TOPLUMSAL DEJENERASYON!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

“TOPLUMSAL DEJENERASYON” başlıklı yazımızın ikincisine devam ediyoruz.

Elbette ki sizinle Kur’an gerçeklerini paylaşmak, hatta tüm insanlığa yönelik Kur’an hakikatlerini söylemek, neşretmek, yaymak, benim için hayatın en büyük mutluluk anıdır ve huzur veren yaşam sürecidir…

Bakınız, evvelki akşam Irak ve İran hududu içerisinde meydana gelen 7,3 şiddetindeki deprem, oradaki insanlara çok büyük bir mağduriyet yaşatmıştır.

Elbette ki insan üzülür.

Ama ne yapacaksın?

Elden bir şey gelmiyor.

Takdir-i ilahidir.

Kaderdir.

Kaderin önüne hiçbir güç geçemez.

Depremde hayatını kaybetmiş, vefat etmiş insanlara Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz.

Yaralı olanlara da yüce Allah’tan acil şifalar temenni ediyoruz.

***

Tabii, bize göre deprem derken, yalnız yer sarsıntısı olarak olayı görmemek lazım.

Aslında İslamsızlıktan, inançsızlıktan meydana gelen toplumsal sarsıntılar ve her şeyin başında gelen ahlak dejenerasyon, daha önce Türkiye’de ve dünya çapında meydana gelen depremlerin daha dik alası, toplamsal ahlaki çöküntülerdir.

Allah’ın emrinden çıkmaktır…

Allah’ın insanlara Peygamberler vasıtasıyla göndermiş olduğu Kur’an hakikatlerini görmezlikten gelmektir.

Allahû Teâlâ zaman zaman insanları uyarıyor..

Ki bu minvalde; bazı musibet ve şiddetini gönderiyor.

Yeter ki anlayanlardan olabilelim!...

Ama heyhat!

Ne çare ki biz bunu bir türlü idrak edemiyoruz.

İdrak edenler de olmuştu.

Nitekim devrisaadetten sonra, hicretin 36’ncı senesinde Hz. Ayşe ile Hz. Ali arasındaki vuku bulan savaş, elbette ki bir musibetti, bir fitneydi.

Yabancı, Yahudi parmağıyla meydana gelen bir fitne olduğu için, Zübeyr bin Avam 36 sene sonra meydana gelen olan fitneye “Enfal” suresinin 25. ayeti işarettir diyor.

“Öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (aynı zamanda hepinize erişir). Biliniz ki Allah'ın cezalandırması şiddetlidir.”

Yani Müslümanlar İslam’a aykırı hareket ettikleri zaman, ümmet kendini bu tür musibet ve felaketlerden kurtaramaz…

Yalnızca bu zulme sebebiyet verenlerle münhasır da kalınmıyor..

İçindeki suçsuz, günahsız insanları da kasıp kavuruyor ve kapsıyor…

Bu ayetten önceki geçen 24. ayet ise mealen şöyle uyarıyor…

“Ey iman edenler!

Sizin hayatiyetiniz için, güzel yaşamınız için, Allah ve resulünün çağrılarına icabet edin.

Ona uyun ki siz bu dünyada ve öbür dünyada refah ve mutlulukla yaşayabilesiniz”

***

Kısacası, Cenab-ı Allah, zaman zaman insanlara ders-i ibret olsun diye bazı musibetleri gönderiyor.

Ki "Akıllarını başlarına alsınlar" diye.

Bize göre anlaşılan bu olmalıdır ki; musibetler yalnız yerküresinin sarsıntılarından ibaret değildir.

Belirli bazı coğrafyalarda meydana gelen yer sarsıntıları, elbette ki zelzeledir, depremdir.

Fakat bundan daha önemli ve tehlikelisi olan ahlak dışı toplumsal çöküntülerdir.

Gayriahlâkî yaşam tarzıdır…

Hele hele Allah’ın yasakladığı bazı önemli konuları yüce Allah’a rağmen işlemek…

Bunlar vahimdir, suçtur, günahtır ve suçun en ağır şeklidir.

Ders-i ibret noktasında gelen bir "musibet" kesinlikle sadece zalimlere münhasır gelmiyor.

Mazlumları da beraberinde götürüyor.

Peki, mazlumların suçu ne?

İşte onlar, " zalimlere" göz yumdukları için helak olurlar.

O zalimin elinden tutup onu zulmünden kurtarmak için çalışmayandır…

İnsanlara zalim değilse de her şeyden evvel o kardeşini zulüm işlemesin diye uyarmıyor..

Mücadele vermiyor..

Çünkü, müdahalesi ve sessizliği; "zalimi" büyütür, güçlendirir, yeni zulümlere kapı aralar..

Nitekim Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, İslam dünyasını uyarmak için, bu noktada, çok güzel mesajlar vermiştir.

O mesajlardan birisini Barla hayatında vermektedir...

* * *

Bakınız, o büyük Üstat ne diyor?

“Ey âlem-i İslâm!

Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!

Ve Ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!

Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış.

Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku.

O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.”

Demek anlaşılan budur ki;

O büyük Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin de uyardığı gibi bu toplum, bu ümmet yüce Kur’anın hükümlerine sarılmadığı müddetçe, böylesine bela, musibet ve fitnelerden kendini kurtaramaz….

Hele ki, "ahlaki çöküntülerden" arınamaz!...

En derin saygı ve sevgilerimle.