Görüş Bildir

NİHAYET 31 MART HADİSESİ GERÇEKLEŞTİ (III)

Öncelikle… .

Büyük bir şuurla..

Büyük bir feyzle dün akşam idrak etmiş olduğumuz "Miraç Kandilinizi" tebrik ediyorum…

Duamız ve temenimiz de odur ki…

Kullukta ve insani değerlerde en yüce mertebelere yükselişi ifade eden bu mükaddes gece..

Özellikle;

İslam dünyasının,

Ülkemizin ve milletimizin birliğine, beraberliğine, insanlığın barışına ve hidayetine vesile olsun…

***

Evet, sevgili okurlar.

“Nihayet 31 Mart Hadisesi Gerçekleşti” başlıklı yazımızın üçüncü serisindeyiz.

Malumunuz üzere 110 yıl önce gerçekleşen “31 Mart Hadisesi” gerçekten, memleketin tavrını ve kaderini değiştirdi..

Ama dışa bağımlı bir değişiklik ve uygulama idi!.

Sultan Abdulhamid’i alaşağı etmek ve Osmanlıyı yıkmaktı..

İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Türkiye’ye gelip adeta işgal etmelerine yönelik bir davetiyeydi...

1909’daki “31 Mart Hadisesi”, Selanik’ten yola çıkıp İstanbul’a gelen ve Sultan Abdulhamid’i alaşağı eden büyük bir ordu harekâtıydı.

İsmi konulmamış bir askeri darbeydi.

Ama ülke adına değil, devlet adına değil, millet adına deseniz hiç değil.

Siyonizm’in ve Emperyalizmin nam-ı hesabınaydı..

Yani, Osmanlı'ya büyük bir kumpas ve tuzaktı.

Hem de İslam kılığına bürünerek bu yapıldı..

“Şeriatı” savunuyoruz maskesini taktılar...

Biz Müslümanız, biz ümmetiz “libası” giyerek, İngilizleri İstanbul’u işgal etmek üzere adeta davetiye çıkardılar..

Buyrun gelin dediler…

Ama sonra görüldü ki; “ne İslam’la, ne de Müslümanlıkla, ne de Ümmet” olma noktasında, bir gaye ve düşünceleri yoktu...

Tamamen dışa yönelik; “Batıl ve hain” bir operasyondu..

İşte bu noktada; 31 Mart seçimlerini bu minvalde okuyoruz?...

Neden mi?

Onun için de muhalefetin başarısına yönelik “milat” demiyoruz.

***

Diyoruz ki…

AK Parti ortaya çıkan tablodan ders-i ibret çıkarmalıdır...

2002’deki ruha yeniden kavuşabilmesi için “dirilişe” geçmesi gerekir.

Uyanmalıdır..

Bu sonuçlar onun “diriliş” miladı olmalıdır...

Şaibesiz, şüyuu vukuundan beter olayların yaşatılmasına artık izin vermemelidir?

Var olanları da partinin bünyesinden tümüyle arındırması gerekir..

Yeniden ter-û taze, halka hizmet getirebilecek bir AK Partinin doğuş gününü olarak; 31 Mart'ı görmesi lazım…

Onun için de; “milattır” diyoruz.

Ah ki bu milat günü AK Partinin yönetim kadrolarına uyarıcı bir mesaj olsun...

Harekete geçmelerine vesile olsun...

Ne güzel olurdu.

Ama ümit varız ki inşallah bu yazdıklarımız AK Partinin üst düzeyindeki kadrolara ulaşır?

Onlar da değerlendirerek, bir uyanışa geçerler...

Ki değerlendirme çabasına girmeleri tarihi bir fırsattır…

Ama heyhat!..

Bu şansı ve fırsatı değerlendirirler mi?...

Ne yazık ki yıllardan beri AK Partiye gönül veren, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın misyonuna inanıp, sadakatle bağlı kalan nice insanımızın düşüncelerine kulak asılmadı.

Kanaat önderi olarak gösterilenler, aslında kanaat önderi değil, birçoğuna kabahat önderi diyebiliriz..

Ki rantiyeci, kişisel egosuna esir düşen, vurguncu, menfaatçi, yolsuzluklarıyla bilinen insanların ön planlarda yer almaları, bize göre o hal, bugünkü hali doğurmuştur.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanına başka gözle bakılmıştır.

Nerdeyse MHP lideri Bahçelinin gözlüğüyle bakılmak istenmiş ve bundan dolayı da mevcut seçim atmosferi gerçekleşmiştir.

Yani AK Parti her ne kadar birinci parti olarak çıkmışsa da büyük kayıplar yaşamıştır...

Önemli il ve ilçeleri elinden kaçırmıştır.

Keşke Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük zeka ve dehasını kullansaydı, “Cumhur ittifakı” gibi, “beka” kavramı gibi kavramları kullanmamış olsaydı.

Başka bir deyimle AK Parti, mutlak bir Türk ırkçılığına dayanan Turancılık düşüncesine kapılmamış olsaydı.

2002’nin ruhuyla, dindar muhafazakar kadroyu bünyesinde barındırmış olsaydı, inanın bugünkü bu düşündürücü hale girmiş olamazdı.

Ama MHP lideri Bahçelinin İslamsız bir ırkçılık ve Turancılık rüzgârına kapılmış bir AK Parti hali, milleti üzmüştür, derinden manen ve hükmen yaralamıştır.

Zira Bahçelinin 28 Şubattaki Ecevit hükümetinin bünyesinde ANAP lideri Mesut Yılmazla birleşerek kurdukları üçlü koalisyon memlekete zerre kadar bir hayır getirmedi.

Tam tersine darbeci, dışa bağımlı, post modern Batı Çalışma Grubu heyetine yenik düştüler ve ülkede kan gövdeyi götürdü..

Netice itibariyle üçlü koalisyonun her üç lideri, yani Ecevit, Bahçeli ve Mesut Yılmaz’ın döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’ımızda halka karşı işkence timleri oluşturuldu.

Çok masum insanlar fişlendi..

Hem de "hayliĞ örgütler adına yapıldı..

Onlara karşı tuzaklar hazırlandı, işkence timleri kuruldu.

Semtler arasında gizli hücreler oluşturuldu.

Ve yakalanan birçok insan, çok değişik bahanelerle sorgulandı, hatta vücutları yakılarak öldürülmüş olması ve sonradan cesetlerinin aynı mahallenin bodrum katlarına gömülmesi, inkâr edilmez tarihi gerçekler arasındadır.

Tüm bunlar yapılırken, ABD’nin DEAŞ senaryosu gibi satılmış, kiralanmış, saf, ahmak bir güruh, aynı zamanda kendine Hizbullah adını taktırarak “Din ve şeriat” adına yola çıkmış gibi gösterilmesi, hilenin ve oyunların ayrı bir göstergesiydi.

İşte “Cumhur ittifakı” ve “beka” kavramlarını ortaya koyan ve Cumhurbaşkanına da kabul ettiren Bahçelinin geçmişi ve şahsiyeti bundan ibaret olmakla beraber, ne yazık ki bu seçimlerde AK Parti ona güç verdi, yeniden filizlendirdi.

Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan masum, dindar Kürt insanına da başka gözle, yani PKK gözüyle bakmış olması, AK Partinin bu yerel seçimlerde başarısızlığının ve zafiyetinin başlıca nedeni olmuştur.

En derin saygı ve sevgilerimle...

 


Bu Makale 622 kere okunmuştur.