NOEL BABA KUTLAMALARININ SATH-I MAİLİNDEYİZ!

Evet sevgili okurlar..!

Bilindiği gibi bir gün sonra ülke olarak yılbaşı kutlamalarının içine girmiş oluyoruz.

Tabii ki bu tür kutlamalar, böylesine yılbaşı eğlenceleri tarihimizde, kültürümüzde, inancımızda “yeri” yoktur.

Ama yapıyoruz…

Acımasızca israf, acımasızca ahlak dışı eğlenceler tertipleniyor...

Ve ne yazık ki, devletin polisi akşamdan sabaha kadar sarhoşların, kumarbazların, fuhuş yuvalarının nöbetini tutuyor...

Bunca müsrifçe, yani israfçılığın haddini aşmış bir vaziyete nerdeyse devlet haftalardır, “alarma” geçmiş vaziyette, gücünü buraya harcıyor, zamanını buna sarf ediyor...

Ama sonuç itibariyle her şey solda kocaman bir sıfır gibi duruyor...

Çünkü, değerini yitirmiş, hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan, batıl bir kültürün “cenderesinde”, millet olarak erozyona uğruyoruz...

Böylesi eğlence türü, Hristiyanların “Noel” adıyla kutladığı, bizde de “yılbaşı kutlama” şekliyle tertiplenen organizasyonlar, tek kelimeyle hiçbir şekilde, İslam’la örtüşmemektedir...

Vaziyet, İslam’la tanışmış bir milletin “İslamiyet’ini” unutturduğuna dair; ortaya çıkan iğrenç bir tablodur...

Buna ne derseniz deyin, körü körüne Batılaşmanın zirvesinde yürüyen bir Türkiye, ama bugüne özgü değil..

1900’lü yılların ilk yarısından başlamak üzere gittikçe artarak, “yaşanan ve yaşatılan” bir seyirle, bugünlere gelindi...

Batılaşma uğruna her şeyimizi unuttuk ve bize unutturuldu…

Toplum çok büyük bir boşluğun içerisinde, debeleniyor...

Her gün biraz daha uçurumlara doğru yürüyüp gitmektedir, daha doğrusu zorla sürüklenmektedir.

Kötülüklerin anası, kaynağı ve meşrebi olan içkiye, kumara, bozgunculuğa, fesada yuvarlanıp giden bir Türkiye ile karşı karşıya kalmış durumdayız...

Ki millette elden gidiyor..

Doğrusu sonumuz ne olacak belli değil?.. Çünkü, hiçte hayırlı bir süreç yaşamıyoruz...

Hazin olan şudur ki, “muasır medeniyet seviyesine” yürümek istediğini söyleyen Türkiye, kendi kültürünü, medeniyetini ve tarihini görmezden gelerek, illa ki Batı Dünyası deyip duruyor...

Yani Garplılaşmanın, Batılaşmanın, “sanayisinden, teknolojisinden” değil de,  ahlaki çürümüşlüğüne, mutlak bir cehaletin vadisinde, yürümeyi tercih ediyor.. Ve, milleti benliğinden uzaklaştıran, planların uygulamasına, adeta “zemin ve imkan” tanımaktadır...

Allah encamımızı hayreyleye…

Yaşanan tablo karşısında, gerçekten bu millet nereye gidiyor, nereye götürülmek isteniyor, sorusu cevapsız kalıyor?

Bilinmezlik çok... Ama tek bildiğimiz bir şey var o da; bir muammaya doğru karanlık yollara sürüklenmiş halde gidiyoruz.

Kısacası, İslam’ın kabullenmediği, tarihi medeniyetimizin geçit vermediği, aba ecdatlarımızın cihat ruhunu zedeleyen karanlık bir yola saplanmış durumdayız...

Yılbaşı kutlaması adı altında yapılan bunca israf, bunca harcamalar,  Hristiyanların “Noel baba gecesini” yaşamaya değer mi, batıyı taklit etmeye değer mi?...

Ne mümkün?..

Ama, şuursuzca “kutlamalar” yapılıyor ve o gece nice nice aileler yok olup gidiyor…

Neden mi?

Çünkü, kumar, içki, israf, yoksulluk ve evine sahip çıkmayan, kadın ve erkeklerin, “gayri ahlaki” çukurlara yuvaranma halleri..

Bakınız o gecenin sabahına ve iki  gün sonra yaşanan “aile” yıkımlarına...

Boşanmalar, eşler arasında oluşan kavgalar, “genç kızların” geleceklerinin kararması!...

Meyhanedeki bir içki kadehiyle; “kararan” hayatlar..

Haddi hesabı yok, her yılbaşı sonrası ortaya çıkan “vahim” manzara bu!...

Ve; bunun adı da Noel Baba kutlaması ve eğlenceleri.

Yazıklar olsun...

***

Hele hele bu Milli Piyango nesnesi, nice ailelerin bütçesini kül etmiştir, etmektedir!

Yüz metrelerce bilet almak için oluşan kuyrukların hali!...

Fazla başınızı ağırtmayalım sevgili dostlar!

Tek kelimeyle Kur’ansız, İslamsız, Peygambersiz, kitapsız bir Türkiye’nin varlığını gözler önüne seren; “bir manzara” var karşımızda!...

Nereye gidiyoruz belli değil..

Gelen giden yönetimler, iktidarlar, hükümetler...

Yani devletin dizginini elinde tutan tüm siyasetçi ve politikacılarımız...

Diğer bir deyimle, yüz yıldan beri ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun, yani yasama erki olan Büyük Millet Meclisi’ndeki milletin mebusları, “bu işin” en büyük günahkarlarıdırlar, müsebbipleridirler...

Çünkü böylesi günlerde aynı o  batılın içine girmekten de kendilerini kurtaramıyorlar.

Hepsi olmasa bile, ekseriyeti teşkil eder gibi geliyor bize..

***

Şunu da belirtmeden geçmek istemiyoruz.

Yeni yılımıza girerken iktidarın almış olduğu bazı önemli kararlar ve yasalaşmış yasaların varlığı da gözden kaçmamaktadır.

Mesela başta Trafik Cezaları olmak üzere her şeye yüksek oranlarda zam yapıldı...

Ki enflasyon oldukça yükseliyor…

En çarpıcı olanı da İş Kanunları, İşçi ve İşveren arasındaki uyuşmazlığın gittikçe körüklenmesine karşı “çözüm” üretilmeyiş!..

İktidar “enflasyonla mücadele ediyoruz, enflasyonu tek rakama düşürüyoruz” diyorsa da ama heyhat!

***

Bakıyorsunuz ki nerdeyse kaş yapayım derken göz çıkarılıyor.

İşçiye yüzde 15 zam veriyor?..

Ver... Bir şey olmaz çünkü, çalışanın alın teridir.

Elbette ki, “çalışan” çalıştığının karşılığını alacaktır.

Ama, işverenin kesesinden çıkan “o asgari ücret” denilen felaket rüzgarının nasıl karşılandığını biliyor mu?

Zammı yap.. Peki, “işveren” o zammı karşılama noktasındaki bütçeyi nereden getirecek?

Bu paraları nasıl ödeyecek?

Toplam olarak brüt bir işçinin 2900 küsür, 3000 civarında bir bütçenin oluşması söz konusu...

Elbette ki o iş çevresi de bu parayı çıkarabilmek için, rahatlıkla işçisinin maaşını ödeyebilmek için, ürettiği tüm mallara zam yapmak zorunda kalacak.?.

Yani zam’a karşı zam?...

Zam yapmasa “o maaş” nasıl verilecek, nasıl karşılanacak?..

Kimse, kendi kesesinden, cebinden, kasasından “zararım olsun” deyip, çıkarıp vermez, veremez de?

Ki vermek istese de veremez, çünkü bir, iki, üç sonrası, o işverenin iflasıdır, kepengi indirmesidir, “işçinin işsiz kalmasıdır?”

Peki ne yapılması gerekir?

Elbette ki her şeye zam yapılacak.

O üretici işveren, ürettiği malzemeye yaptığı zam, yalnız o işçinin midesini doldurmaktan daha fazla toplumun her kesimine sirayet eden, bir zam olur?..

İşte bu zam, hem işçinin, hem işçi olmayanın, hem de işverenin de, kısacası toplumun her kesimine sirayet edecektir...

Enflasyonun da, yükselmesine, kabarmasına, büyümesine neden olacaktır?

Hani enflasyon tek rakama düşürülecekti.

O da hava…

Bu memleket insanı ya helalinden kazanacak, veyahut haram kazanmak için bazı hilelere, hud’alara başvuracak, böylece para kazanıyorum derken, varlığını şerefini haram yemekle yitirecek gidecek.

***

Sevgili dostlar!

Eğer ekonomiksel mücadele bu ise kesinlikle bu adil değildir, haksızlığın ve batılın zirvesidir.

Kim olursa olsun yanlış politikadır, memleketi maddeten ve manen gerek sanayi ve teknolojik olarak olsun, gerek ekonomik olsun  her alanda, “basiretsizliklere” sürekler...

Yanlış politikalar, ülkeleri ve milletleri uçuruma yuvarlar...

***

Yani, mezalim diz boyu…

Peki yıllardan beri her iktidar Devrimci, Ulusalcı, Cumhuriyet Halk Parti anlayışıyla oluşan, nice fesat yuvaları durumunda olan sendikaların varlığı, işçi hakları altındaki yaptıkları fesat ve bozgunculuğa ne diyorsunuz?

Herhangi bir iktidar yüreklilik gösterip bunlarla mücadele etmiş mi?

Hayır..!

Özellikle muhafazakar iktidarlar dahil...

 CHP’nin bu anlayışına zımnen de olsa, hükmen de olsa kemali inkıyatla, yani sonsuz saygıyla gönül bağlamıştır, serfüro olmuşlardır, huzurlarında arz-ı hürmetle, eğilmişlerdir.

Ki bu iktidarların ekseriyeti, milleti muhafazakarlık adı altında kandıra kandıra bir yerlere gelmişlerdir

Ama aslında yapılan işlemler tümüyle Cumhuriyet Halk Parti’nin anlayışı paralelindedir.

Kimse kimseyi kandırmasın...

Cumhuriyet Halk Parti’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Ecevitlerin, Devrimci Sendika patronlarının anlayışları ne ise, maalesef milleti muhafazakarlıkla kandırıp iktidara gelenler aynı o anlayış paralelinde adım atmaktan geri kalmamaktadırlar..

Böylesine antidemokratik, hukukdışı yasaların seneden seneye çıkıp resmi gazetelerde yayınlanmış olması elbette ki; yasaların gereğidir.

Ama memlekete ne getirmiş, ne götürmüş, ne kazandırmış, ne kaybettirmiş tüm çıplaklığıyla da her şey ortada…

Netice itibariyle, işçiye ne kadar verirsen ver, işveren de o kadar ürettiği ürünlere zam yapmak zorundadır.

 “Ben bu şekilde asgari ücretle çalıştırdığım işçinin hakkını nerden çıkarayım ve devletin benden acımasızca aldığı vergileri nasıl ödiyeyim. Hele hele her gün biraz daha fırlayan trafik cezalarını nasıl ödeyeyim?” sorusuna karşı düşünen iş çevreleri elbette ki bu sorumluluğu rahatlıkla yerine getirebilmek için tüm mamüllerine, fabrika ürünlerine zam yapmaması mümkün değildir.

Zam yaptığı zaman enflasyon otomatik olarak yükseklere fırlar, yine olan bu millete olur.

Sıkıntı ve manevi işkence çeken yine toplumdur, halkın yüksek kesimidir.

Evet sevgili okurlar!

Ülkelerini ve milletlerini adalet ve hukuk anlayışıyla yönetenlerin bu dünyada da öbür dünyada da Yüce Allah önlerini açar ve onların getirdiklerine rahmet ve uğur getirir.

Amma velakin, kişisel rant uğruna, “devletin malı deniz yemeyen...” misali yola giden müsrif varlıkların da akıbetinin hep felaket olmuş olması da insanların dikkatinden kaçmıyor.

Ki olması da mukaderdir..

Burada yazımızı  sonlandırırken deneyimli kalem sahibi Abdurrahman Dilipak Hoca’nın “Hz. Ömer’in Adaleti” başlıklı yazısının birkaç paragrafıyla, sizleri baş başa bırakıyoruz...

***

“Hz. Ömer’in adaletinden söz ederiz hep. Hani, kandil ışığında çalışıyormuş da, bir arkadaşı gelmiş selâm vermiş de, Hz. Ömer o kandili söndürmüş, başka bir kandil yakmış. Arkadaşı bunun sebebini sormuş da, o da, söndürdüğüm kandil beytü’l-mâl’e aitti, siz gelince kendi kandilimi yaktım.

Biz bu menkıbelerle büyümüştük.

Hani, Hz. Ömer hutbe okurken, cemaatten biri kalkar, ne hutbeni dinler ne de sana itaat ederiz demiş. Niye diye sormuş Hz. Ömer. Yani korumaları adamı yaka-paça dışarı atmamış. Adam cevap vermiş: Görüyorum ki, sırtında yeni bir cübbe var. Ve o kumaş ganimet olarak ele geçirilenlerdendi. Ben de bana düşen paydan cübbe yaptırmak istedim yetmedi, senin payın nasıl bir cübbe ediyor ey Ömer!

Hz. Ömer demiş ki, “evet benimki de yetmedi, oğlumun payını da ekleyince ancak bir cübbe etti”.

Aynı adam, ey Ömer şimdi söyle. Seni dinler ve emrine itaat ederiz.

Hz. Ömer gittiği her yerde ve gelen kişi eğer Müslüman değilse tebliğde bulunuyor, Müslümanca nasihat ediyor, öğüt veriyor. Sorularını cevaplıyor, sorunlarını çözüyor.

O, vahiy katibi, Peygamberin yol arkadaşı, Aşere-i mübeşşere, veresetül enbiya dediklerimizden.

Bir gün hutbe okurken, “kadınlar mihri düşük tutun da evlilikler kolay olsun” der.

Ne var bunda. Emirel mü’minin öğüt veriyor. Bu söz üzerine zenci bir kadın ayağa kalkar ve “Ey Ömer, bu sözünüz konusunda kitapta bir sınırlama yok. Allah kadını muhayyer bıraktı. Peygamber de bize bu konuda bir şey söylemedi. Siz de bizlerle istişare ve şûra yapmadığınız bir konuda bizim hakkımızda hüküm veriyorsunuz” der.

Adil Ömer’in cevabı, “Vallahi kadın Ömer’i susturdu” olur.”

En derin saygı ve sevgilerimle…