TOPLUMSAL DEJENERASYON!? (V)

Evet, sevgili okurlar.

Her zaman olduğu gibi dünkü sohbetimizde de ifade etmeye çalıştığımız güncel konular, elbette ki yalnız Türkiye’nin değil, tüm İslam dünyasını ilgilendirmektedir…

Ama bize göre her şeyin başında gelen; Türkiye’dir.

Zira Türkiye, Osmanlının mirası üzerinde yerleşmiş, oturmuştur.

Arkasındaki gizlenen o yüksek ecdadın evlatları olarak bugünkü Türkiye, ne yazık ki bir türlü beklenen hedefine ulaşamıyor.

***

Pek tabi ki, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da zaman zaman değindiği konuları, biz de o paralelde; burada sizlerle hasbihal ederek, işliyoruz.

Ve kamuoyuna yansıtmaya çalışıyoruz.

Ve diyoruz ki;

Ey reis!

Keşke sen bir on beş yıl daha Türkiye’nin başında olabilsen…

Ne mutlu Türkiye’ye,

Ne mutlu İslam dünyasına,

Ne mutlu size yaklaşan diğer dünya ülkelerine….

Ama ne yazık ki…

Heyhat!

Haçlı emperyalizm ile Siyon Yahudi emperyalizminin ittifakı içerisinde birleşen yoğun bir çaba ve çalışma var..

Bunlar hep Osmanlının tarihini baz almışlar ve hep onu gözden geçiriyorlar.

Ve ona göre de karar veriyorlar.

Fakat bizim Türkiye ise ne yazık ki köhneleşmiş, bayatlamış, bazı despotik diktatöryaya dayalı Kemalist anlayışın hâkimiyeti altında ezilmektedir…

Ve iki yakasını da bu yüzden bir araya getiremiyor.

Kendine çekidüzen veremiyor.

***

Başta söylediğimiz gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük bir belagate sahip olmakla beraber, savunduğu her davayı kesinlikle kazanmıştır ve rakiplerini mağlup etmiştir.

Ama buna rağmen, bir türlü terör odakları Türkiye’nin yakasından elini çekmiyor.

Türkiyenin beklenen hedefine ulaşmada; "hep pranga" oluyor.

Bize göre bunun sebeb-i mucibesi şu olmalıdır ki; inandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce İslam dininin ana kaynağı olan yüce Kur’an hükümlerinden taviz vermemizdir…

Dün de bu sütunlarda sizinle paylaşmak istediğimiz çok önemli konuların başını çeken yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Âli İmrân suresinin 139 ile 140. ayetlerini mealen sizinle paylaşmıştık.

Bugün yine aynı minval üzere o gerçeği tekrarlıyoruz.

Ve hayat boyunca onu kulağımıza bir nevi küpe olarak takmalıyız.

Unutmamalıyız ki Türkiye’nin ve İslam dünyasının başarı sırrı İslam’ın ana gerçekleri olan Kur’anın hükümlerine sımsıkı sarılmadadır…

Zira geçmişe yönelik tarih, bize şunu göstermiştir.

Müslümanlar, tarih boyu ne kadar İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an ve sünnete bağlı bulunduğu miktar kadar ciddiyet ve samimiyet, terakki, ilerleme ve yükselişi kazanıyorlar.

Dine karşı gösterilen lakaytlık doğrultusunda da o kadar geri plana atılıyorlar.

Geriledikçe geriliyorlar.

Kimsenin inanmama gibi lüksü yoktur.

Bu bir kaziye-yi muhkemedir, ilahi bir hükümdür.

Kanundur ve bu değişmez.

Zira dün de ifade etmiştim.

Kur’an, Mekke’nin sarp kayalık dağlarında inerken, her şeyi yeşerttiği gibi medeniyetin en dik alasını insanlığa kazandırmıştır.

Dinde lakayt olmamıştır.

Eğer lakaytlık olsaydı, hiçbir zaman çok kısa bir süreçte bu İslam devleti kurulamazdı.

***

Onun için Üstad Bediüzzaman Hazretleri, “Seykalu’l İslam” isimli kitabında şöyle diyor;

“Tarih bize gösterdi ki Müslümanlar, dinine mütenessip oldukları zaman, terakki ediyorlar.

Dininde gevşedikleri zaman da geri kalıyorlar.

İşte Âli İmran suresinin 139. ayetinin yüce meali aynen şöyledir;

“Ve lâ tehinû ve lâ tahzenû ve entumul a’levne in kuntum mu’minîn(mu’minîne)

Gevşemeyin, üzülmeyin, siz üstünsünüz.”

Neden?

Çünkü imanlısınız.

Ayet böyle söylüyor çünkü.

İman var olduğu müddetçe, sizin üstünlüğünüzde vardır, güçlüdür ve kuvvetlidir.

Bunun tersini bekleyemezsiniz.

Zira İslam güneş gibidir, söndürülemez.

Kendi üfürükleriyle söndürmeye çalışanlar yine söndüremez, ay gibi parlar.

Ama bu da bir gerçektir ki Kur’ana sarıldıkça, sahip çıktıkça bu gerçekleşebilir.

Yoksa yozlaşmanın işi bu davada yoktur.

Dejenerasyon hastalığıyla müptela olan bir Osmanlının bugünkü evlatları Allah’a yüz bin şükür olsun ki düne nazaran çok uyanık bir gençliğe sahibiz.

Eğer bu da olmasaydı, bu millet nereye gidecekti acaba?

Bu itibarla diyoruz ki;

İslam güneş gibidir üflemekle söndürülmez.

Gözünü kapatan kendisine karanlık etmiş olur.

* * *

Bakınız, sevgili can dostlar.

Demişler ya;

İki şey var, onlar sağlam durduğu müddetçe toplum da sağlamdır.

Onlar ayakta durduğu müddetçe, toplum da ayaktadır.

Ama onlar düştükleri müddetçe, kesinlikle toplum da düşer.

Ki hal-i âlem bugün orta yerde.

Mesela, o iki kısım insandan birisi hukema, yani devletleri yönetenlerdir.

Diğer kısım ise ulema, yani âlimlerin varlığıdır.

Bu her iki kural ve kaide yakalanmadığı takdirde, hiçbir zaman bir yere gidilemez.

Bakınız, iki gün evvel Sayın Cumhurbaşkanı Katar’ın başkenti Doha’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Kara Unsur Komutanlığında incelemelerde bulundu ve memnuniyetle ayrıldı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, askerlere şöyle seslendi;

“Diğer yerlerde görev yapan askerlerimiz gibi Katar'daki kahramanlarımızdan beklentimiz şudur; silahınız ve yüreğinizle askeri vazifenizi icra ederken duruşunuz, sevginiz ve saygınızla da Katar halkının kalbini fethetmelisiniz.

Bizim askerimizi diğer tüm askerlerden ayırt eden en önemli fark, görevini yaparken ahlakını, vicdanını, Allah korkusunu asla askıya almıyor olmasıdır.

Bugün bir asır önce bırakıp gittiğimiz yerleri ziyaret ettiğimizde karşılaştığımız muhabbetin, sevginin, hüsnükabulün gerisinde işte bu gerçek vardır.”

Anlaşılan şudur ki;

Bugün, Türkiye’de devletin zirvesinde böyle bir nurlu açıklama, imana ve inanca dayalı aydınlatıcı bir görüş eğer Türkiye’nin, Cumhurbaşkanının ağzından çıkıyorsa, hiç kuşkusuz anlamalıyız ki bu iş bitmiştir.

Artık, İslam’ın sabah şafağının aydınlığındayız.

En derin saygı ve sevgilerimle...