TEVHİT İNANCININ MERKEZİ CAMİLERDİR! (III)

 

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizde de sizinle paylaşmak istediğimiz ana konu; yakın tarihimizde olup biten ve saklı tutulan hadiselerin gerçek yüzünü paylaşmaktır..

Kamuoyuna deşifre etmektir…

7’den 70’e tüm insanlarımızı yaşananlar konusunda bilgilendirip aydınlatmaktır…

Bu maksatla ülkedeki olup-biteni; geçmişin süzgeçinden geçirerek, kaleme alıyoruz…

Millet gerçek tarihini okumadığı için, hele hele bir “Milli Eğitim” sisteminin var olması!

Ülkenin..

Devletin..

Ve milletin, özellikle gençliğin hal-i durumunu gözler önüne sermektedir..

Zaten, herşey orta yerde!

Ki Maşallah!

Nazar değmesin, evlere şenlik!

Karma bir eğitim politikasıyla nerdeyse yüz yıldan beri devam ede gelmiş; bir "neslin" batak hali söz konusudur…

Zerre kadar o gençlik potansiyeli, maalesef bir arpa boyu kadar gerçek tarihinden, kültüründen, dininden, inancından ne yazık ki nasibini alabilmiş değildir…

Almışsa da, kaçta kaçı almıştır?

Büyük bir azınlıktır…

O da ailesinden ve yakın çevresinden alabilmiştir..

Ki ne mutlu ona!

Hal-i hazırdaki mevcut "Milli Eğitim” politikası, hala da Hasan Ali Yücel’lerin “Köy Enstitüsü”ndeki uygulanan dehşet ve facianın bir timsali olarak faaliyetine kesintisiz devam etmektedir…

Kimin haddine düşmüş, desin ki bu karma eğitim sistemi bizim gövdemize, boyumuza giydirilecek bir elbise değildir?

Ne mümkün?

Ama bu elbise dar, en küçük bir hareketle yırtılıyor..

Ne yazık ki vücut uluorta yerde, çıplak vaziyette gün yüzüne çıkıyor..

İşte bunun için diyoruz ki;

Cumhurbaşkanı muhterem Recep Tayyip Erdoğan Beyefendinin her platformda, her konuşmasında satırlar arasında çok önemli başlıklarla; "Eğitim" sistemine ve uygulama biçimine, dikkat çekiyor..

Tepki veriyor..

Tabiri caizse; “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!”

Yani işari yollarla bize eğitim sistemindeki açmazları, gerçekleri aktarmaktadır…

Bakınız dünkü ve evvelki sohbetlerimizde de işaret ettiğimiz gibi…

Ülkemiz, 1924’lü yıllardan kalan CHP’nin darbeci anlayışının mahsulü olan bir anayasayla hala yönetiliyor.

Bu anayasa defalarca değiştirilmişse de dibacesindeki geçen birinci ve ikinci maddeye dokunulamıyor?

Hele hele; Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası)..

Yıllar yılıdır; millete yutturula gelinmiştir.

Onun içindir ki Köln’deki cami açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan; “TEVHİT İNANCININ MERKEZİ CAMİLERDİR” demiştir.

Camilerin yanı sıra medreselerdir…

Kur’an Kurslarıdır…

Gençliği, insanlığı iman nokta-i nazarında yetiştirip, milli birlik ve beraberliği koruyan, vatanın bölünmez bütünlüğünü sağlayan bu tür müesseselerden ülke uzak tutulamaz…

Ki tutulmamalı da…

Siyaset ve siyasi iktidar, muhalaefet ne olursa olsun, devrime, inkılaplara, kemalizme, laikçiliğe paralel istedikleri kadar yürüsenler, yürümeye devam etsinler, her şeyden evvel yüzde 99’u Müslüman olan, inanan bir toplumun milli iradesi herşeyin başında gelir...

Çünkü Milli irade, tüm devrimlerin üstündedir.

Devrimler, inkılaplar, laikçilik vs. vs. CHP’nin altı oku dahil olmak üzere hepsi, ama hepsi milletin inancına, dinine ve imanına dayalı kültürüne uygun olması gerekir.

O kültüre, o inanca dayanmayan yönetim şekli, hiçbir zaman adil olamaz…

Milli olamayacağı gibi, demokratik de olamaz.

Olsa olsa suni (yapay), basmakalıp, klişeleşmiş ifadelerden ibaret olur.

Ki o da ülkeye çok büyük zarar verir.

Nitekim bugüne kadar zaten vermiştir, ama daha da fazla zarar vermesiyle karşı karşıyadır ülkemiz.

 

* * *

 

 

Sevgili okurlar…

Ruhen ve kalben canavarlaşmış bir gençlik potansiyelinin varlığı söz konusu.

İşte hal-i alem orta yerde..

Silahlandırılmış..

Dağ başına çıkarılmış…

Eline silah verilerek eğitilmiş..

Birer "terörist, birer canavar" olarak dönüp kendi halkına, milletine, devletine silah sıkıyor..

Kurşun atıyor..

Askerine, polisine, bomba atıyor..

Kan ve gözyaşı döktürüyor..

Bu gençliğe bakıyorsun ki, nasibini dinden ve imandan almamıştır…

Okuduğu eğitim politikasından hiçbir terbiye, inanç, Allah korkusu gibi eğitici, öğretici bir kültürden zerre-i miskal nasibini almış değil..

Bunun en büyük sorunu da; Eğitim ve Öğretimin din anlayışınan uzak tutulmasıdır..

Siyasetten sergilenen bir plandır..

Din ile siyasetin birbiriyle zıtlaştırılmasıdır…

Çünkü, dinsiz, imansız bir devlet siyasetiyle halkın üzerine bir hegemonya kurulması hizipleşme yaratır..

Bölünmeye yol açar…

Ki toplum nezdinde çekilecek gibi olmaz!

Tarih açık ve nettir.

Biz bunu kendimizden, üretmiyoruz, kurgu yapmıyoruz…

Nitekim, herşey ulu orta cereyan ediyor..

Gerçek tarihi yazan yabancı tarihçilerden olup-biteni görüyor ve okuyoruz…

 

 

***

 

 

Bakınız...

Son devrin Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri Efendi…

“Mevkif’ül ilmi ve’l akli ve’l âlimi” isimli dört ciltten oluşan kitabının dördüncü cildinden vecize niteliğindeki ifadesi…

Şöyle diyor..

“Siyasetle dini birbirinden ayırıp, dinin siyasetten ve devlet politikasından uzaklaştırılması, o devlete, o millete adaletsizliktir, keyfiliktir, cebri bir uygulamadır ve ihanettir...

Bir milletle oynamaktır…

Bütçesini milletin vergilerinden temin eden bir otorite, bir yönetim şekli, laikçilik adına, Sekülarizm adına ve Kemalistlik adına dini milli siyasetten uzak tutmak ve milli siyaseti de dinden tecrit etmek, bilinçli bir kurnazlıktır.

Aldatmacadır.

Başka da bir şey değildir.

Bunun adı da; “Faslu’d-dini ani siyase..”

Dini siyasetten ayırma...

 

***

 

Bilindiği gibi…

İngilizler Mısır’ı işgal ettiği zaman, ilk iş El Ezher Üniversitesini teslim aldılar…

Sonra da, o El Ezher Üniversitesinin piyon Profesörlerini satın aldılar..

İşte o piyon profesörler, onların direktifleri paralelinde, peş peşe "fetvalar" çıkardı..

Böylece; Mısır kendi öz benliğini kaybetti…

Güdümlü bir siyasetin, hegemonyası altına girdi..

İngilizler de; Mısır'ı asırlardır sömürmeye ve devşirmeye devam ediyor..

İşte Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi Mısır'ın yaşadığı bu gerçeği, dava konusu edip, hep konu etmişti..

Nitekim, Mısır’dan Türkiye’ye geldi..

Ve 1924’lerde, Mısır'da ortaya koyduğu mücadeleyi burada da vermeye başladı…

Amma velakin dönemin sistemi ve siyasi güçü onu kabullenmediği için; Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı...

Trakya’ya gittti…

Burada, “Yarın” isimli bir gazete çıkarmaya başladı…

Oğlu İbrahim Sabri Efendiyle beraber, uzun bir süreç "bu mücedelesini" sürdürdü..

Ne çare ki, Trakya'da da; "ambargoya, baskılara, zülme" maruz kaldı..

Nihayetinde, Mısır’a kaçmak zorunda kaldı..

Ve burada vefat etti…

 

 

* * *

 

Bakınız, sevgili dostlar.

İşte İslam dinini temsil eden klasik tedrisat almış ulema kesimlerinin Cumhuriyet dönemindeki hal-i pür melali bundan ibarettir.

Ama tüm bunlara rağmen, bugün de çıkıp atılmayan bir tohumdan ürün almak gibi “abes şeylerle iştigal” ediyoruz.

Zira atılmayan bir tohum, ekilmemiş demektir.

Ürün de alınamaz.

Bu gençliğe, bu milletin evlatlarına İslami gerçekler resmi eğitimle ön planda gerçekleştirilmediği için, bugün ülke başını terör belasından kurtaramıyor.

Hem de içten içe üreyen bir terör.

İster FETÖ olsun, ister METÖ olsun, ister PKK olsun, ister DHKP-C olsun, ister DEAŞ olsun…

Ne olursa olsun.

Her şey orta yerdedir.

Kimse gerçeklere karşı gözlerini kapatamaz...

Gözünü kapayan ancak kendine gece yapar.

Güneş sistemine bir şey yapamaz.

En derin saygı ve sevgilerimle...