“BİZİM ASIL SIKINTIMIZ SÜREKLİ İÇERİDEN VURULMAMIZ”!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dünkü sohbet köşemizde; iktidardaki siyasi parti olan AK Partinin memleket meseleleriyle ilgili çok büyük sorumluluk taşıdığına dair önemli başlıkları, kaleme almıştık.

Ana başlığımızdan da anlaşıldığı gibi…

Cumhurbaşkanımızın sık sık dile getirdiği kavram…

“BİZİM ASIL SIKINTIMIZ SÜREKLİ İÇERİDEN VURULMAMIZ…”

Üç gündür bu ifadenin ışığında, ülkenin ve bu coğrafyanın "acı gerçeklerini" dile getirmekteyiz…

Çünkü bu ifade, içi dopdolu bir kavramdır.

***

Cumhuriyetin kuruluşundan beri…

Hatta daha öncesinden, yani Osmanlının son dönemi olan Meşrutiyetin ilanından cumhuriyetin kuruluşuna kadar…

Kozmopolitleşmiş bir Türkiye oluşturuldu…

İttihat ve terakki partisi, gerçekten çok kirli bilgilerle devletin ve gelen-giden hükümetlerin "varlık" nizamının içini doldurdular.

Kendilerini, suret-i haktan gösteren münafık tıynetli insanlar söz sahibi oldular…

Ki, İslam’ın çok önemli kavramlarını kullanarak bunu yaptılar…

Nitekim, İslam kılığına bürünerek önce Sultan Abdülhamid’i tahttan indirebildiler, daha sonra da Türkiye’yi cihan harbine soktular.

Sonrasında, müstevli, işgalci İngilizleri İstanbul’a davet ettiler.

Aynı anlayış, içerisinde CHP anlayışını taşıyan bir cumhuriyeti kurdurdular.

Ama içi tam faziletten ibaret olan bir cumhuriyet değil…

Tam tersine içi boşaltılmış bir cumhuriyet inşa ettiler…

Ve o cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek ne kadar iyi niyetli, muhafazakâr, kahraman devlet adamları gelmişlerse de maalesef hiçbir şey yapamışlar, o kirli çarkın dişlilerini devre dışı bırakamamışlardır..

O kozmopolitlik üssü, hep kendini devlet bünyesinde korudukça korumuştur...

Tıpkı bugün AK Partinin içinde bulunduğu hal gibi.

Özellikle Güneydoğu Anadolu’daki manzara…

Hatta daha doğrusu Diyarbakır’ımızı meşgul eden kapalı kimlikli nesneler.

Ama ne yazık ki, AK Parti’ye ve zirveye çok yakın insanlar.

Gerçekten bu durum, insanı üzüyor, insana elem veriyor.

İşte bakıyoruz ki bugün ülkemiz, Diyarbakır’ımız, muhafazakârlıkla, inanmışlıkla, İslam’ı kalbi derinliklerinde taşıyabilecek ihlasla, sadakatle hiç alakası olmayan rantiyeci insanlar "temsiliyet" adına ön planda bulunuyorlar…

Hep partinin gölgesinde çok yanlış işler yapmaktadırlar.

***

Görünen manzara karşısında, ki bazı önemli tespitlerimize göre, yine halktan gelen bazı şikâyetler ve endişeler doğrultusunda, bu tinetli yüzlerin faaliyetlerini, Resulullah Efendimiz'in (S.A.V) hayatından, örnek getirerek aktarmak istiyorum…

Devrisaadetteki Resulullah Efendimiz (S.A.V) hicret dolayasıyla Medine’ye ilk adımını atarken, Mekke yolu üzerinde Mescid-i Kuba’yı inşa eder...

Ki, Müslümanlar bir araya gelip ihlasla, samimiyetle birbirine sarılsınlar diye..

Sağlamak, dostluklar edinsinler…

Resulullahın bu kutsal hareketini içine sindiremeyen Müslümanlığı kabul etmiş, Resulullah’a gönül bağıyla bağlanmış Evs ve Hazrec kabileleri içinden çıkan bazı münafıklar, Medine Yahudileriyle işbirliği yaparak Resulullah’ın hareketlerine ve çalışma kabiliyetine karşı harekete geçerler..

Ve hemen Kuba mescidinin yakınında onlar da bir mescit inşa edip, ibadete açarlar…

Hatta Resulullah Efendimiz (S.A.V)’i aldatmaya çalışırlar...

“İlla ki bizim camimizde de namaz kıl” derler…

Resulullah efendimiz onlara şöyle der…

“Ben, şimdi sefere çıkmak üzere meşgul bulunuyorum.

Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız…”

Resulullah sefere çıkar…

Dönüşünde gelip namazını kılma niyetindeyse de hemen “Tevbe” suresinin 107 ve 108. Ayeti iner…

Dün 107. Ayetin mana değerini az da olsa size açıklamaya çalışmıştık.

Bugün daha güzel bir yorumla sizinle paylaşmak istiyoruz...

Ayetin meali aynen şöyledir;

107. Ayet:

“Ve (birtakım) zararlı eylemlerde bulunmak, dinden çıkmayı örgütlemek, inananlar arasına ayrılık sokmak ve başından beri Allah'a ve Resulü'ne karşı savaş tavrı içinde bulunanlara bir gözetleme (kulis) yeri sağlamak için (ayrı) bir mescit kuranlar (var).

Bunlar muhakkak ki, şöyle yemin edecekler:

“Biz (bununla) sadece iyilerin iyisini yapmak istemiştik!”

Oysa Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.”

Daha açıklamalı yorum ise şöyledir;

“Mescid-i Dırar, Kuba Mescidinin karşısında münafıkların inşa ettikleri fitne ve fesat yuvası ve mühimmat deposu olarak kullandıkları ve Mescid diye adlandırdıkları bir yerdir.

Münafıklar bu mescidi Hıristiyan bir rahip olan Ebû Amir’in teşvikiyle inşa etmişlerdir.

Bu ayetler nazil olduktan sonra Hz. Peygamber (S.A.V), Mâlik bin Duh-şüm ile Âsim bin Adiy'e “Şu cemaati zalim olan yere gidiniz, onu yakıp, yıkarak yerle bir ediniz” diyerek talimat verir.

Onlar da gidip binayı yıkarak yerle bir ederler.

İşte Allahû Teâlâ bu hali görünce 108. Ayeti indirir.

Ve o ayette mealen şöyle der;

108 Ayet:

“(Ey Resulüm!) Böyle bir yerde (Mescid-i Dırar'da) asla namaz kılma!

İçinde namaz kılacağın en uygun mescit, daha ilk günden beri Allah'ın emrine ve rızasına uygun olarak yükseltilen mescittir.

Yani takva üzerine tesis edilmiş; Kuba Mescididir.

Onda, (manevi kirlerden) arınmayı içten arzulayan kişiler vardır.

Allah da günahtan arınmış tertemiz (kulları) sever.”

***

Evet, sevgili dostlar.

İşte Allahû Teâlâ son olarak Efendimiz (S.A.V)’i şöyle uyarıyor.

"Sakın onların aldatıcı konuşmalarına aldanma…

Bunlar oyun yapıyorlar, oysaki camii içerisinde her Allah’ın günü insanları öldürüyorlar..

Bunlara İslam izin vermiyor."

***

Sevgili okurlar.

Bu bağlamda, sizlere daha detayıyla aktaracağımız çok önemli meseleler var…

İnşallah önümüzdeki günlerde onları da bir bir siz değerli okurlarımızla paylaşacağız.

Bizi takip etmeye devam edin…

Çünkü, çok önemli konuları artık dile getireceğiz.

Ancak dünkü yazımızda okurlarımızdan bir yakın dost, ismini söylemeyerek Dicle Üniversitesi’nde bazı yanlışların yapıla gelmekte olduğunu ve kadro alması gereken birçok akademisyenin hala da kadro almadıklarına dair önemli bilgiler bize vermektedir.

Bunu da bugün köşemize sığdıramadığımız için bir sonrakı yazımızda inşallah kaleme alacağız.

Ama tüm detayıyla alacağız.

Gerçekten Dicle Üniversitesi, çok büyük iftira kampanyasıyla karşı karşıya bırakılarak “FETÖ’nün Kandil’i” diye adlandırılmıştı.

Oysaki tam tersine bugün o ad altında hiçbir şey yok.

Ancak tam tersine gerçek Kandil’in varlığı söz konusudur.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…