“BİZİM ASIL SIKINTIMIZ SÜREKLİ İÇERİDEN VURULMAMIZ”!? (VI)

Evet, sevgili okurlar.

“BİZİM ASIL SIKINTIMIZ SÜREKLİ İÇERİDEN VURULMAMIZ” başlıklı seri yazımızın altıncı günündeyiz.

Gerçekten bu ifade tarihimizi bize okutan, günümüzü bize gösteren, halimizi bize anlatan büyük bir mana değerini bünyesine taşıyan bir başlıktır.

Bu başlık, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ait bir ifadedir.

Kırk yıldan beri siyaset alemiyle uğraşa gelen ve bugün devletin zirvesinde yer alan deneyimli bir siyasetçi ve devlet adamının sözüdür.

Elbette ki söylediği sözler ve söylemler, içi manalarla dop-dolu olmalıdır.

Ki öyledir.

Hani demişler ya;

“Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, bu hususta çok şeyler öğreniriz ve gerçekleri yakalarız.

Ah diyoruz…

Keşke yüzyıldan beri devleti yöneten böylesi devlet büyükleri olmuş oysaydı…

Bugün Türkiye’miz haçlı, emperyalist, müstevli, işgalci, batı dünyasının hegemonyasının çemberinde olmazdı..

Kurtulmuş olacaktı.

Kirlenmiş bir devlet politikasından kendini arındırmış olacaktı…

Batı dünyasının içimize ihraç ettiği ahlak dışı, insanlık dışı, tek dişi kalmış canavar türü medeniyetini çoktan kabullenmemiş olacaktık.

Ve içimizden de söküp atmış olacaktık.

Ama heyhat!

Ne yazık ki bir türlü onu yakalayamadık.

Bugün, geç de olsa nihayet bir Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile tanıştık…

İnşallah bundan sonra da daha güzel bir haller, müjdeleyici olayları karşılarız, yakalarız ve onunla teselli buluruz.

***

Ancak geçmişi iyi okumalıyız…

Tarihin "derin sayfalarını" iyi, irdeleyip, hakikatı ortaya koymalıyız…

Neden, yüzyıldan buyanadır "Ülke ve millet" olarak, hep sıkıntılar içerisindeyiz..

İşte bunun sebebi, önemli…

Ki bakıyor ve görüyoruz ki;

İttihat Terakki Partisinin kuruluşuyla başlayan, devlet bünyesine yerleştirilmiş, kavmiyetçilik, menfi milliyetçilik ve ırkçılık taassubu ile başlayan bu kirlenme söz konusudur..

Gerçekten de devleti kirli bilgilerle donatmış durumda...

Keşke yakın tarihimizi objektif bir şekilde, yalan söylemeyen bir tarih olarak karşımıza çıkmış olsaydı.

Gençliğimiz onunla hayatını idame etmiş olsaydı.

Bugün, aba ecdatlarımızın geçmişe yönelik taşıdıkları o kahraman mücahitlerin ruhunu taşıyacaktık.

Ve Selahaddin-i Eyyubi’ler gibi, Fatih Sultan Mehmet’ler gibi…

Daha geriye doğru gidersek Orhan Gazi’ler gibi, oğlu Osman Gazi’ler gibi…

O kahramanlara layık olabilecek bugünün mirasçıları olacaktık.

Ama hiç de öyle değiliz.

Ve devlet anlayışımız da öyle değil.

Her ne kadar Cumhurbaşkanımızın, iki gün önce Ukrayna’da dünya medyasının karşısında konuştukları tarihi ifadeler, elbette ki yerli yerinde ifadelerdir.

Kimse inkâr edemez.

Cumhurbaşkanı diyor ki;

“Devletimiz bir hukuk devletidir.

Onun için kabile ve aşiret devleti değildir.

Amerika vize izni vermiyorsa, elbette ki biz de hukuk devleti olmamız hasebiyle karşılığını vermek zorundayız.”

Elbette ki bu ifade, verilen net bir cevaptır.

Ve inşallah yakın tarihimizin sayfalarına altın harflerle yazılcaktır ki kaydedilmelidir.

Amma velâkin diyoruz ki;

Ah Sayın Cumhurbaşkanım!...

Keşke sizin ifade ettiğiniz gibi bir hukuk devleti olabilseydik!...

Aşiret devleti olmasaydık ki değiliz.

Hukukun üstünlüğü konuşmuş olsaydık…

İnşallah o da olacak.

Ama ne yazık ki hiç de öyle değil.

Zira Osmanlının bir aşiret boyu olarak “Çadır devleti” olarak Anadolu topraklarından girerken, dünyayı sarstılar.

Dostu çok sevindirdiler.

İnanan kesimin varlığını artırdılar, inanmayan keferetül fecereleri de bitirdiler.

Ama o zaman onlar aşiret devletiydi, bir “Çadır devleti” halindeydi.

Ama İslam’la tanışmıştı.

Yüce İslam dini güneş gibi parladı.

Onlar da o güneşin ışınları altında yükseldikçe yükseldiler, yüceldiler ve geldiler.

Zira hedefleri sadece İslam’dı.

Hz. Muhammed (S.A.V)’in ümmeti olma şerefiydi.

Ve dünyada da düşmana karşı en güçlü bir devlet olma hedefi vardı...

Ama ne yazık ki bugün İslamiyet’i arkamıza atmışız.

Evet, hiçbir hükmü bizde geçerli değildir.

Aşiret devleti olmamakla beraber, dünya keferetül fecerelirene karşı ne yazık ki ekonomi ve teknoloji bakımından güçsüz durumdayız.

Keşke o yüce İslam dinine karşı devlet olarak, milletin bildiklerini yapsaydılar.

İnandıkları yolda gitseydiler.

Bugün apayrı bir zeminde olacaktık.

Biz çok iyi biliyoruz ki senin vücudundaki hücrelerin tümü İslam’la, imanla yaşamak istiyor.

Ve onun sevgi ve saygısıyla yaşamak istiyor.

Lakin, elden bir şey gelmiyor.

Ya görürsün, ya görmezsin bazı yanlış uygulamalar milleti artık bıktırmıştır.

Onun için Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

“İslamiyet, güneş gibidir.

Üflemekle sönmez.

Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz.

Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar."

****

Osmanlı'nın son döneminde yaşandığı gibi…

Bir padişah veya bir otorite yahut yalakalık yapan bürokrat geçinen bazı memurlarla mı, hukuk devleti olunur?.

Veyahut devleti yanlış yönlere yönlendiren mantıksız güvenlik güçlerine itimat edilirek mi, hukuk devleti olunur?

Nasıl hukuk devleti olunabilinir ki?

Dinin vecibeleri, hukukun temel esasları, nasıl himaye altına alınabilir?

Devlet işi bu tür tutarsızlıklar içerisinde bulunan çıkarcı gruplara mı bırakmak gerekir?

Yoksa yüce İslam ahlakıyla ahlaklanan…

Allah korkusunu kalbi derinliklerinde taşıyan insanlarla mı hukuk devleti kurulabilir?

En derin saygı ve sevgilerimle.