NİHAYET 31 MART HADİSESİ GERÇEKLEŞTİ (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet köşemizde başlık olarak kullandığımız “NİHAYET 31 MART HADİSESİ GERÇEKLEŞTİ” ifadesinin mana değerini, sizinle kısm-i olarak hasbihal etmeye çalışmıştık..

“31 Mart vakası” diyelim.

Ne vakası?

Yerel Seçim vakası…

Gerçekten vakadır, vakıadır...

Önemli bir “siyasi” hadisedir...

Başarının ve başarısızlığın birer terazi kefesi misali!...

Yani partilerin seçilme gerçeğidir.

Bu kez halk, AK Partinin varlığına pek de iyi gözle bakmadı.

Sarı kart gösterdi...

16 yıldan beri iktidarda devam ede gelen bu siyasi parti, gerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük çaba ve çalışması olsun ve gerekse partinin tüm teşkilat unsurlarının çalışma başarısı olsun…

Halk, bu partiye 16 yıl gibi uzun bir süre teveccüh gösterdi.

***

Amma velâkin!..

Son bir kaç yılda; halk özellikle parti teşkilatlarına ve milletvekillerine karşı; “beklediklerini” bulamadığı için, artık tereddütle bakıyordu..

Nitekim bunun ilk “sarı kartını” 7 Haziran seçimlerinde gösterdi...

Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan meydanlara indi..

Büyük çaba..

Büyük bir mücadeleyle; “halkı” ikna etti.. Ki 1 Kasım seçimlerinde “o travmatik” hal, kısmi olarak giderildi...

Tabiri caizse; 1 Kasım’da AK Parti “paçayı zor kurtardı..!”

Ne denildi; metal yorgunluğu..

Zihin yorgunluğu..

Yani bir dizi gerekçeler sunuldu..

Halk, ciddiyetle ve pür dikkatle olayları takip etti...

Neler yapılıyor, neler yapılmıyor diye?

Baktı ki AK Parti göründüğü gibi değil...

“Beklentilere” cevap vermiyor...

İkide bir kadro değişikliği yaptı...

Büyük ittifakla, büyük muhafazakâr inancıyla yola çıkılan isimler  bir bir parti çatısı altından, uzaklaştırıldı...

Tasfiye edildiler..

Bu değişim paralelinde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’da teşkilatlar rantiyeci, çıkarcı, kişisel egosuna düşkün kadrolar kendilerine zemin bulmaya başladılar..

***

Hele hele FETÖ.

FETÖ olayı yüzünden sapla saman karıştı, at iziyle it izi birbirinden ayırt edilemez hale geldi..

Haksız yere çok kişi büyük mağduriyetler yaşadı.

Bir kısım günahsız insanlar da cezaevlerinde inim inim inledi.

FETÖ’cülükle, Asya Bankacılıkla uzaktan yakından alakası olmayan insanlar görevlerinden ihraç edildi, malvarlıklarına el konuldu.

Kamuoyunun bu konudaki tüm uyarılarına rağmen, gerekli hassasiyet gösterilip mağduriyetler giderilmedi.

Tüm bunlara paralel, iktidar partisi halkın teveccühünü artık kazanamayacağını anlayınca bu kez “Cumhur İttifakı” adı altında gidip MHP ile ittifak kurdu.

Kurtuluş çaresini orada buldu.

Bahçelinin siyasi hayatında kendine, partisine veya çevresine yararı olsaydı, siyasi hayatında hep muhalefette kalmazdı.

MHP olarak sadece kuru Türkçülüğe ve kuru ırkçılığa dayanıp İslamsız bir anlayışla kendini orta yerde ele verirken, her nedense AK Parti çok büyük bir ümitle ittifak kurdu.

Fakat o ittifalka da dikiş tutturulamadı.

Nerdeyse hezimete uğradı.

Her ne kadar oy potansiyeli yüzde 50 civarında seyrediyorsa da İstanbul gibi, Ankara gibi, Adana gibi, Mersin gibi, Antalya gibi illeri kaybetmesi, bize göre kamuoyu nezdinde büyük bir hezimettir.

***

Bu itibarla diyoruz ki bu halkın bünyesinde “İman ve İslam” ruhu vardır.

Yaşamıyorsa dahi, yine ümmetçilik anlayışıyla bütünleşendir...

Ümmetçilikten başka, ırkçılığa dayalı bir ittifakın varlığı söz konusu olamaz.

Halk o siyasilere başka bir gözle bakmak zorunda kalır.

Hele hele Sayın Cumhurbaşkanının son demeçlerinde ısrarla; “Kürdistan diye bir coğrafya yoktur, Kürdistan’ı arayan varsa, Kuzey Irak’a gitsin” demesi de deyim yerindeyse HDP’nin ve PKK’nın ekmeğine yağ sürmüştür.

Kürdistan’ın varlığı başka, Kürtçülük anlayışı başka, Türkçülük anlayışı bambaşka.

Zira devlet, gerekirse Osmanlı arşivlerine bakmalıdır.

Bu coğrafya Kuzey Irak dahil olmak üzere...

Ki Kuzey Irak, Güney Irak diye bir şey yoktu, Güneydoğu diye bir şey yoktu.

Memalik-i İslamiye bütünlüğü vardı.

Bu coğrafyanın bütününe de “Kürdistan” deniliyordu.

Ama zerre kadar bölücülük yoktu, ümmet inancı vardı.

Kur’an sevgisi bireyinden toplumuna hakimdi.

Doğulusuyla, Batılısıyla, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Acemiyle, i’la-yı kelimetullah uğruna haçlılarla savaşıldı.

Milli Mücadele döneminde İstiklal Savaşımızın bütünlüğü her şeyi ifade ediyor.

***

Eğer birileri çıkıp, milletin bütünlüğünü zedelemeye yönelik, vatanın bölünmez bütünlüğüne yönelik, “Kürt ve Türk milleti ayrıdır” diyorsa bu ayrımcılıktır, bölücülüktür...

Bu fesat ve batıl bir anlayıştır.

Ki bu anlayış, kökünden Osmanlıyı yıkmış, Memalik-i İslamiye’yi yok etmiştir.

Bu anlayış, Sultan Abdulhamid’i tahttan indiren batıl ve ırkçılık hurafesine dayalı bir anlayıştır.

Bu itibarla devletin büyük siyaset anlayışında bu tür ifadelere yer verilmemelidir.

İster Türk olsun, ister Kürt olsun, ister Zaza olsun…

Bu yörenin insanları, ülkenin her tarafına yayılmış, yerleşmiş, batıdaki bütün şehirlerde mahalleler kurulmuş, işletmeler açılmış, istihdam yaratmış, vergi ve diğer mali yükümlerle devlete katkı sağlamıştır.

Kıyılardaki oteller ve işletmelerin çoğu bu bölge insanına aittir.

Türklerle, Lazlarla, Çerkezlerle birleşerek, birbirine dünürlük gerçekleştirilmiştir, kız verilmiş, kız alınmıştır.

Askerinden tutun, politikacısına kadar herkes bu vatanın bölünmez bütünlüğüne, milletin birlikteliğine, İslam kardeşliğine inanmış güçlü bir iradeye sahiptir...

Bu bütünlük gücünü, iradesini ümmetçilik anlayışından alır, tarihin aba ecdadının yaşantısından alır, Selçuklunun, Osmanlının devlet anlayışından alır.

Velhasıl...

Sonradan çıkmış siyasi particilik hegemonyası altında her ne kadar zahiri halde her birisi bir ideoloji taşıyorsa da bizi birbirimize böldürmeyen ideolojimiz; yıkılmaz ve değişmez olan hakikat İslam’dır...

En derin saygı ve sevgilerimle...