TÜRK SİYASETİNE SAF KAN GEREKİR !!!

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği üzere; yakın tarihimiz yani Cumhuriyet dönemi bize neleri kazandırdı, kazanımları neydi ve neleri kaybettirdi, kaybettiklerimiz neydi?

İşte bu sorulara cevap aramak gerekir.

Lakin, soruları yanıtlamak çok kolay.

Çünkü, olup-biten her şey zaten kendini ele veriyor.

Bunun muhasebesini yapmak yine 81 milyon aziz milletimize düşüyor.

Dikkatlerine sunmak istiyoruz...

Birey olarak, toplum olarak, millet olarak..

Pek tabi ki; devlet-i aliye olarak ta; “olup biteni” sorgulamamız lazım...

Bu yakın tarihimiz; bizlere neleri kaybettirdi?

Kaybetmemizdeki; nedenler neydi?

Ya da kazandıklarımız..

Ve bu kazandıklarımızın; “etkenleri” neydi?

İşte tüm bunlar silsileli sorular olduğu gibi cevabını da “silsile” olarak, bulup, yanıtlamak gerekiyor...

Cevap istiyor.

Ama demişler ya; “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”...

Bu vecizeyi dile getirerek, yola çıkarsak “istersen dokuz köy değil 10. köyden kovulsak” dahi bu gerçekleri söyleyeceğiz...

Ve bu sorulan soruları da aziz milletimiz adına yanıtlamaya çalışacağız....

Zaten, mesleki ilke ve ana prensibimiz de budur...

Halk adına, millet adına; “hakikati” haykırabilmek...

Evet başlık olarak kullandığımız ifade “Türk siyasetine saf kan gerekir” sözü, sıradan bir tanım değil...

Malum!....

Sade kan demek, asil kan demektir, saf kan demektir.

Hani Arap atları için söylenen bir söz; “sade ve saf kan..!”

O atla yarışa girilir, rakiplere meydan okunabilir, o atla tarih boyunca savaşlar yapılmıştır.

Çünkü saf kandır.

Halis bir asalete intisaptır.

Hiçbir zaman asaletini kaybetmeyen o hayvanlara cins at denir.

Peki siyaset dünyamızdaki “sade ve saf kanlılık” nedir?

Bir de oraya gelelim.

Siyasetin sade ve asil kanı son derece dürüstlük üzerinedir?

Yalan söylememek, halkı yanıltmamak, gerçekleri saklamamak…

En önemlisi de kişisel ranttan uzak durmak…

Siyasetin öldürücü zehiri bize göre kişisel ranttır, yalan söylemektir, değişik versiyonlarla halkı kandırmaktır.

Bunlar hep temel yanlışlıklardır ve siyaset dünyasını sade kandan arındırıp melezleştirme, karışık kan taşıyan siyasete dönüştürür...

Ki öldürücüdür...

Bu siyasetin ömrü uzun olmamakla beraber, topluma da bir yarar getirmez...

Ki toplum büyük endişelerle her gün biraz daha ters yatar, ters kalkar, ters uyur ve ters uyanır; misali “dünyası” kararır!!.

Bu cümleden toplumsal bir çürümüşlük meydana gelir.

O çürümüşlüğün başlıcası da bize göre “Aile” unsurudur.

Bin yıllık gibi bir geçmişi olan ümmetin tarihinde Aile unsurunun ne kadar sağlam bir temele dayalı olduğu, mahremiyet unsuru ailenin temel direği ve taşıyıcı kolonu olduğu herkesin malumudur.

Bu temel dayanak, ana güç, yani  “ailedeki asalet” İslam’dan, Kur’an’dan gelmektedir...

 Aba, ecdadlarımızdan alınan ilmin, irfanın, terbiye ve utanma gibi unsurların varlığıyla; “bu asalet” hep korunmuştur...

Lakin bu “asalet” ortadan kaldırıldıktan sonra, tabiri caizse “ailenin” temeline dinamit, konulmuş gibi “tar-ü mar” olur...

Ve dolaysıyla, toplumun varlığı elden gider..

Değerli okurlar...

Aile demek bir toplumun dayanak noktasıdır...

O’nun sağlam ruh gerçeğinin varlığıdır.

Bunu da ayakta tutan; “ondaki sade kandır...”

Buna devleti yönetenlerin, milli iradeyi omuzlarında taşıyan devlet büyükleri de dahildir...

Onların, sade ve sağlam siyasetine bağlıdır.

Bu “Saf kanlı” bir siyaset olma halidir.

Arapların asil kana sahip savaş atları gibi...

Bu siyasetle, bu asaletle, bu dürüstlükle, bu anti çıkar ve anti rant siyasetiyle, toplumu; yek vücut yaparsın..

Milli iradeye bütünlük sağlar...

Ki, dünyanın efendisi, alemin de reisi olur..

Ama aksi takdirde bunlar olmadığı zaman, müptezel rezil bir düşmanın köleliğinden kendini kurtaramaz.

Nitekim bugün hali alem meydanda!

İslam dünyasındaki siyasetin ne kadar kanlı ve bulanık bir siyaset olduğu, herkesin malumudur...

Aranan sade ve temiz kan da bulunmuyor...

Oluşan toplumsal çöküş yüzünden de; “terör odakları” her gün daha azgın bir şekilde, direniş, gösterip kan döküyor..

Afganistan’da, Pakistan’da, Türkistan’da, Arabistan’da, Kürdistan’da vs. nerede derseniz deyin İslam coğrafyası içerisinde hiçbir siyaset saf kan taşımıyor?

İslam’ın ve Müslümanlık inancına dayalı milli irade gerçeğine uygun bir siyasi ruh ve siyasetin varlığı söz konusu değil..

Ne yazık ki bulamakta güç...

Batı dünyasından ithal edilmiş, yıllardan beri kirli ideolojiye esir düşmüş, kendi halkını birbirine düşüren, kavga, kan ve gözyaşlarından arındıramayan bir siyaset, hep hakim!...

Melez bir siyaset, kendine sürekli alan açıyor...

Ki; o melez siyaset inanın melez hayvanların cinsiyetine benzemektedir…

Hayvan çiftliklerine baktığınız zaman, afedersiniz tohumluk bazı tosunlar asil kana sahip seçilmiş birer hayvan olarak görünür...

Ondan tevellüt eden, onun kanıyla ve spermiyle doğan o yavrular, birer asil hayvandırlar...

Çünkü, o sade kanı taşıyor... Ki kendisi de seçkin tohumluk hayvanlar oluyor.

Ama insanların ve özellikle İslam dünyasındaki taşınmakta olan siyasi kanlar ne yazık ki içine batı dünyasının kazuratından oluşmuş melez ve kirli kanlar karışınca, vay ki vay!...

“Değerler” asaletten uzaklaşıyor..

Toplumun ne dinine, ne imanına, ne edebine, ne terbiyesine, ne örf, adet gelenek  ve göreneklerine, hiçbirine uymayan bir siyaset, sade, asil bir siyaset olduğunu iddia edemez.

Onun için toplumsal bir çöküş, toplumsal bir çürüme, toplumsal ahlaki çöküntü, toplumsal bir ekonomik çöküntü, toplumsal bir cehaletin varlığı, toplumsal bir vahşetin yaşanması, toplumsal bir Allah korkusundan yoksunlaştırılmış bir halin varlığı tüm bu söylediklerimizi bize kanıtlamaktadır.

İşte bakınız sevgili dostlar!

Ümmetin inancına dayalı milli bir siyaset yaşamı sade bir siyasettir.

Zira milli iradeye dayalıdır.

Zira milli inanca dayalıdır.

Zira şeriatı garrayi ahmediyenin ruhuna dayalıdır.

İşte o sade ve saf kana sahip siyaset, milleti “ümmet” kimliğiyle kucaklar, halk onunla kalkar, oturur, yaşar ve yaşamını idame eder.

Hem de dostluk içerisinde, kardeşlik içerisinde, büyük bir inanç içerisinde temiz bir ruhla, kenetlenir...

Bakınız Yeni Şafak Gazetesinin baş yazarlarından saygıdeğer dostumuz Yusuf Kaplan bey, “Aile: Son Kale” başlıklı bir yazı kaleme almış...

Tarihi tespitlerde bulunuyor...

Yazısından birkaç paragrafı sizinle paylaşmak istiyoruz.

Yusuf bey şöyle diyor..

“Aileyi savunuyorum.

Ailenin olmadığı, yok olduğu bir dünyanın varolamayacağını, yok olacağını, yok olmaya mahkûm olacağını görüyorum.

Ailenin insanın insanlığının, insan kalmasının yegâne kökü, temeli, son kalesi olduğunu düşünüyorum.

AİLE, HER ŞEYİN TEMELİ

Aile ne, peki?

Aile, kök demek benim için.

Her şeyin kökü olarak görüyorum aileyi.

Her şeyin temeli.

İnsanın insanı ve hayatı tanımasının, zaaflarını öğrenmesinin ve aşmasının, zorluklara göğüs gerebilmesinin zemini.

İyinin ve kötünün, iyiliğin ve kötülüğün idrak edilebilme yeri.

İyi aile, iyi insan tohumları eker.

Kötü aile, insanı ıskalar, insanı keşfedemez, insanlığından eder.

İnsan, hakikat demektir bir açıdan bakıldığında.

Aile, insanın yeşerdiği, hakikati sulayan bahçe.

Çünkü insan, Allah’ın (cc) bütün isimlerinin ve sıfatlarının mazhargâhıdır.

İnsan, hakikatin hem kendisi ve ifadesi hem de temsilcisi ve ifade edicisi.

Hem zarfı hem de mazrufu hakikatin.

Hem dışı hem içi.

Hem kabuğu hem özü, çekirdeği.

Hem özü hem de sözü.

İnsan eşref-i mahlûkattır. Bütün insanlık.

Bu yüzden hilafetle mükellef kılınmıştır.

Hilâfet, rububiyet ve ubudiyet diyalektiği ile işleyen, yeşeren kulluk bilincidir. Emanet bilinci demektir kulluk bilinci.

Kopmaz bir bağ’la bağlıdır Yaratıcısına.

Ünsiyet ortak vasfıdır ailenin de, insanın da, insanın Yaratıcılısıyla ve tabiatla irtibatının da.

ÖZGÜRLÜĞÜN SİGORTASI: MAHREMİYET

Mahremiyetin olmadığı yerde, ünsiyet biter, insan özgürlüğünü yitirir.

Özgürlüğünü yitirir çünkü biricikliğini yitirir; kendine özgü olan’ı kaybetmiştir, kendine özgü alan’ıysa işgal edilmiştir.

Mahremiyetin bitmesi, samimiyetin hayatımızdan çekilip gitmesi ve bizi ruhsuzluğa mahkûm etmesiyle sonuçlanacaktır.

Mahremiyet, iç ve dış, kendi ve kendi olmayan (ben ve öteki değil!) ayırımı üzerinden yükselir.”

En derin sevgi ve saygılarımla…