BİNA, ZİNA VE RİBA… (II)

Evet, sevgili okurlar!..

Türkiye’de ve tüm İslam dünyasında mevcut olan antidemokratik dayatmalara dayalı hükümranlık var oldukça var oluyor.

Bağımsızlığa gelince her bakımdan İslam dünyası bağımsız değildir.

Kesinlikle başta Türkiye dahil olmak üzere..

Ki en büyük bağımlılık; “ekonomiksel “ bağımlılıktır...

Çünkü para birimleri tümüyle Dolar ve Euro’ya bağlıdır.

Amerika’nın işine gelmediği zaman hemen düğmeye basıyor ve “doların” ateşi yükseliyor..

Ha bire, yukarılara tırmandırılıyor.

Türk lirası ise dolar karşısında oldukça aşağıya düşmektedir.

İşte buna gülelim mi, ağlayalım mı?

Vaziyet bu iken, nasıl bağımsız bir ülkeyiz diyebiliyoruz ki!...

Başlık olarak kullandığımız “Bina, Zina ve Riba..” ifadesi, derin bir manaya sahiptir...

Zina zaten önceki yazımızda ifade ettiğimiz gibi nerdeyse tümüyle meşruiyet verilmiştir...

Ki ülke çapında hele hele bu yaz aylarında sahil kenarları olsun, başkent Ankara olsun, İstanbul veya Orta Anadolu, Güneydoğu Anadolu’nun hangi iline giderseniz gidin; “cinsellik” alabildiğine fütursuzca kendisini gösteriyor..

Gençlik enva-i cinsel tahriğiyle yüz yüze!...

Gencecik kızların giyim kuşamları, kılık kıyafet biçimleri göz zinasını davet ettiği gibi gençliğin şehvani arzu ve tahriklerine de kesinlikle sebebiyet vermektedir...

Öyle ki, “kadının” cinselliği, bir fitne unsuru haline getirilmiştir..

Madem ki bağımsız bir Türkiye’deyiz.

Bağımsız bir ülke, kendi kültürünü, ahlakını, ekonomisini, teknolojisini emperyalist haço anlayışına paralellik arz etmeden dosdoğru bir halde yürümesi ve yaşaması gerekir..

Ki başımız dik, alnımız açık, milli irade olan Kur’an kültürüne sımsıkı sarılmış olmamız lazım...

İşte o zaman gerçekten Türkiye her hususta bağımsız bir ülke olmuş olur.

Zira kadın kılık kıyafetleri, İslami edep terbiyelerine göre düzenlenip, uygulandığında, “kadın” cinsel obje sömürgesinden kurtulmuş olur...

Hele ki, Riba denilen faiz unsuru ortada ise, “bağımsızlıktan” söz edilemez.. O’nun için, “riba” denilen faiz sisteminin yok edilmesi gerekir...

Çünkü, ülkede faiz denilen nesne başını almış gidiyor.

Açık ve net olarak bankalar bile tefecilik yapar hale geldiler...

Yaşanan tablo karşısında, Türkiye’nin gerçekten bağımsız bir İslam ülkesi olduğunu söyleyebilir miyiz?

Maalesef!...

Değerli okurlar...

İsterseniz, bu sorularımızı “topluca” siyaset erbablarına ithafen hep birden soralım.

Türkiye nerde, diğer İslam ülkeleri nerede, bağımsızlık nerede, milli irade nerede?

Hele bir de şu binaların betonarme hali...

25 kat, 30 kat, 40 kata kadar yükselen binalar...

“Tatavulun fil dünyan” yani binalardaki yüksek oranların oldukça ilerlemesi…

Bu kıyamet alametlerinden birisidir.. Ki; binaların yükselişi, zinaların artması, faizlerin son derece yüksek oranda yükselmesi o toplumları uçuruma götürmekten başka bir şey değildir.

Sevgili dostlar!

Zerre kadar yüce İslam dinine inanmış bir toplum olarak, bir ümmet olarak, bu yaz aylarında görülen manzara hiç de iç açıcı değildir...

Toplumsal ahlaki çöküntülerle karşı karşıya kalan Türkiye nereye gidiyor sorusu, yürek sızlatıyor?

Nereye gidiyor acaba Türkiye?

Evet!

Bilindiği üzere dün akşam İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayları “ bir araya” gelip, kameraların karşısında soruları yanıtladı.

Tüm televizyonlarda canlı olarak yayınlandı..

Tabii biz yazımızı bu yayından önce kaleme alarak, gazeteye gönderdik.

O tartışmanın manzarasını yarınki köşemizde siz değerli okurlarımızla paylaşacağız...

Ama bu da bir gerçektir ki; siyasi açıdan düşünecek olursak Türk siyasetinin, Türk politikasının, özellikle devleti yönetme bakımından yarışa giren partiler acaba hizmet aşkından mıdır, koltuk aşkından mıdır, yoksa rant aşkından mıdır?

Tabii ki, yanıt kamuoyunun mefkuresine, düşüncesine havale etmek lazım.

Halkımız bunu çok iyi bilir ve analiz eder...

Bizim burada deşifre etmemize gerek yok.

Bunca kavga, bunca gürültü, kişisel husumete dönüşmüş gibi görünüyor ise de, halbuki “görünen köy kılavuz istemez” deniliyor ya…

Bir kavga, gürültü, kamuoyu önünde ekranlarda ciddi bir kavga varmış gibi gösteriliyor...

Halbuki politik oyunlar sergileniyor.. Ve bu oyunlar, halkı birbirine düşürüyor.

Şu parti veya bu parti benimdir, öbürü diyor yok benimdir, böylece kavga, gürültü başlıyor.

Görünen manzara tam bir düşmanlık...

Halbuki yan yana geldikleri zaman bu siyasi liderler sanki milletle alay edercesine dostane bir tavır sergiliyorlar...

Bir hareket, bir görüşme..

Ve millette tahayyür ve tuhaflıklar içerisinde; olup biteni seyrediyor..

Keşke bu dostane hareketleri ekranlara da yansıtsalar, en azından bu düşmanlık hareketleri boşu boşuna meydana gelmez.

Ama heyhat!

İlla ki göstermelik bir kavga ve düşmanlık çağrışımları…

Haddi zatında tam tersine birbirleriyle dostturlar.

Sanki kasıtlı olarak güdümlü bir politikayla halkı mezhepçilik politikalarıyla birbirine düşürmektedirler...

İşte bağımsızlık meselesi, bu “düşmanlık” atmosferiyle bize göre havada kalıyor...

Böylesine aldatıcı siyaset toplumu morfinleştirir...

Gaflet ve dalalet içerisinde kıvranan bir toplum, hiçbir zaman geleceğini tayin edemez.

Günümüze kadar iktidarlarla muhalefetlerin kavgaları nerdeyse tümüyle “siyasi menfaat” üzerine olmuştur..

Kavga koltuk kavgasıdır...

Olup bitenler fasa fiso…

Nerde inceldiyse orda kopsun siyasetiyle yola çıkan bir anlayış ne yazık ki memlekete herhangi bir bağımsızlık kazandıramaz.

Tek kelimeyle “Bağımsızlık” deyimi havanda su dövmekten başka bir şey değildir.

Bağımlıyız, hem de dört yönlerimizle bağımlıyız.

Çağımızın büyük İslam allamesi Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin şu iki takrizi, ders-i ibret içermektedir..

Hoşuma giden bir analiz..

Menfaat üzerine kurulan bir siyaset canavardır... O canavar, önce parçalar, yer sonra diş ve tırnaklarının da kirasını ister...

Adavete, yani düşmanlığa muhabbet ve sevgi beslemekle yürüyen bir siyaset siyaset değildir, canavardır.

Bir ümmetin, bir toplumun kültürünü, gelenek ve göreneklerini değiştirerek ülkeyi ve milleti başka yönlere çekmek bize göre ihanettir, dalalettir ve küfürdür.

Nitekim Abdurrahman Dilipak efendinin köşe yazısında belirttiği gibi Ezan-ı Muhammedi’nin aslına dönüş yıldönümüdür.

Yani Cumhuriyetçilik anlayışı adı altında dini mübin İslam’ın şeairlerinden, yani ana prensip ve ilkelerinden olan ezan-ı Muhammed‘inin Türkçeye çevrilmesi, kökten kaldırılması kesinlikle bir ihanettir, dalalettir ve bir şebekedir...

Ama ne var ki, o asalete döndüren siyaset te ancak Demokrat Parti’nin gerçek demokratlığıdır.

Ezan-ı Muhammed’iyeye saygının ve sevginin bir dik duruşunun alameti farikasıdır.

Ama onu önce asaletinden çıkarıp Türkçeleştirmeye çalışan anlayış da bolşevizmin dik alasıdır.

Keza cami cemaatleri, medreseler de asaletinden alıp kuşa çeviren anlayış da siyaset değil, güdümlü bir rezalettir.

Onun için Bediüzzaman Said Nursi hazretleri 14. Şuada şöyle diyor:

“Birtek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz. Bu ses, âlem-i İslâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedemle inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”

Ne yazık ki, hal-i vaziyet halen aynı seyirde ilerliyor…

Onun için, tek kelimeyle diyebiliriz ki Türkiye bu gidişatla hala da o eski maceraları yaşamaktadır…

Çünkü, iç bağırsaklarını temizleyememiş durumdadır...

Ki, yazımıza başlık olarak kullandığımız “Bina, Zina ve Riba” da bunu açıkca ifade ediydor…

Her şeyi kapsıyor. Yeterki anlayabilinse..

Tek kurtuluş reçetemiz Kur'an-ı Kerim'in hakikatleriyle bütünleşmemizdir..

En derin sevgi ve saygılarımla….