TÜRKİYE PROVOKATÖRLER DEPOSU MU?!

Evet sevgili okurlar!

Artık Türkiye kendini yenilemelidir..

İç organlarını temizlemelidir..

Yakın tarihimiz boyu yutulan, Türkiye’nin midesine indirilen pis boyutlu nesneler artık devletin ve halkın midesini kanserojik şekilde, tahrip etmektedir..

O nedenle, Türkiye bağırsaklarını ve midesini “bu kanserojik” virüslerden temizleyip, arındırmalıdır..

Devletin kalbinden diğer iç organlarına pompalanan kan mutlaka imanlı ve temiz bir kan takviyesi olmalıdır..

Pek tabi ki asil kan olmalıdır...

Yoksa kirli, katılaşmış, pıhtılaşmış kanla ne devletin kalbi rahat bir pompalama yapabilir, ne de vücut sağlıklı olur..

Sürekli ödem, hastalık ve halsizlikle; mevta riskiyle karşı karşıya kalır..

Bu itibarla diyoruz ki; hakikaten Türkiyemiz nerdeyse artık provokatör ajanlarla dopdolu bir hal yaşamaktadır...

Vay bu Kemalizmmiş, vay bu Atatürkçülükmüş, vay bu laiklikmiş, vay bu çağdaşlıkmış,...Mış da mış...

İşte bu “mış mışlar = İslam Düşmanlığı…

Bu da, İnanan 81 milyona karşı hazırlanan bir provokatörler komitesinin, “planlarını” hayata geçirmektir..

İşte bu noktada, “Devlet nereye gidiyor?” sorusuna kimse cevap bulamıyor ya da vermek istemiyor.

Ne yazık ki, hal-i hazırda “elini hangi kuruma, hangi yaşam alanına” atarsanız atın, elinizde kalıyor..

Hele hele bu milli eğitim sisteminin ucubesi sözde Kemalist Atatürkçülük ve Laikçilik adına yeni yeni provokatörlerin üretilmesi; hiçte hayra alamet değildir..

Olup bitene baktığınızda, “milli eğitim camiası” nerdeyse ruhsuz hale getirildiğini görüyorsunuz...

Gönül arzu ediyordu ki, AK Parti’nin iktidara geldiğinden bu yana özellikle devletin kilit noktasını temsil eden sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinde artık böyle şeylere meydan verilmemesiydi...

Milletin etrafını saran bu yakıcı ateş alevleri erkenden söndürülmeliydi.

Zehir saçan sözüm ona aydınlık yapan “maarif lambalarını” üfleyip, söndürmeliydi..

Hep diyorum, Türkiye’nin varlığı sadece Türkiye’yi kapsamıyor..

Yani yalnız Türkiye değil... Bütün İslam dünyasının  “umut” beslediği gibi, Türkiye’nin de kendini  bu minvalde lider olarak telakki etmesi gerekiyor.. Ama bu halle değil..

Dosta düşmana parmak ısırtan bir Türkiye olmalıyız..

Ki; artık Haçlıların, Siyonist Yahudilerin, içimizdeki satılmış münafıkların projeleriyle kurulmuş bir Cumhuriyet değil, sadakatle, dürüstlükle, imanla, İslamla, tek kelimeyle halkın vergileriyle kurulmuş çağdaş bir Türkiye isteniyor.

Yani provokatörlerin Türkiyesi değil, sadakatle ülkesine, şanlı bayrağına, ülke bütünlüğüne, devletine bağlı, teru-taze sağlam bir ruha sahip milletin, Türkiyesi olmalıdır.

Sormak istiyorum; Milli Eğitim Bakanlığı nereden yürüyor?

Sadece laftan ibaret, sadece göstermelik, sadece bazı gizli masonik locaların direktif ve talimatlarıyla mı hareket ediyor yoksa?.

Düşünün!

Türkiye’nin bu hengamesinde, yedi düvelle mücadele ederken, İstanbul’un Sultanbeyli’sinde, bilmem nerelerde Atatürk’ün vefat yıldönümü gününde yani Atatürk’ü anma gününde kalkıp sınıfta Atatürk’ün portresi önünde secde ettirilmesini, koreografi şekline sokması utanç vericidir...

Yaşananlar, çağın ayıbıdır, skandaldır, cehalettir, hem de cehaletin dik alasıdır.

Kim kimi kandırıyor?

Artık bu millet yeter diyor!

Siyaset diliyle milleti artık kimse kandırmasın..

Halkı yıllardan beri dış mihraklı projelerle Cumhur’un arkasında bulunmadığı bir cumhuriyet biçimlendirmesiyle, kimse aldatamaz..

“Zorla” bunu millete kabul ettirmek isteyenler, milletle devleti karşı karşıya getirme gayesini taşımaktadır...

Bu planlara artık yeter denmelidir..

Bir değil, milyonlarca kez yeter denmelidir, yeter denmelidir.

Bu milletin alınterinden dökülen vergilerle başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere tüm bakanlıklara verilen bütçe bu şekilde batıl, inançsızlık ve millete saygısızlıkla, provokatif hareketlere artık harcanmamalıdır, izin verilmemelidir, bünyesinde yapılmamalıdır.

Bu millet artık uyanmıştır...

Bu milletle Atatürk’ü karşı karşıya getirme hıyaneti artık son bulmalıdır.

Cumhuriyet Halk Parti’nin 6 Ok’lu bu tezgahlarına millet artık inanmıyor.

Bundandır ki Cumhuriyet Halk Partisi yıllardan beri iktidar yüzü görmüyor.

Bu halk Kemalist ve Ajan türü çalışan Altı oklu Cumhuriyet Halk Parti’nin yüzüne bakmamıştır ve yüzünü güldürmemiştir.

Sevgili dostlar!

Sorarım 1908’li yıllarda, yani Meşrutiyetin ilanından bir yıl sonra 31 Mart olayı, daha doğrusu, önceden kurulan ve ulu hakan Sultan Abdülhamid’i devirme planları için hazırlanan İttihad Terakki Partisinde kimler vardı, kurucuları kimlerdi?

Elbette ki, partinin kurulması İngilizlerin projesiydi, kurucuları da, Selanik dönmesi Yahudilerdi..

31 Mart Hadisesi içimizdeki münafık komiteci ırkçı masonların kurguladığı projeydi.

Ta ki 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın ilanıyla bir yıl içinde 1000 yıllık ömre sahip olan bir devlet yıkıldı,  toz oldu gitti.

Allah aşkına sorarım!

Hani 1915’te Çanakkale Zaferi, hani düşmanı denize döktürüp gemileri denize batırma zaferi nerde?

Der akab, yani iki yıl içerisinde o mağlup ve denize dökülen (!) o düşman İngilizler, elini kolunu sallayarak, hiçbir kurşun atmadan İstanbul’u nasıl istila ettiler..

1918’deki Mondros Mütarekesi, 1920’deki Sevr Antlaşması, 1923’te Lozan Zaferi (!) ve 1924’te Bin yıllık bir Hilafet-i İslamiye’nin yıkılışı..

İşte tüm bunlar, İslam dünyasını, bu şerefli bayrağımızın altından alınıp bölük pörçük haline getirdi...

Her birisi, ayrı ayrı birer bez parçasından ibaret olan bayrakçılara sahip oldular.

Bu böl, parçala ve yut planı kimin işiydi, kimin karıydı ve niye yapıldı?

Cevap bekleyen bu sorular silsilesi hiç resmi tarihimize girdi mi?

Resmi tarih dersi olarak milli eğitimde okutuluyor mu?

Hayır!

Hiç de okutulmuyor.

Onun için Türkiye bugün demokratik, çağdaş, insan temel hak ve özgürlüğüne hakkıyla bağlı kalma şansına sahip midir acaba diye sorgulanıyor?

Bu sorular hep cevap bekliyor…

Zira Devletin Bakanlıklarının bünyesindeki bazı kamu ve kuruluşlarının yamuk çalışmaları milletin gözünden kaçmıyor?

Bir türlü kendini yolsuzluklardan, usulsüzlüklerden, yanlışlıklardan, gayri ahlaki pozisyonlardan kurtaramıyor..

İşte bu kamu kurum ve kuruluşların hali pür melali nereye kadar devam edecektir?

Yıllardan beri bu gizli masonik komitelerin denedikleri darbe girişimlerinden bir sonuç alınamayınca, şimdi yeniden darbeler niteliği taşıyan böylesi provokatif edepsizlikleri sergilemeye başladılar..

Acaba İçişleri Bakanlığı veya Milli Eğitim Bakanlığı ne yapıyor ve ne düşünüyor diye de sormak istiyorum?

En derin saygı ve sevgilerimle…