ZİRVEDEN DERİN ÇUKURLARA YUVARLANAN TOPLUMLAR!

 

Evet, sevgili okurlar.

Sizinle bugün yapacağımız sohbetin muhtevası; "toplumları toplum yapan değerler" üzerine olacaktır…

Dünyanın ve İslam ülkelerinin hali pür melali orta yerde..

Nitekim, fıtrat kanunlarına uygun yürüyen, yüksek ahlaklı toplumların tarihi zirvelerden nasıl derin çukurlara düşüp yuvarlandıklarını biliyoruz..

Ki bilmeyen yok…

Yeter ki tarihi gerçekleri idrak edebilsin…

Zulme yuvarlanıp giden toplumların halini gerçek söyleyen tarih yazdığı gibi…

Yüce Kur’an-ı Azimşan da vurgulaya vurgulaya bize toplumların akıbetini anlatmaktadır…

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Hud” suresinin 117. Ayeti, herşeyi anlatıyor…

Bu ayet-i celile bizi mealen şöyle ikaz ediyor;

“Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez."

Bu ayetin mefhumu muhalifi bize şunu bildiriyor;

Yani bir toplum eğer helak oluyorsa, herhangi bir nedenle yeryüzünden silinmeye mahkûm olmuşsa demek ki "ehl-i muhlis" değildir, bozguncudur…

Fesat yuvasına dönmüştür; "yıkımı ve çöküşü" kaçınılmazdır…

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu ayet, anlam olarak çok düşündürücü bir mesaj veriyor bize.

İşte görünen manzara ortada.

Ne kadar cami dikersen dik.

Minareler ne kadar göklere yükselirse yükselsin.

Hac mevsimi gelince, hacca gidebilme sırası gelmeyen potansiyel ne yaparsa yapsın.

Hiçbir şey ifade edemez.

Tek ifade edilebilen bir gerçek varsa, o da toplumun kültürel olarak, ahlaki olarak, tarihi değer olarak "Allah’a inanç ve Peygambere iman" olarak yetiştirilmediği müddetçe, her şey boşunadır..

Boşa kürek çekmedir…

“Şekli olarak ben Müslüman’ım, ama özde Müslümanlığın kenarından geçemiyorum”

İşte bu anlayış toplumda hakim olduğu müddetçe, o toplum kendini "fesat ve bozgunculuktan" kurtaramaz.

Tek kelimeyle fıtrat kanunu olan Allah’ın kelamı Kur’an paralelinde yürüyemeyen bir toplum, bir devlet, bir hükümet, hiçbir zaman hak ve hakkaniyetten dem vuramaz.

Velev ki kendini ne kadar suret-i haktan gösterirse göstersin, boşunadır.

***

Sevgili okurlar.

Sizinle bunları paylaşmamızın sebeb-i mucibesi;

Tarihe şan ve şeref veren bir ecdadın evladı olarak, insanlığa insanlığı öğreten bir ümmet iken her nedense, ansızın, o zirvelerden baş aşağı düşen, ahlaki çöküntüler çukuruna yuvarlanıp gelen bir toplum haline dönüşmemizdir…

Hem de nasıl ahlaksızlık?

Buna sebebiyet veren kim?

Neden, niye?

Bu tür sorulara cevap ararken, maalesef hak söyleyen, doğruyu gören, samimi inanca sahip olan kimseyi karşımızda göremiyoruz.

Piyasa dolandırıcılarla dopdolu.

İş çevrelerinden para koparma bahanesiyle bir dolandırıcılık sanatıyla şundan bundan para çarpıp işini iş eden kesimler vardır toplumumuzda.

Ve bu kesim ne yapıyorsa ne yazık ki yanında kar kalıyor.

Hırsızın, arsızın, üçkağıtçının, rüşvetçinin, kısacası ahlaki değerlerden yoksun olanların bini bir para...

Hem de devletin resmi sıfatlarını kullanarak, hem de vatandaşın üzerine daha etkili olsun diye devletin önemli mevkilerinde oturan zevatın ismini kullanarak "üçkağıtçılık" yapanlar var…

Para devşirmeye çalışanlar var…

Büyük bir cesaret göstererek, "İsim, adres ve telefon" vererek bunu yapanlar var…

Tabi herkes bu tuzaklara düşmüyor…

Ne yazık ki aklı başında olan, uyanık davranan, önemli iş çevreleri bunları nerdeyse suçüstü yaptığı halde, savcılık da bunların pek üzerine gitmiyor.

Polis, jandarma, istihbarat birimleri bir türlü bunları yakalayıp deşifre etmiyor.

İnsanın aklına gelen şudur ki bu resmi ismi kullanan insan, bunun böyle hürriyetini köktenliğini nereden ve nasıl biliyor?

O dairenin gidişatının hangi yönde ve kimlerin elinde olduğunu nasıl öğrenmiş?

Akla gelen şudur ki bu tür dolandırıcılığı yapan güruh ve ekip, rasgele bir ekip değildir.

Telefonda konuştukları kelimeler adeta lugat parçalar akademisyen konuşmalar...

Sıradan bir Lise mezunu dahi değil.

Düzgün bir lisana sahip..

Mutlaka bir akademisyen ve yüksek tahsilli olsa gerek…

Ki böylesi cümleleri güzelce kurabiliyor.

***

Dün, bizatihi beni arayan birisi oldu…

Dedi ki;

"Ben Diyarbakır Valiliği özel kalemden arıyorum…

Vali Yardımcımız Kürşat Bey sizinle görüşmek istiyor…"

Ben de buyurun görüşeyim dedim…

Telefonun ucundaki kişi bir bey…

Aynen şöyle dedi…

“Sayın Valim Hasan Basri Güzeloğlu’nun talimatı üzerine sizi arıyorum…

Ben Vali Yardımcısı Kürşat Güleryüz.

Diyarbakır’da bazı yoksul aileler var…

Çok fakir ve perişan vaziyette…

Sayın Valimize gelmişler…

Yardım talebinde bulunmuşlar…

Onların yetimleri var..

Sayın Valim sizin gibi sözü geçen bazı iş çevrelerinden "yardım" amacıyla katkı sunmalarını istiyor…

Siz ne kadar yardım edeceksiniz…

Nasıl yardım etmeyi düşünüyorsunuz…

Biz size banka hesabı verelim, siz yapacağınız yardımı o hesaba yatırın..

Valilik orada toplanan yardım paralarını bilahare ailelere dağıtacak…"

***

Tabi bunları sıralarken…

"Ben de bi saniye dedim…

Olur yardım ederiz..

Siz telefonu kapatın… Ben size tekrar dönerim" dedim…

Telefonu kapatır kapatmaz, araştırdım...

Ortaya çıktı ki…

"Ne il Valimiz sayın Güzeloğlu'nun ne de Vali Yardımcısının uzaktan-yakından alakası yok…"

Adamlar hayali…

Oluşan bir çete var…

Ve bu çete, "Vali ve vali yardımcılarının" ismini kullanarak, dolandırıcılık yapıyor..

Kimden ne koparırsak?…

Beni arayan numaraya bir süre sonra geri döndüm…

Bu kez başka bir ses karşıma çıktı.

“Beyefendi demin aradınız, gelin ben size parayı elden vereyim” dedim.

Gayem onları suçüstü yakalatmaktı.

Amma velakin, adam dedi ki;

“Hayır usulümüz öyle değil, illa banka vasıtasıyla para yatırılacak elden almıyoruz” cevabını verdi…

Ağzıma geleni saydırdım...

“Siz yalan söylüyorsunuz, yalan söyleyene Allah da insanlar da lanet okur…

Siz utanmıyor musunuz; insanları böyle dolandırmaya…"

Bu çıkışımla, telefon kapandı…

Ve o şahıs bir daha telefona cevap vermedi.

***

Diyeceksiniz ki..

Dolandırıcılığın bini bir para..

Aynen de öyle..

Bakınız, devletin resmi bankalarına bazı önemli iş çevrelerinden para koparmak için “e-fatura” kesilip gönderiliyor.

“Şu firmanın bizim kurumumuza şu kadar borcu var” diyerek…

O hesaptan, "para aktarımı" isteniliyor.

Firma farkına varıyor…

İşin peşine düşüyor.

Bakıyor ki aslı astarı yok…

Ne böyle bir fatura var, ne de o kurum tarafından fatura edilmiş bir e-fatura var.

Yok…

Evet, sevgili dostlar.

Türkiye nereden nereye geldi?

Bu millet nereye gitsin?

Böylesine ahlaki çöküntüler içerisinde bocalayıp düşen bu toplumun sonu ne olacak?

Vatandaş der demez; “Ey devlet neredesin?” çığlığını basıyor..

* * *

Hz. Ömer (R.A.) gece uyumazdı…

Uyuduğunda da, başını yastığına koyarak kendine sorardı...

“Ey Ömer, sen bugün Allah için ne yaptın?...

Korkarım ki Dicle kenarında aksak bir koyunun aksaklığından sorumlusun…”

Hep, düşünüp ağlayan bir halife-i ruy-i zemin idi Hz. Ömer (R.A.)…

Onun devleti idare şekli ve yöneticiliği nerede, bugün İslam devletini yöneten yöneticiler nerede?

Eğer benim toplumumun bünyesinde rasgele gayriahlaki işlerle uğraşıp, devlet adamlarının isimlerini kullanıp serbestçe hareket eden varsa.. Ki binlercesi var…

Vatandaş şikâyet etmesine rağmen..

İşte bu "dolandırıcı" diye, serzenişte bulunmasına rağmen…

Ancak hiç kimse umursamıyor.

Başlıkta yazdığım gibi; “ZİRVEDEN DERİN ÇUKURLARA YUVARLANAN TOPLUMLAR!”

İşte görüyoruz ve yaşıyoruz.

Bu nedenle “Hud” suresinin 117. Ayetinin yüce mealini sizinle paylaşmak istedim.

Keşke çoğulcu demokratik parlamenter sistemiyle yaşayan bir devlet, mevcut bir anayasa, bu anayasadan müteşekkil olan bir parlamento, tüm bunlara kafa yorabilseydi..

Kafa kafaya verseydi….

Seçimleri, siyasi ve rant kavgaları yerine “Bir an evvel gelin beraber olalım, bu ahlaki çöküntüleri, bu milletin arasından sildirelim, atalım” diye bilselerdi..

Haramla kalkıp oturmayan bir toplum haline gelelim.

Rüşvet yemeyelim, kişisel rantı düşünmeyelim.

Ve sadece siyasi boşboğazlıkla milletimizi avutmayalım, yanıltmayalım diyebilselerdi.

Bu toplumun, gerçekten ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun onlardan çok büyük beklentileri var.

Ne yazık ki bugüne kadar gelen giden hiçbir siyasi parti ve iktidar bu yönde; "derde şifa" olmuş değil…

Ancak siyasi rant peşinde ve kendi aralarındaki yapay kavgayla; "saltanat" sürmüşlerdir…

Hal böyle olunca, toplum zafiyetler içerisinde büyük sıkıntılardan kendini kurtaramıyor.

Hırsızlık, rüşvet, rant başını almış gidiyor.

Hele hele belediyelerdeki seçilenden daha fazla atanan şahsiyetler, adeta belediyeleri bir hegemonya olarak kullanıp, gününü gün ediyor.

Akıllara gelen budur ki;

Yahu Allah aşkına!

“Ciğeri, kedinin boynuna takmışsın...

Kedi çalışır mı?

Kedi ancak o ciğeri nasıl yiyeceğini düşünür…"

Nitekim, halkın sorduğu soru da bu...

Ama kime dersin…

En derin saygı ve sevgilerimle.