman başarılı olamamıştır..

Kİ siyasi de olamaz.

Yine tarihten bize örnekler veren yüce Kur’anımız, Yahudi milletinin Allah’tan korkmayıp insanlardan korkan bir millet olma hasebiyle, aynı zamanda bencil, şahsiyetsiz, çıkarcı, kişisel rantla bilinen Yahudi milletini, Allah bu ayet-i celile ile tanımlıyor.

“Duribet aleyhimuzzilletu vel meskene”

Onlar haddini aştıkları için, Allah’a güvenmedikleri için, kader-i ilahi olarak o millet zillet ve meskenetle karşı karşıya kalmıştır…

Kendilerini hiçbir zaman zillet, meskenet ve hakaretten kurtaramayan bir millet olma hasebiyle lanetlenmişlerdir.

Diyorum ki, yekvücut olarak devlete, hükümete, özellikle Cumhurbaşkanının etrafında kenetlenmiş bir Türkiye ile karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım.

Onun için “Hudeybiye” anlaşması, zafer ve fetihlerin üst üste kesintisiz geleceğinin müjdeleyicisi olmuştur…

Öyle inanıyoruz ki, günümüzdeki Afrin’e girme ve kahraman TSK’nin ABD’nin üç beş tane uşağı olan teröristlere karşı en ağır darbeyi vurup sergiledikleri kahramanlık, yeni zaferleri getirecektir…

Bu nedenle bilinen mahut medyanın bazı çıkarcı kalemşorlarıyla ve tümüyle Türkiye aleyhinde çalışan siyasi bir partinin girişimleriyle milletin midesini bulandıran menfi propagandaların da sonuçsuz kalacağını biliyoruz…

Bakınız, burada Bediüzzaman Hazretlerinin tarihi bir yazısını sizinle paylaşmak istiyorum.

Evet, 7 Mart 1920.

Yani nerdeyse 98 yıl önce yazılmış bir yazı.

Osmanlı İmparatorluğu artık son dönemini yaşarken, devleti eline geçiren İttihatçı hükümete karşı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Osmanlıdan ayrılma girişimine teşebbüs etmiş biri Kürt Müslüman, diğeri de Ermeni, ikisi de ne yazık ki Paşa unvanını almış.

İki tane bencil ve kasıtlı insanlar oldukları zaten hareketlerinden kendilerini ele vermiş durumdaydılar.

Birisi Kürt Şerif Paşa...

Diğeri Türkiye’deki Ermenilerin baş temsilcisi Boğos Nubar Paşa…

İkili arasında Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir anlaşma akdi hazırlanıyor ve Paris’te pazarlanıyor…

İkili, Türkiye hükümetine, bu anlaşmayı enjekte etmeye başlıyorlar…

Bediüzzaman Hazretleri ise bunu duyar duymaz tüm dünya kamuoyu nezdinde haykırarak şöyle demiştir;

“Dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslamiyenin fedakâr ve cesur hâdim ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî ananesine sadakati gaye-yi hayat bilmiş olan Kürt milleti;  henüz beş yüz bine karib (yakın) şehitler vermiş, o şehitlerin kanı kurumadan, şişlere geçirilen yetimlerinin, gözleri oyulan ihtiyarlarının hatıralarını teessürlerle anarken; İslamiyet'in zararına olarak çalışan tarihî ve hayatî düşmanlarıyla i’tilafı (anlaşmayı) akdetmek suretiyle; salabet-i diniyeleri hilafında (dinin ana gerçeklerine rağmen), iftirakcûyane (Kürtleri Osmanlıdan ayırmak maksadıyla) takib edemezler.

Zira bunlar kötü niyetlidirler ve İslamiyetle alakası olmayan birer maşadırlar.

Binaenaleyh, Kürt vicdan-ı millisinin bu tarz tahassüsüne muğayir (hassasiyete rağmen) hareket eden zevatı da Kürtler tanımazlar.”(1)”

İkdam gazetesine hitaben bunu yazıyor Üstad.

İşte buyurun sevgili dostlar.

Yine bu Afrin meselesinde hükümetin-iktidarın önünü tıkamak için envai türlü iftira, yalan propagandası yaparak kendilerini kurtarmak için millete kirli bilgi vermek teşebbüsünde olanlara diyoruz ki;

Kimse kusura bakmasın.

Artık devriniz kapandı.

Artık Kürt milleti size inanmıyor ve sizler de hiçbir zaman Kürt milletinin temsilcisi olamadınız ve olamazsınız!….

En derin saygı ve sevgilerimle...