TOPLUMSAL DEJENERASYON!?

Evet, sevgili okurlar.

Sizlerle yapmış olduğumuz son iki sohbetimize ana başlık olarak kullandığımız; “ŞEREFÜL” kavramı, tabi "mekanların şeref ve haysiyeti o mekanları dolduran insanlarla kaimdir" demiştik.

Ne yazık ki “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle, Türkiye’de yıllardan beri yani Cumhuriyetten sonraki "Türkiye toplumunun" karşılaştığı olumsuzluklar, had safhada.

Toplumsal bir dejenerasyon yaşanmaktadır..

Hem de ruhi bir dejenerasyon…

Devletin bazı önemli kurum ve kuruluşlarının içinde bulunduğu çok şaibeli mevzular, gerçekten düşündürücüdür.

Düşündürücü olduğu kadar da, vahimdir.

Zira devlet demek, "o toplumun" en alt tabakasından, en üst tabakasına kadar, herkesin bir güvencesi durumunda olması lazım…

Eğer ki, maddi ve manevi güvence sağlanıyorsa, o devlet güçlüdür…

Pek tabi ki; adildir.

Çünkü, mülkün temeli de ona dayanıyor.

Eğer toplumsal bir huzur ve güven varlığı teminat altında değilse inanın, o ülkenin geleceği "pek parlak" değildir..

Korku, endişe ve belirsizlik kaçınılmazdır…

Dünkü devlet büyüklerinin tavır ve hareketleri ile günümüzdeki tavır ve davranışlar, fikir ve düşünceler, değişik platformlarda görünüyorsa; der demez "halk endişeye" kapılır..

Kuşkular gelişir…

Geleceğe dair; güven ve istikrar arızası yaşar..

Dün neydik, bugün nerdeyiz diye?

Dün nerede yürüyorduk, neye hizmet ediyorduk, bugün nerelerden koşuyoruz?

Bu sorulara karşı ne yazık ki bir türlü cevap bulamıyoruz.

İslam hukukuna göre, inanan bir toplumu yöneten sistemler, rejimler ve idareler, ne olursa olsun demokrasi ve milli irade gereği kendini daima halkın kontrolünden geçirmesi lazım.

Halk, yani toplum olarak üzerine düşen görevi yapmıyorsa, rasgele kimsenin de ahkâm kesmeye hakkı ve haddi yoktur.

Mademki memleket içerisinde bir vatandaşlık söz konusuysa vatandaşlık görevini yerine getirmek amacıyla yola çıkılarak vermiş olduğu oyların arkasında durması lazım…

Kimlere oy vermişse, onları kontrol etmesi gerekir.

Devletin önemli kurum ve kuruluşları milli gözetim altında yaşayamıyorsa, ona dayandırmıyorsa, kuşkusuz ki o antidemokratik bir huzursuzluktur ve güvensizlik içerisindedir.

Ama fi tarihinde bazı insanların yapmış olduğu yanlışlardan dolayı da ders-i ibret alarak onun tekrarlarını yaşatmamak gerekir.

İşte o zaman demokrasi, hayat bulur…

Halkın, devletini mutlaka murakabe altına alması lazım.

Devletin tüm kurum ve kuruluşlarının halkın izlemesine tabi tutulması gerekir.

Bu itibarla yapılan bazı eleştiriler, bize göre demokrasinin ana gerçeğidir ve huzurudur.

Bakınız sevgili okurlar..

Resulullah (S.A.V)’in sahabelerden biri olan Selman-ı Farisi, bir gün Hz. Ömer’e(r.a) istekleri doğrultusunda şöyle seslenir…

Der ki…

“Ey Ömer!

Sen itaat istiyorsun, beni dinleyin ve bana uyun, itaat edin demen elbette ki devlet büyüğüne yakışır bir davranıştır.

Ama yemin ediyorum eğer sen üzerindeki cübbenin kaynağını bize göstermezsen sana hiçbir zaman itaat etmeyiz.

Eğer bir halife olarak kendini herhangi bir yanlıştan arındırıp, dürüst davranmazsan, gerekirse kendi kılıcımızla seni düzeltiriz.”

Bunları söyleyen Selman-ı Farisi’dir.

Ve dikkat edin, İslam Halifesi Hz. Ömer’e(r.a) karşı bunu söylüyor.

Tabii bu hususta Sayın Cumhurbaşkanımızı tenzih ediyoruz.

Cumhurbaşkanımız, bizlerden de sizlerden de, bu tür devlet büyüklerinin davranışlarını çok daha iyi biliyor.

Ve ümit ediyoruz ki kendisi de bizim gibi düşünenlerden biridir.

Amma velâkin bir de şu var.

Hani diyorlar ya;

“Hal-i âlem meydanda.”

Türkiye, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yeniden başlamak üzere çok büyük karanlık tablolar çizilmektedir.

Suikastçı güruhlar, ne yazık ki PKK adıyla veyahut DAEŞ adıyla, herhangi bir pozisyon içerisinde yola çıkarak çok büyük cinayetlerin varlığı söz konusu olabilir.

Meçhul cinayetler serisi beklenmektedir.

Bunun sebeb-i mucibesi de;

Özellikle bölgemizde, Diyarbakır’ımızda, Hakkari’de, Şemdinli’de, Batman’da, Siirt’te, Van’da, ne ise hepsini sayarsak zamanımız yetmez.

Ama bu da bir gerçektir ki; vatandaşın bu illerdeki devletin bazı önemli resmi dairelerindeki görünen kirli görüntülerden çok endişelidir.

Adam kayırma, adam gözetim altına alma, rüşvet, suiistimal gibi…

Yeniden kirlenme tablolarının mevcudiyeti söz konusudur.

Özellikle Diyarbakır’ımızda, özellikle Büyükşehir Belediyesi’nde olup bitenleri Hindistan’daki “Sağır Sultan” dahi duymuştur.

Yıllardan beri hala da tek bir gün oylarını muhafazakâr partilere vermeyen aileler var.

O aileler dünkü HDP’nin belediyeleriyle iç içe oldukları gibi bugün daha fazlasıyla Ankara, İstanbul’a yerleşmişler ama uzun kolları buralarda.

Her an için kiralık adamlarla yeniden infazlar başlayabilir.

Ama bu hiç unutmayalım ki dünkü kiralık eşkıyalar ne ise bugün de aynı stil üzerine yürümek üzere yola çıkılmış diye düşünüyoruz.

Bizim burada AK Parti iktidarından, Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımızdan istek ve arzularımız;

Yıllardan beri milletimizin inançla bağlı bulunduğu dinimizin gereği olarak rahatlıkla yaşamak, yaşatmak ve belirli bir çerçeve altına almak gerekiyor.

Yoksa rasgele sahte bürokratların, özellikle CHP’nin altı okunun şerrinden memleket kendini kurtaramayabilir.

Biz yüce İslam dinine bağlı bulunan bir milletiz.

Hiçbir zaman ilke ve prensiplerimizden taviz vermiyoruz, veremiyoruz.

Bizim oylarımızı bizden alıp, devletin önemli zirvelerine kadar tırmanan zevatlar, ister TBMM’nde olsun, isterse devletin bazı kilit noktalarında yer almış olsun, devletin ciddiyetini kişisel rantı uğruna kullanmaya devam ediyorsa "karşı durulmalı.?"

AK Parti bu minvalde kendine yeni bir gömlek biçmesi gerekiyor.

Yeniden, ter-û taze bir elbiseyle halkın karşısına çıkması lazım.

Aksi takdirde AK Partinin ibresi oldukça aşağıya doğru inmektedir.

Dilimizde çok önemli meseleler var.

Biliyoruz.

Ama şimdilik bu kadar diyelim.

Gün gittikçe biz açılırız ve gerçekleri yazmaya siz değerli okurlarımıza yansıtmaya devam edeceğiz.

En derin saygı ve sevgilerimle...