AĞACIN KURDU AĞAÇTAN OLUNCA!?


Evet, sevgili okurlar.

Beş gün boyunca sizden ayrı kaldık.

Şartlardan dolayı zaman zaman aksaklık söz konusu ise de elimizde olmayan nedenlerdendir.

Peşinen özrümüzü beyan ediyoruz.

Bir önceki yazımızın son bölümünde bazı önemli uyarıları da bulunmuş ve şöyle demiştim;

“Gerçekten toplum olarak endişeliyiz, düşünceliyiz ve kederliyiz.

Zira "ittihat" diye bir şey kalmadı.

Birliktelik ve kardeşliğin varlığı söz konusu değil artık.

Hainler resmiyet sıfatını mevcut anayasadan alarak "devlete, ülkeye, hükümete" tehdit savuruyorlar.

Hem de iç savaş tehdidi savuruyorlar.

Hem de bunu devletin anayasasının himayesinde yapıyorlar!

Ve buna da “düşünce ve siyaset serbestiyeti” adını veriyorlar?!

Bir önceki yazımızda şunları dile getirmiştim.

"Hangi toplum olursa olsun, inanan bir toplum, dinini ve inancını arka plana atarsa, arasına sızmış hain, kirli, münkerat pislikleri kendine rehber edinirse, onları ortadan kaldırmazsa, eğitim camiasını, gençliğini İslam terbiyesiyle terbiyelendirmediği müddetçe, hiçbir zaman bir adım öteye gidemez…

O ülke, o toplum kendine çekidüzen de veremez…”

 

* * *

 

Sevgili okurlar.

İnanıyorum ve inanarak yazıyorum ki yazdığım bu söylemlerimin tümünün de arkasındayım.

Hatta eksik yazılmış, fazlası yok.

Ve bugünkü yazımda da daha önemli ve çarpıcı konuları o meyanda ilave edeceğim.

Zira hakikat daima haktır.

Hak ise daima üstündür, herhangi batıl bir şey üstesinden gelemez.

Ve hiçbir batıl da üst seviyede tutulamaz.

Batıl, hakkın üzerine galebe ettiği takdirde, onu savunan ve ona inanan vicdanlar çürümüş demektir.

İnsanların getirmiş olduğu sistemler de bu doğrultuda Allah’ın getirmiş olduğu sistemlere karşı batıl’ı canlandırmak, toplumun içine enjekte etmek, gençliğin idraklerini bunaltmak, kar-ı akıl değil.

Ve hiçbir ülke, toplum, millet de buna inanamaz, inanmamalıdır ve inanmayacaktır.

Zira toplumun içine haksız yollardan ithal edilip, topluma hukuk dışı antidemokratik yasaları meşrulaştırmak da hıyanetin dik alasıdır.

 

* * *

 

Sizi yüz sene öncesine kadar götürmek istiyorum sevgili okurlar.

31 Mart Hadisesi..

Hicri takvim 1325'i gösteriyor..

Yani 1909 tarihindeki 31 Mart Vakası…

Osmanlı’yı sarsmıştır ve devlet-i aliyeyi yıkmıştır…

Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesine neden olmuştur?

Devletini içten yıkan iç hainler, dış düşmanlarla işbirliği yaparak dost görünüp düşmanca tarihi bir Osmanlı Devletini yıkabilmişlerdir.

Zira Padişah’ı da, yönetimi de yanlış danışmanlık oyunlarıyla "oyuna getirip" bu işi yapabilmişlerdir.

Ve o günden bugüne kadar ne yazık ki bizi yönetenler, özellikle İttihat Terakki Cemiyeti ve onların uzantısı durumunda olan cumhuriyetçiler; bu memleketin, bu ülkenin, bu devletin, bu milletin iki yakasını bir araya getirmesine hep engel olmuşlardır.

Hem de kasıtlı olarak engel olmuşlardır?

Hem de ülkemizi başkasına sömürtmek için haince görev almışlardır?

Hem de ülke insanını dinden uzaklaştırarak bunu yapmışlardır.

Ve o yanlış politikalar yüzünden terör odakları oldukça türemiştir ve türemeye de devam ediyor.

Tıpkı bugünkü mevcut anayasanın himayesinde bazı muhalefet parti liderlerinin ve eş başkanlarının yaptığı gibi.

Hatta iktidar partisi bünyesinde de dost görünüp düşman muamelesi yapanlar var.

Yani sağ gösterip sol vuran kimliksiz devşirmeler!..

Bunlar hükümete yanlış danışmanlık yaptıkları gibi; "hükümeti PKK gibi terörist bir örgütle muhatap kılmaya" çalışıyorlar…

 

* * *

 

Hani Kürtçe bir atasözü var;

“KURMÊ DARÊ JI DARÊ NEBÎ DAR HIŞK NABÊ”

“Ağacın kurdu, ağacın içinde olmazsa ağaç çürümez”

Gerçekten bugün iktidar partisi olan AK Parti’nin nerdeyse 14 yıldır yüzde 52 hatta referandumda da yüzde 58’e kadar oy verme lütfunda bulunan bir millet, bu partiye yanlış gözle bakmaz.

13 sene boyunca partinin liderliğini üstlenen bugünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, gerçekten samimi ve ciddi bir devlet adamıdır.

Keza nerdeyse bir buçuk seneden beri Başbakanlık görevini üstlenen Sayın Ahmet Davutoğlu da öyle.

Tüm bunlara rağmen, bu partinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun siyasetini bir arpa boyu kadar ilerletmeme hususu gerçekten düşündürücüdür.

İnsanlar hep “Acaba neden” gibi sorulardan kendini kurtaramıyor.

 

* * *

 

Evet.

Gerçekten dirayetli bir Cumhurbaşkanımız var, Başbakanımız var, Bakanlar Kurulu içerisinde çok zeki, becerikli, inanmış ciddi bakanlar var.

Hepsi olmasa dahi Bakanlar Kurulunun ekseriyeti o yönde.

Tüm bunlara rağmen, bir türlü Güneydoğu Anadolu politikası doğru bir mecraya giremiyor.

Diyarbakır’ımızda bırakın Allah’ın her gününü, her saat başı yükselen silah sesleri ve terör "hayatı" yaşanılmaz hale getiriyor.

Vatandaş rahatsız..

Ha bire şehitlerin cenazeleri, ana baba ocaklarına gönderiliyor.

Ama yine tüm bunlara rağmen, halk metanetli, sabırlı bir şekilde ayaktadır ve devletinin yanında yer alıyor, iktidarı destekliyor, ümidini de kesmiyor.

Yine bir atasözümüz var;

“Görünen köy kılavuz istemez” misali hedef şaşırtan ağacı çürüten içindeki kurt gibi, bu bölgeye yönelik parti teşkilatlarının önemli bazı bölümlerinde partiyi içten hain planlarla yıpratmaya çalışmakta oldukları da gözlerden kaçmıyor.

Örneğin; Üç dört seneden beri “Barış Süreci” olarak hükümeti oyalamaya çalışan bazı sahte danışmanların varlığı, iktidarın birçok önemli kademelerinde vardır.

İçişleri Bakanlığından tutun da TBMM’ne kadar…

Hatta Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı danışman kuruluna sızanlara kadar…

Yıllardan beri PKK’lı ve Abdullah Öcalan’a çok yakın bilinen meşhur Leyla Zana’yı devreye sokmaya çalışıp, “Barış Güvercini” olarak göstermeleri, olayın apayrı bir garabetidir.

Leyla Zana hiçbir zaman bu yörede, bu coğrafyada taşıdığı inanç ve zihniyetten dolayı Kürt milletini temsil edememiştir, edemiyor ve bundan sonra da edemeyecektir.

Aynı o zihniyet, Silvan’a bağlı Bahçe köyünde Leyla Zana ve yakınlarına çok lüks bir villa yaptırdığı da konuşulmuyor değil?

Ve aynı anlayış ne yazık ki bölge politikasıyla ilgili iktidarın üst düzeyinde danışmanlık görevi sürdürmektedir.

Aldatıcı bazı formüllerle Cumhurbaşkanlıyla görüşme teklifleri götüren yine bu bölgenin devşirme, samimi olmayan o sinsi danışmanları olmuştur.

İyi ki Cumhurbaşkanı bunu fark etti ve dedi ki “Leyla Zana yemin etmediği için Milletvekili sayılamaz, bir Cumhurbaşkanının karşısına da çıkamaz, ben onu devlet adına kendime muhatap alamam”

Cumhurbaşkanının bu ferasetinden, bu tespitinden dolayı halkın, kamuoyunun, özellikle Güneydoğu’daki muhafazakâr, inanan ve oyunu Ak Parti’ye veren halkın takdirine neden olmuştur?

Halk memnun olmuştur ve binlerce insan teşekkürlerini Cumhurbaşkanına sunmuşlardır.

 

* * *

 

Yıllar öncesinde yine hedef şaşırtıcı bir oyunla İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın zamanında Leyla Zana’yı Başbakanlığa götürüp süreç meselesini dile getirmiş ve böylesine ihanet planlarıyla, Başbakanla iktidarı PKK’ya ve PKK’nın savunucusu olan HDP’ye muhatap etmiştir.

Nitekim bunun en bariz delili de Dolmabahçe Sarayı’ndaki “Barış süreci” görüşmesi olmuştur.

Bu itibarla kamuoyunun tespitleri bu yönde…

İktidar partisi ancak bölgenin halkıyla, halk kitleleriyle muhatap olabilir.

Sosyalist, Marksist, Leninist, kan emici, terör yağdıran, insanları katleden PKK’yla ve PKK’nın arkasında duran siyasi bazı yapılanmalarla muhatap olmak tarihi bir yanlışlıktır, hem de telafisi mümkün olmayan abesle iştigaldir.

 

* * *

 

Evet, bizim burada siz değerli okurlarımızla paylaşmak istediğimiz anlamlı ifadeler, cümlesi cümlesine tarihidir, gerçektir, hiçbir zaman yanılma yoktur ve olamaz düşüncesindeyiz.

Nitekim tarihten size bir örnek...

Yukarıda 31 Mart Hadisesinden bahsettik.

Evet, 31 Mart olayı başlı başına Osmanlının başına çöken bir atom bombası durumundaydı.

“Şeriatı istiyorum, ben İttihad-ı Muhammediye içindeyim” diyen, yani dinini, memleketin bütünlüğünü savunan insanlar, 31 Mart Hadisesi yüzünden ihtilal ve istiklal mahkemelerinde yargılandı.

Tahir’ül Mevleviler gibi İskilipli Atıf Hocalar gibi, daha nice ulemalar darağacına çekildi.

Bediüzzaman Hazretleri de o örfi idare, yani sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı..

Mahkeme Başkanı Hurşit Paşa’nın yönetiminde oturan mahkeme heyeti şu soruları Bediüzzaman’a yöneltiyor;

“Sen de şeriatı istemiş misin?”

Bediüzzaman aynen şöyle diyor;

“Evet, ey Paşalar ve Zabitler!

Ben Şeriat-ı Ğarrayı Ahmediye’nin tek bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım.

Ama bu ihtilalciler gibi değil”

İkinci soru;

“Sen de İttihad-ı Muhammediye içinde misin?”

 “Evet, ben İttihad-ı Muhammediye’nin en küçük efratlarındanım” diyen Bediüzzaman Hazretleri o zaman ölümden korkmamıştır, hakikatleri de saklamamıştır.

Gelecekte ülkenin başına gelebilecek olup bitenleri de sezmişti, tespit etmişti ve o günkü ittihatçıları da uyarmıştı.

Buna rağmen sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı, ama hepsinde beraat etti.

Üstat Bediüzzaman Paşalara ifadesini devamla şöyle söylüyor;

“Ey Paşalar, Zabitler!

Tüm kuvvetimle diyorum ki gazetelerde neşrettiğim yazılarımdaki nihayet derecede gerçekleri söylemekte son derece arkasındayım ve söylemeye devam ediyorum.

Şayet geçmişe yönelik asrısaadet mahkemesinden şeriat mahkemesinin celbiyle davet olunsam, neşrettiğim tüm hakikatleri aynen o mahkemeye de ibraz edeceğim.

Olsa olsa o zamanın şartlarının modasına göre bir libas giydireceğim.

Şayet müstakbel tarafına üç yüz sene sonra akla hitap eden bir muhakeme eleştiriler söz konusuysa, o mahkemenin tarih celpnamesi ile celp olunsam yine bu hakikatleri o mahkeme huzurunda daha da genişleterek, yere sererek, söylemeye devam ediyorum.

Taze olarak orada da göstereceğim gerçekleri söylemeye devam ediyorum.

Zira hakikat hiçbir zaman değişmez.

Hakikat hakikattir.

Nerede olursa olsun değişmez.

Çünkü hakikat haktır.

El Hakk’u ya’lu vela yu’la aleyhi.

Hak üstündür, ona hiçbir şey üstün tutulamaz”

En derin saygı ve sevgilerimle.