RANT VE MENFAATE DAYALI GÜDÜMLÜ SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM..!

 

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü bu sohbet köşemizde “GÜDÜMLÜ SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM” başlığı altında sizinle paylaşmak istediklerimiz, günümüzdeki siyasete dayalı "seçim arenasında" olup bitenlerdi…

Bugün aynı minval üzere bir cümle ilave ederek yazı başlığımıza diyoruz ki “RANT VE MENFAATE DAYALI GÜDÜMLÜ SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM...!”

İşte bakınız hâl-i âlem ortada.

Türkiye nereden nereye geldi?

Milli iradeye dayalı bir yerel seçim atmosferindeki olup bitenler "Türkiye’yi nereye götürüyor" kaygısına ve düşüncesine kapılmamak elde değil…

***

Milli irade temsiliyeti açısından seçmen, Belediyeler, Meclis Üyelikleri ve Muhtarlıklar için sandık başına gitti.

Oyunu kullandı, tercihini ortaya koydu…

Genel itibariyle bakıldığında seçimin demokratik usul ve kaidelere göre anayasa hükümleri çerçevesinde gerçekleştiği söyleniyor

Ne var ki, "seçim sonrasında" ortaya çıkan tablo, hiç de öyle olmadığını gösteriyor…

Tabiri caizse; “Güç kimdeyse, kanun ordadır..”

İşte bu örnekle yola çıkarsak, hiç kuşkusuz ki demokrasi kavramı da kalmaz, hukukun üstünlüğü de kalmaz, milli irade zaten tümüyle sıfıra inmiş olur?...

Ama “Güç hakkın ve hakkaniyetin elinde olursa”, her şey "adaletin ve hukukun" terazisinde yapılır..

Eşitlik sağlanır…

Rant ve çıkarlara dayalı bir sistem gelişmez…

Kişisel makam-mevkiye dayalı bir sistem olmaz, tümüyle hukukun üstünlüğü paralelinde, demokratik insan temel hak ve özgürlüğü gerçeğinde, herşey gerçekleşir…

Ve bu da hukukun üstünlüğüne inanan bir devlet, millet ve hükümet için olmazsa olmazıdır.

Ama görünen odur ki, A'dan, Z'ye sistem ve işleyiş hiç de öyle değildir….

***

Türkiye yerel bir seçim yaptı…

Yani, 31 Mart günü Türkiye genelinde yerel yönetimler halkın iradesine ve seçme hürriyetine tevdi edildi.

Sandıktan ne çıkarsa çıksın, herkesin ona razı olma şansını beklemesi gerekirken, fakat bakıyoruz ki hiç kimse milletin verdiği hakka razı değildir.

Oysaki bu devletin milli istihbaratı var, emniyet teşkilatı var, hâkimleri var, savcıları var, her şeyin başında hukukun üstünlüğü, demokratik bir iktidarın varlığı var…

Herşey "hukuk" penceresinde icra ediliyor...

Madem öyleyse bu keşmekeşlik, bu vurdumduymazlık, bu kavgalar, özellikle İstanbul için bulanık hava adeta zımni ve hükmi bir terör halini almış gidiyor.

Oysaki kurulan her sandık sabahtan akşama kadar, o seçimlerin açılışından kapanışına kadar görevlendirilen heyetin çok sağlam ve dürüst olması lazım.

Siyasi partiler tarafından konulan temsilcilerin nasıl ve ne gibi görev yaptığını da kontrol altına almak lazım.

Ve bunca yanlışların meydana gelmesi için sorgulamak lazım ve cezalandırmak lazım.

Ama hiç bunlardan söz eden, işlem yapan yok!…

Sadece keyfi bir tutum söz konusudur…

Birilerini illaki bir yerlere oturtturmak, makam, mevki, rant ve siyasi çıkar uğruna gayret ediliyor..

Eee bu duruma da; diyecek ve yapılacak bir şey yok...

Boşuna kendimizi yoruyoruz, yazıyoruz.

“Görünen köy kılavuz istemez” misali…

***

Ne yazık ki, her şey ranta dayalı, çıkar, koltuk, menfaat, etrafında dolaşan bir siyaset ahlakına sahip olduğu için; ülkenin hal-i pür melali böyle!…

Bakınız, "hadisiye" cuk diye oturan Bediüzzaman Hazretlerinin çok vecizeli bir sözü var…

O tarihi sözünü, buraya almadan geçirmek istemiyorum.

Evet, “Bediüzzaman Diyor ki;”

“Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır.

Aç canavara karşı tahabbüb (sevgi), bağlılık ve o canavarın merhametini değil, tam tersine iştihasını açar.

Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister...”

Ne yazık ki yaşanan ve yaşatılan hal bu!…

Üstadın bu vecizesi olup bitenler için, bir nevi cevap niteliğindedir…

Kim olursa olsun.

Hangi taraf olursa olsun.

Ama bu da bir gerçektir ki CHP, yıllardan beri yani kurulan cumhuriyet tarihinden günümüze dek uyguladığı siyaset, bozgunculuğa, ortalığı bulandırmaya, keyfiliğe, mezalime dayalı yapa gelmiştir…

Bu memleket insanının özgürlüğünü, hukukunu, adaletini, kişisel veya ailevi hukukunu çiğnemiştir…

Herkesin diniyle, inancıyla, malıyla, mülküyle oynamıştır…

Gayrimeşru, yasadışı mezalimlerde bulunmuş, acımasız vergilerle bu memleket insanını, inim inim inletmiştir…

1950’lerden günümüze dek bu millet, CHP’ye geçit vermemiştir.

Memleket seçimlerde kale bile almamıştır.

Ancak zorbaca, anayasal bir hukuk adı altında bir kanun konulmuş, devletin bütçesinden bu batıl ve hurafe siyasetine bol miktarda bütçe tahsis ediliyor ve veriliyor.

Madalyonun öbür yüzüne bakıldığında, her ne kadar bu millet 1950’lerden günümüze dek CHP’ye iktidar şansı vermemiş ise de bu yerel seçimlerde Türkiye genelinde oy artışı verilmiştir.

Ve bunun adı da “Milli ittifak” olarak kurulmuştur.

AK Parti ise “Cumhur ittifakı” olarak harekete geçmiş ise de bu ittifak AK Partiye herhangi bir artı getirmemiştir.

Tam tersine yenik düşürülmüştür…

Ortağı olan MHP’nin ekmeğine yağ sürdürülmüştür…

Ve bu seçimlerde en karlı çıkan parti, MHP  olmuştur…

* * *

Neyse!… Her şeyi bir kenara bırakalım.

Sadede gelirsek…

Yani şu gerçeği görelim artık.

Türkiye siyasetinde başta “Demokrat Parti” olmak üzere bu milleti CHP’nin şerrinden ve mezaliminden kurtarmak için yola çıkmış partiler muhafazakârlıkla, dinle, imanla, namazla, niyazla, Kur’an okumakla kendilerini millete lanse etmişlerdir...

Ama günü gelmiş, tam tersine CHP’nin yapamadığını, ranta dayalı, çıkara dayalı, adam kayırmaya dayalı, zorbacılığa dayalı, keyfiliğe dayalı, artık ne sayarsanız sayın; mislisini yapmıştır…

Ne yazık ki, O muhafazakâr partilerin içini münafık tıynetli kimseler işgal ediyor…

Ve halkın huzuruna çıkıyorlar.

Halk da bunları tanıyınca, bunlardan bir şey elde etmediğini görünce mecburi olarak arıyışa giriyor…

Nitekim, tüm yanlış ve eksikleriyle beraber artık AK Partiye değil, dağılmak üzere diğer partilere gönül verme eğilimine girmiştir..

Tek kelimeyle ehliyetsiz, münafık tıynetli, kirli işlerle meşgul olan bazı insanlar yerel seçimlerin sonuçlarına baktığımızda; "Partiyi" bir hayli, içten kemirmişlerdir…

Bu şahsiyetler parti çatısı altında bulundukları sürece, o partiyi arkadan vurmuşlardır, hançerlemişlerdir…

Partiyi de, halkın gönlünden, soğutmuşlardır…

Sevgi-muhabbet yerine kin ve nefret kazandırmışlardır…

Türkiyenin siyasi tarihi buna şahittir..

Bugün değil, "çoğulcu parlamenter sistemine" girildiğinden beridir yaşanıyor..

Ki bugün, yaşanıldığı gibi..

Ak partiyi içindeki "hain" çürükler kan kaybına uğratmıştır…

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Yeni Akit gazetesinin meşhur kalem sahibi Sayın Abdurrahman Dilipak’ın dünkü yazısından size birkaç paragraf aktarayım.

Takdir size aittir.

Dilipak’ın yazdıkları, bizim söylediklerimize paralellik arz etmektedir.

“Hangi partide olurlarsa olsunlar, namuslu insanlar, kendi içlerindeki namussuzlara karşı gözlerini açsınlar.

Bir arkadaş anlatmıştı, bir yıl kadar önce bir belediyede meşru bir işini halletmek için rüşvet vermeden işini yaptıramamış.

Sonra da bin pişman camiye gidip dua etmek istemiş, “Rabbim beni affet, Rabbim bu adamlara hidayet ver” diye.

Oturmuş, dua etmiş, ezan okunmuş.

Namazını kılmış.

Tam kalkacak, bir bakmış arkasında o kendinden zorla rüşvet alan adam. “Allah belanı versin, seni şikayete geldim, sen de buradasın” demiş, tabii içinden!.

“Rüşvet verirken kendimi çok yalnız ve ezilmiş hissetmiştim. O an utancımdan yerin dibine girdim” diyor.

 Lanet olası bu herifler yüzünden yaşanıyor bugünkü acılar.

Bakın, inkarcıların yaptıklarından daha alçakçadır bunların yaptıkları.

Bir de utanmadan dindar geçiniyorlar bu aşağılık adamlar..

Halkçı geçineni de, milliyetçi geçineni de, liberal geçineni de aynı şekilde.

Bunların anne-babaları, akrabaları, hanımları, çocukları yok mu.

Onlar bu alçaklığa nasıl razı oluyorlar bilmiyorum.

Çevrelerinde akıl ve vijdan sahibi kimse yok mu!

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste denmiştir.

Elbet bir gün mutlaka! Zulm ile abad olunmaz.

Bu dünyanın bir de öbür dünyası var.

Bakın kim bunlara yardım ederse bilsinler ki, bunları yakacak ateş onlara da dokunur.”

En derin saygı ve sevgilerimle…