Görüş Bildir

“ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ DARBECİLERİN SONUNU GETİRECEK!...” (III)

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan dün Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yapımı tamamlanan SGK hizmet binalarının toplu açılış töreninde konuştu.

Yine çok önemli ve müjdeleyici mesajlar verdi.

Hem de ümitlerle dopdolu mesajlar.

Hem de dayanaklı, sebatkâr, iman nokta-i nazarında tüm dünya kamuoyuna bir kez daha haykırdı.

Bu haykırış, öylesine bir haykırıştır kı, Erdoğan’ın fiziksel olarak bir insanlık iskeletinden çıkmıyor.

Bu çıkan gür seda; mana âlemindeki ulûhiyet inancına dayalı nokta-i nazarından gelen bir inancın gür sedasıdır.

Şimdiye kadar gelen giden devlet adamlarının hiçbirinde bu mümtaziyet, seçkinlik görülmemiştir.

Zira Erdoğan’ın inandığı ve dayandığı güç, mana âleminden gelen ilahi güçtür, boşa değildir.

Kamuoyu karşısındaki irat ettiği her konuşması, kalbine inen ilahi inanç nokta-i nazarında içtenliğe ve inanmışlığa dayanmaktadır.

Bakınız, tüm dünya kamuoyu önünde terör odaklarına ve patronlarına seslenerek diyor ki;

“Açıkça meydan okuyorum… Bütün terör örgütlerine, elinizden geleni ardınıza koymayın...

Çünkü bize göre; Sakın kader deme kaderin üzerinde bir kader vardır!

Evet, Rabbimin izni ve yardımıyla bu mücadeleyi başarıya ulaştıracağız.”

* * *

İşte bakınız sevgili okurlar.

Gerçekçi olmak gerekir.

Eğri oturup doğru konuşalım.

Doksan yıllık bir Cumhuriyet tarihinde hangi devlet adamının ağzından ve ruhi derinliğinden çıkan böylesi bir "haykırış" olmuştur.

Demirel’de mi?

Hayır.

Ahmet Necdet Sezer’de mi?

Hayır.

Daha geriye gidersek…

İsmet İnönü’den mi?

Celal Bayar’dan mı?

Menderes’ten mi?

Hayır..

Hiçbirinsinden gelmiş değil…

Daha ileri gelirsek…

Turgut Özal, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz ve daha kimler…

Ta Abdullah Gül’e kadar…

Bize göre bu ilahi bir mucizedir.

Devlet mekanizmasını elinde tutan hiçbir devlet adamından böyle bir ciddiyetle, ihlâsla, samimiyetle, imanın derinliğinden çıkan böyle gür bir seda çıkmamıştır.

Böyle muhlisane bir haykırış olmamıştır.

“Kaderin üzerinde bir kader vardır.

Rabbimin izni ve yardımıyla bu mücadeleyi başarıya ulaştıracağız” diyen bir Cumhurbaşkanı…

Elbette ki tüm ülke insanının salt bir çoğunlukla teveccühünü almaya layıktır.

Erdoğan’ın siyaseti, kesinlikle yapmacık siyaset değildir.

İnandığı ve bağlı bulunduğu mana değeri paralelinde çıkan bir siyasettir ki halkın beynine hitap ediyor.

Toplumun kalbi inancına hitap ediyor ve inandırıyor.

Sadece sözde değil, özdedir.

* * *

Sevgili okurlar!

Hani demişler ya;

“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”

Bu bir atasözüdür.

CHP ve lideri de aynı o kulvarda yürüyor.

Yıllardan beri yaktığı mum hep yatsıya kadar yanmıştır.

Ondan sonra sönüp gitmiştir.

Basmakalıp, klişeleşmiş ifadelerle siyaset yapılmaz.

“Siyaset yalandır” demekle kendini teselli eden o batıl ve yanlış anlayış, işte CHP’yi ve paralelindeki partileri bitirmiştir.

Sonları gelmiştir artık.

“Efendim bu Demokrasi imiş”…

Lafı güzaf.

İçi boşaltılmış bir kavram.

“Vay bu laiklikmiş, vay bu Kemalizm’miş, vay bu Atatürkcülük müş, vay bu Cumhuriyetcilik miş, anayasanın ilk dört maddesiymiş, bu dört maddeye dokunulmaz da kaldırılması için teklif bile verilemez miş”…

Bu tür efsaneleşmiş siyasi kavramlar tümüyle yalandan ibarettir.

Bakınız, Cumhurbaşkanı ve Başbakan Binali Yıldırım hiç bunlara değinmiyor, tenezzül de etmezler.

Çünkü inançları gereği içi boşaltılmış, artık nerdeyse tarihe gömülmüş kavramlar ki “Cumhursuz Cumhuriyetin” manasız ve değersiz ifadelerin peşinden gidilmez.

Halkta bu tür kavramlara, artık inanmıyor.

Çünkü cumhuriyetin kuruluşu olan 1923’ten 2017’ye kadar ki arada nerdeyse 94 yıl geçiyor.

Bu 94 yıl içerisinde, bu milletin alın terinden gelen vergilerle devletin harcadığı bunca bütçe ne yazık ki hiçbir alanda bu millete bir yarar getirememiştir.

Ne bir teknolojiye bu para bağlanmış, ne bir sağlam kültüre dayalı bir yatırım gerçekleştirilmiştir.

Ne ekonomiye.

Ve ne de ahlaka.

Gelen giden siyasiler hep yakın çevrelerine rant teminiyle zamanlarını geçirmişler, halkı kandırmışlar ve her şey yalanla sonuçlandırılmıştır.

Eğer Erdoğan arada olmamış olsaydı, artık bu halkın hiçbirisi Türk siyasetinin hiçbir tarafına güvenmeyecek durumda olacaktı.

Siyaseti, politikayı itibarsızlaştıran Kemalist, laikçi, Atatürkçü gibi batıl ve hurafeden ibaret olan bir siyaset, bu halka bir şey getiremediği gibi, en kirli görüntüsü de terör odaklarının hortlamasına neden olmalarıdır.

Gerçekten yakın geçmişimize bakıldığında, yabancıların kalemiyle yazılmış yakın tarihimiz bize çok önemli doneler veriyor.

Zaten bu mevcut tarihi gerçekler, tümüyle dayanaklı olduğu için, harfi harfine 1908’lerden 2000’li yıllara kadar, hatta günümüze kadar yapılan ve uygulanan yasalar, anayasalar, yönetmelikler gibi uygulamaların tümü diyebiliriz ki gerçek manada hukukun üstünlüğüne, insan temel hak ve özgürlüğüne, evrensel Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine dayalı değildir.

Sadece yüzeyseldir.

Bakınız,  Mısır’lı “Dr. Muhammed Sallabi” “Osmanlı Tarihi” isimli kitabında şu ibareleri yazıyor;

“Cumhuriyeti kuranlar, tümüyle İngiliz ve Fransızların projelerine dayanarak kurmuş oldukları halde, cumhuriyetin kuruluşundan sonra hiçbirisi ne Fransa ne de İngiliz gibi gerçekçi olamadılar”

Ancak her gün biraz daha Osmanlıyı kaldırıp, Cumhuriyeti oraya koymuşlar ise de gerçek manada Cumhuriyetçi olamamışlardır.

Ne Cumhuriyetçi olmuşlar, ne de laik olmuşlardır.

Zira laik diyorlar, Fransa’dan laiklik alınmış.

İngiltere’den Cumhuriyetçilik alınmış.

Bu her iki devlet de laik ve Cumhuriyet anlayışının kaynağı oldukları halde, Hıristiyanlık dininden zerre kadar taviz vermemişlerdir.

Hiçbiri kendi kiliselerini yıkmadılar, hiçbir din adamı olan Papa ve Papazların kılık kıyafetine dokunmadılar.

İncil’in hiçbir harfini başka Latin harflerle değiştirmediler.

Ama Türkiye’deki Cumhuriyetçilerin kurduğu Cumhuriyet ne Fransa Cumhuriyetine ve laikliğine ve ne de İngiltere’nin cumhuriyetçilik ve laikliğine benzemedi.

Ancak Rusya’nın Çarlık döneminden Bolşevizm’e dönüştürüldüğü gibi bu Cumhuriyetçiler de Cumhuriyeti Rusya paralelinde Bolşevizm’e dönüştürmeye çalıştılar.

Zira o günden bugüne kadar bu ülke iki yakasını bir araya getirememiş olmakla beraber, kan, gözyaşları, cinayet, kavga ve terörden de kendini kurtaramamış durumda.

1924’ten günümüze kadar belirli terör odakları yüzünden insan kanı sel gibi aka durmuştur.

Anadolu’da yaşayan nice aileler, insanlar ve özellikle din adamları hep idam sehpasına çekilmiş veya kurşuna dizdirilmiştir.

Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanı içtenlikle, ruhi derinlikten gelen gür bir sedayla haykırıyor ve diyor ki;

“Ey terör odakları!

Siz maşasınız, sizi tutan elle, arkanızdaki patronlarınızla mücadele ediyoruz…”

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan devamla şunu ifade ediyor…

"2013 yılından bu yana ardı ardına yaşadığımız hadiseler göstermektedir ki Türkiye yeni bir istiklal mücadelesi içindedir.

Bu defa muhatabımız, kendi isimleri ve askeriyle karşımıza çıkan düşmanlar değil, onlar veya onların kullandıkları maşa olan terör örgütleridir.

İsimlerinin, söylemlerinin farklı olduğuna bakmayın.

PKK, DEAŞ, FETÖ, YPG, DHKP-C ve diğerlerinin hepsi de aynı senaryonun oyuncularıdır…."

İşte böylesi bir devlet büyüğünün ortaya koyduğu tespitler, hiç kuşkusuz ki boşuna değildir..

Artık Anadolu insanının nabzını tutuyor ve ona göre konuşuyor.

Hele hele iki gün önce çok büyük bir titizlikle Ortaköy saldırısının failini yakalanması…

Yatağında, pijamasıyla yakalamaları…

Yani öldürmeden, çatışmadan yakalanması, artık Türk Polisinin ne kadar teknik ve ciddi çalıştığının da bir göstergesidir.

En derin saygı ve sevgilerimle.


Bu Makale 6148 kere okunmuştur.