ÜNİVERSİTE VE İLAHİYAT FAKÜLTELERİ!?

Saygıdeğer okurlarım...

Malumunuz üzere Türkiye’miz, her gün biraz daha "Yüce İslam" dininin kaida ve kurallarına, sırt dönmektedir…

Kültürel, ahlaki ve bilimsel olarak; hızla İslamiyet’ten uzaklaştırılmak isteniyor.

Ne yazık ki…

Bunu da, gizli mahfeller, Siyonist ve haçlı emperyalizminin gizli hareketleriyle, gizli misyonerlik çalışmalarıyla yürütmektedirler…

Siyonizm’in masonik localarının gizli ve aktif faaliyetleri birleşerek, Şeairi İslamiye denilen İslam'ın ana ilkelerini aşağılamak üzere "sinsice" operasyonlar, icra edilerek, İslamsız bir millet "mühendisliği" yapılmaktadır..

Ne acıdır ki, "gizli ve sinsice" yapıldağı görülse de vaziyet aşikârdır, açıktır ve nettir.

Her ne kadar çok gizli tutuluyor ise de aklı ve feraseti açık olan her mümin, bunları çok iyi biliyor, seziyor ve farkına varıyor.

Ve nerdeyse suçüstü yakalıyor.

***

İşte bu hakikat penceresinden diyoruz ki;

Yüce İslam Peygamberinin (S.A.V) çok güzel bir hadisi vardır.

“İtteku ferasete’l mu’mini…”

Bir hadis-i şerif.

Yani “Herkes müminin ferasetinden sakınmalıdır. O Allah’ın kalbine indirdiği nur vasıtasıyla her şeye net bakıyor ve görüyor.

Müminin gafil olmaması gerekir...

Hele hele zillet ve meskeneti hiç kabul etmemesi lazım…

Cehalet kuyusundan oldukça uzak durması lazım…

İlim kisvesi altında sistem vasıtasıyla resmiyetin giydirdiği ilim kisvelerine hiç aldanmaması lazım.

Hele hele üniversitelerin ve fakültelerinin verdiği Profesörlük unvanına veya ilmi cübbelerine hiç itibar vermemeleri lazım.

Zira eski medrese usullerinde okumayan ne kadar ilahiyatçı olursa olsun, deyim yerindeyse başı göklere değse dahi itibar edilmez.

Hele ki, ilmine, bilimine, amel ve itikadına hiç itibar edilmemesi gerekir.

Zira görünen budur ki bu mübarek Ramazan-ı Şerif ayının içinde Ramazan ayının itibarını zedelemek üzere bazı mahfeller tarafından, bazı televizyon ekranlarına çıkıp, abuk sabuk konuşmaları tümüyle onları ele veriyor.

Maskelerini düşürüyor...

Ne kadar cehaletin çukuruna düşmüş olduklarını bizzat kendi ifadeleri "kendilerini" ele veriyor.

Hem de Kur’andan ayet meallerini okuyarak…

Ayetleri çarpıtıyorlar, hadisleri çarpıtıyorlar ve İslam’a karşı gizliden besledikleri kini ve nefretlerini izhar ediyorlar.

Deyim yerindeyse dost görünüp, düşmanca muamele ediyorlar.

Veyahut dost ise de sadık değil, ahmak bir dost olarak kendini tanımlıyor.

Hani demişler ya;

“Ahmak dostun zararı, akıllı düşmandan daha fazladır....”

Veyahut bir diğer deyimle;

“Münafıkın tehlikesi içten geldiği için pek sezilmiyor, sezilmedikçe de zararı daha çok olur.”

Zira düşman bellidir.

Her Müslüman, kendi ferasetiyle o düşmanı biliyor ve ona göre karşılık veriyor.

Ama içten gelen düşman, kendine dost görüntüsü veriyor.

Hem de alimlik ve bilimsellik görüntüsüyle birlikte.

Ve içten tahribat yapıyor.

Televizyon ekranında bir bayanın sorularına cevap veren sözde bir Prof. Bayraktar Bayraklı, kendini hafız-ul Kur’an olarak piyasaya satmaya çalışıyor ise de ama heyhat!

Ya ahmakça bir dost olarak kullanılıyor veya da bilinçli bir düşman olarak kendini lanse etmeye çalışıyor.

Geçenlerde bir ekranda kadının birisi danışıklı dövüş olarak çıkıp kendisine diyor ki;

“Hocam, biz kadınların özgürce ibadetlerimize mani olan bazı din adamlarının veyahut İslam bilginlerinin ne hakkı var, kadının özgürce ibadet yapmasını engellemeye çalışıyorlar?

Yapabiliyorlar mı bunu?”

Bu sorudan sonra uzanan sorular şöyle sıralanıyor;

“Kadınlar adet halinde iken niye Kur’an okumasına engel oluyorlar.

Ben her zaman Kur’an okumak istiyorum.

Niye Namaz kılınmasına mani olunuyor?

Niye abdestsiz Kur’an ellenmesin?

Özgürlüğümüzü elimizden almak istiyorlar” diyorlar.

Sözde Prof. Bayraklı diyor ki;

“Kadının özgürce ibadetine mani olanların kıyamet günü Allah’ın huzurunda ne cevap vereceğini merak ediyorum..

Kadın her halükarda Kur’an okuyabilir…

Adet halindeyken de namaz kılabilir, Kur'anda okuyabilir, oruçta tutabilir vs. vs.” diyerek, tezviratlar sıralıyor.

Ve buna ek olarak, sözde bu haldeki yaşamlarına engel teşkil eden şeriat hükümlerini de "zalimlik" olarak algılatıyor…

Soran ve cevap verenin ikisinin de kötü niyetli oldukları açık ve nettir.

Danışıklı dövüş..

Her ikisi de kesinlikle bilinmeyen bazı gizli mahfeller ve misyonerlik faaliyeti altında herhalde büyük bir meblağ karşısında bu tür sahte fetvaları verip, İslamiyet’in ana çizgilerinden halkı sapıtmaya çalışıyorlar…

Yoksa başka bir şey düşünülemez!

İslam düşmanlarının İslam’a karşı beslediği kin ve nefret olmakla beraber, toplarıyla ve silahlarıyla yapamadıklarını gizliden gizliye sözde bilimsel olarak bazı satılmış ilim adamı diye kendine unvan verdiren insanları kullanarak, İslamiyeti dejenere etmek istiyorlar…

Bunlar, haricilik ve selefilik denilen vahabilik veyahut şia gibi sapık görüşlerin, etkisi altındadır...

Akla ziyan bir durum…

Çok üzülüyoruz.

Ama şunu da söylemeden geçmek istemiyoruz.

Eğer CHP döneminde bu tür şeyler olsaydı, bütün millet ayaklanıp diyecekti ki;

“Vay sizi gidi dinsiz imansız CHP’liler veyahut HDP’liler vs!

Siz nasıl Kur’ana hücum ediyorsunuz böyle?

Kur’ana hücum edilmesine nasıl göz yumuyorsunuz?” diyerek, nara atarlardı..

Kızıl-kıyamet koparılırdı..

Ama AK Parti dönemi olması hasebiyle; "kimseden" çıt ses yok…

Tabiatıyla AK Parti muhafazakâr olarak kendini lanse etmiş ve etmeye de devam ediyor.

Hâlbuki muhafazakârlıkla, İslam’la, inançla uzaktan yakından alakası olmayan bazı AKP’liler var ki bunlar bu işleri bu millete yutturmaya çalışıyorlar.

Bu itibarla halkın artık güveni hiçbir siyasi kuruluşa veya kurumlara kalmamıştır.

Özellikle iktidar partide ibre her gün biraz daha aşağıya düşmektedir.

Hele ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kimliği ortada iken…

O da olmazsa, özellikle bölgemizde AK Parti diye bir şey kalmayacak…

Ki kalmamıştır da zaten.

İlmin, teknolojinin zirvelere tırmandığı bir çağda, bir zamanda birileri çıkıp gizli Siyonizm adına Kur’an eleştiriyorsa.

Hem de Kur’an ehli olarak kendini lanse ediyorsa…

Vay ki vay halimize...

Buna ağlayalım mı gülelim mi?

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Adam diyor ki;

“Hac mevsimi, senenin değişik mevsimlerine gelmesine ne gerek var?

Hac sonbahar mevsimi olan Eylül ayında gelmiştir, böyle kalsın.

Her sene Hac mevsimi Eylül ayında olsun.

Ramazan ayının her yıl 10 gün gerilemesine, senenin 12 ay boyutunu kapsayan Ramazan ne gerekir?

Bana göre bir ayda, bir mevsimde kalsa yeter”

Peki, sormazlar mı?

Be beyinsiz!

Megalomanyak!

Kendini beğenmiş!

Kendini dev aynasında gören cüce herif!

Sen kimsin ki “bana göre” diyorsun ve Kur’anın ayetlerini kendi karanlık görüşlerinin paralelinde yorumlamaya çalışıyorsun?

Ve hep “bana göre” diyorsun.

Herhangi bir dayanak noktan yok.

Bir fıkhi eserden, Buhari’den, Müslim’den, başka herhangi bir kaynaktan misal getirmeden, kendini her şeyden üstün tutan bir maceracı, kendini beğenmiş, hodbin insan…

Kimsin...

Kesinlikle hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Sen ya bazı localara satılmış birilerindensin...

Veya da eski Ermeni veyahut Yahudi dönmelerinden Anadolu’ya intikal etmiş ailelerin torunları olup, şimdi de dönme programını gerçekleştiriyorsun…

Yoksa bu kadar arıza-i bir fikriyatı icra etmezdin?

Hiç kimsenin haddi yoktur ki Kur’ana, Hadis’e veyahut diğer “Şeairi İslamiye” denilen İslam’ın 1439 seneden beri yürürlükte olan ilke prensiplerine değişiklik getirmeye çalışsın.

Olsa olsa mutlak bir cehalet kuyusuna düşmüş veya “En’âm” suresinin 112. ayetinin mealine maruz kalmıştır.

Ki ayet mealen şöyle diyor;

“İşte böylece biz, her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık.

Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı (parlak) sözler fısıldarlar.

Rabbin dileseydi (onlar da inat etmeseydi) bunu yapmazlardı.

Öyleyse onları uydurdukları iftiralarıyla baş başa bırak.”

İşte ey ilahiyatçı Profesör olarak kendini millete satmaya çalışan hodbin kişiler!..

Sizin haddiniz midir ki "kendinizce rasgele kirli fetvaları çıkarıyorsunuz?.."

En derin saygı ve sevgilerimle...