BU KİTLESEL KATLİAM, SÜRDÜRÜLECEK Mİ?!

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere Avustralya kıtasında bulunan Yeni Zelanda ülkesinde geçtiğimiz Cuma günü iki camiye yönelik "Haçlı terörü" yaşanmıştı…

Cuma namazı kılan Müslümanların bulunduğu iki camiye alçakça saldırı yapan "Haçlı terörist" 50 Müslüman’ı şehit etmiş, 58 kişiyi de yaralamıştı.

Bu Müslümanların katliamı sıradan rastgele bir katliam değil…

Kişisel bir teröristin düşündüğü bireysel bir olay ve eylem de değildir..

Ki olamaz da.

Küfür ve şirk dünyasının İslam’a karşı, Müslümanlara karşı tarih boyunca ittifak ettikleri "kin ve nefret" duygusunun, dışa vuruşudur?..

Ortaçağ vahşetinin bir örneğidir..

Doğu Roma İmparatorluğu oyunlarının bir uzantısıdır.

Ama bize göre en acı olanı da İslam dünyasının içerisinde bulunan ve Müslüman görünüp, adını İslam adı olarak kullanıp da o küfür ve şirk dünyasıyla işbirliği yapan münafıkların var olmasıdır…

Bu hakikat hiç unutulmamalıdır.

Gerek Türkiye’de olsun, gerek Ortadoğu devletçiklerinin başındaki bulunan siyaset baronlarının birer piyon misali aynı işte müştereken ve müteselsilen işbirliği içerisinde olma halleri olsun…

Her ne olursa olsun..

Tek kelimeyle küfür dünyası 20. yüzyılın başlarından, hatta 19. yüzyılın başlarından tutun da, günümüze kadar…

Tek hedefleri Osmanlı devletinin yeryüzünden silinmesidir..

İslam'ı ve İslam bayraktarlığını yapan ülke ve liderlerini "hegemonyalarının" altına almalarıdır…

Emperyalist haçlıların yeryüzünde terör yaratmasının, plan ve projelerinin temelinde yatan gerçek de budur!!.

Dün Osmanlı idi, bugün Türkiye’dir..

Ve Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Kimse bunu inkâr edemez...

Zira o teröristin silahlarının üzerine yazılan yazılar, küfür dünyasının önemli haçlı isimlerinin bulunması, 1683’teki 2. Viyana kuşatması ve Murad Hüdavendigâr’ı şehit eden Sırp Miloş Obiliç’in isminin yazılması, bu gerçeği alenileştiriyor…

Kiril alfabesi...

Tüm bunlar rasgele sıradan olup biten olaylar değildir.

Küfür dünyasının, Ebu Cehillerin, Ebu Süfyanların, Ebu Leheblerin putçu ve ırkçı anlayışı, İslam’a karşı, Efendimiz (S.A.V)’e karşı kıyamete dek sürdürüle gelebilen “Tağuti” düzenlerinin yeryüzündeki hâkimiyetinin varlığıdır ve onun gerçekleştirilmesidir.

Bize göre adamlar, tavizsiz bir şekilde kendi batıl ve hurafeden ibaret olan inançlarının hizmetkârlığını yapıyorlar.

Hem de düşmanlıklarını açıkca ilan ederek.

Tarihlerini unutmuyorlar.

Gelenek-görenek-kültürlerini, bağlantılarını tümüyle hurafeden ibaret Hıristiyan dininin Ortaçağ Engizisyon mahkemelerinin kalıntılarına sahipleniyorlar..

Sözde medeni olarak geçinen dünyaya yayılmalarını sağlıyorlar…

Ve hızla; "İslamiyet’i" yok etmeye çalışıyorlar..

Bin seneden beri İslam’ın baş temsilcisi ve hadimi durumunda olan Osmanlıları hedef tutan, Ayasofya’nın minaresiz bırakılmasını ve İsrail Başbakanı Netanyahu’nun oğlu Yair Netanyahu’nun İstanbul için verdiği demeçler ve babasının da olaydan iki gün önce Erdoğan’ı diktatör olarak ilan etmesi, sıradan oluşan şeyler değil.

Çok düşündürücüdür…

Ve hepsi, İslam karşıtı terörün topyekün zincirinin birer halkasıdır…

***

Bakınız...

Yeni Zelanda’da Müslüman kardeşlerimizi katleden Branton Tarrant haini, 17-20 Mart 2016 ve 13 Eylül-25 Ekim 2016 tarihleri arasında toplamda 47 gün Türkiye’de kalmış…

İstanbul'u gezmiş..

İzmir'e gitmiş..

Bu tespitler üzerine harekete geçen MİT ve EGM, teröristin gittiği il ve ilçeleri, Türkiye’de hangi GSM operatörünü kullandığını, kimler ile irtibat kurduğunu mercek altına aldı.

Zanlının Türkiye’ye "saldırı öncesi" keşif yapmak için mi geldiği, yoksa gezi amaçlı mı?..

Ya da farklı bir amaç üzerine mi geldiği araştırılıyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu hain saldırı sıradan bir saldırı değil dedik ya!..

Henüz yakın bir geçmişte Fransa’da Charlie Hebdo dergisinin yüce İslam Peygamberimiz (S.A.V)’e yapmış olduğu hakaretten dolayı 12 Fransız öldürülmüştü.

Ve onlar öldürüldüğünde BM ve hatta Türkiye’nin o dönemdeki Başbakanı Ahmet Davutoğlu bile onları desteklemek üzere oraya gidip yürüyüşe katılmıştı...

Elbette ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da olaydan haberi vardı.

Ve daha neler neler?…

Hepsini buraya sıralamaya kalkarsak, ne zamanımız ne de yerimiz yetmez.

Ancak bunu seri olarak yazmak zorundayız.

Tüm olaylar bize şunu hatırlatıyor.

Şu İslam dünyası, acaba ne zaman gerçek manada Müslüman olacak?..

Ranttan, menfaatten, vurgundan, faizden, fuhuştan, uyuşturucudan, rüşvetten, yankesicilikten vs. vs. gavurun içimize ihraç ettiği ne kadar kazurat-ı beşeriye varsa, hepsinden ne zaman vazgeçeceğiz?..

Kurtuluşumuz ne zaman olacak?

Toplumumuzun yüzde 35-40 değil, yüzde 100’ünün camilerde omuz omuza vererek namaz kılmaları, büyük bir ittifak içerisinde hatta CHP’nin de HDP’nin de içinde bulunması şartıyla, yürüyerek Ayasofya’nın açılışı için kapıları ne zaman zorlayacaklar?

Ama heyhat!

Benim kişisel olarak ümidim yok bu düşünceye.

Zira yukarıda ifade etmeye çalıştığım, İslam dünyasında siyasi münafıkların bulunduğu gibi bizim ülkemizde de yazılı ve görsel medyada olsun, gerek siyaset dünyasında olsun, gerek bürokraside olsun ve gerekse Milli Eğitim Camiasındaki bazı akademisyenler dahil olmak üzere…

Kaçta kaçı acaba bu Hıristiyan teröriste karşı ittifak edebilecekler veyahut birbiriyle dostluk kurabilecekler?..

Bu soruya bir türlü cevap bulamıyoruz.

Zira içimizde münafıklar doludur.

Bugün değil, İttihat Terakki Cemiyetinin kuruluşuna dayanmaktadır..

Yani 1909’dan tutun da 1914’teki Osmanlının mağlubiyetine kadar.

1918’deki Mondros Mütarekesine kadar..

1920’lerdeki Sevr Antlaşmasına kadar..

1923’teki cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra yapılan Lozan Antlaşmasına kadar..

1924’teki anayasanın kuruluşuna kadar…

1950’lere kadar devam ede gelen harici düşmanların tüm plan ve projelerini kendi milleti üzerinde tatbik edenlere kadar…

Hatta Milli Mücadelede, yani istiklal savaşımızda kahramanca çarpışan sarıklı, sakallı mücahitlere karşı yapılan “tehlikeli ve hain” suçlamalarına kadar…

Ne kadar sayarsan say, hala da AB’nin kapılarını çalmaya büyük bir aşkla, şevkle, iştihayla hazır olma halimize kadar?.

Hal böyle olunca, nasıl olur da haçlı terörizme karşı İslam dünyası birleşir?..

Şimdi; Türkiye, iktidarıyla muhalefetiyle 7’den 70’e kadar ittifakla bunları ve haçlı terönünü lanatleyebilecek mi?

Bu alçalışın, bu ihanetin, bu katliamın haçlı teröristlerin yanına kar kalmaması için harekete geçebilecek mi?

Ben şahsen inanmıyorum.!

O beklenti içerisinde de değilim…

Çünkü büyük bir uyuşmazlık söz konusudur..

Bakınız, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan…

Büyük bir ciddiyetle olup-biteni takip ediyor..

Lanetliyor ve kınıyor..

Ama ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu olayı kınama yerine İslam dünyasına suçlama getiriyor…

Utanmadan, şuursuzca, pervasızca, aklı ziyan bir fikriyatla diyor ki; "bu İslam terörizminin sonucudur.

Müslümanlar İslami terörizmin sonucudur."

Elin gavurundan daha haşin bir şekilde İslam dünyasını terörle itham ediyor ve suçluyor.

Bu da derinden derine düşündürücü olmakla beraber, Kılıçdaroğlu’nun "kimin nam-ı hesabına" hareket ettiği gizemini koruyacağı gibi, bu söylemlerinin de yanında kar kalacağı inancındayız.

* * *

Sevgili okurlar..

O teröristin silahı üzerindeki yazılara bakıyorum…

Osmanlıyı hedef alıyor..

İstanbul’un, Ayasofya’nın minaresiz bırakılmasını istiyor..

İstanbul’un yeniden Konstantin isminin kullanılması gerektiğini söylüyor..

Şimdi o hain terörist nasıl oluyor da tüm bunları düşman olarak görüp, gösterebiliyor?

İstanbul’u, camileri, tüm Türkiye’yi ve Erdoğan’ı düşman olarak gösterebiliyor?

İşte bu noktada benim nazar-ı dikkatimden kaçmayan tarihi bir ayrıntıyı aktarmak istiyorum..

Şöyle ki..

O terörist…

İstiklal savaşımızdaki düşmanı, haçlıları denize döktüren ve ülkeden onları kovmayı başaran, İstiklal savaşın baş kurtarıcısı olan Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü’yü ve 1923’ten sonraki olup bitenlerden söz etmiyor..

Ne 74 sayfalık manifestosunda..

Ne de o silahların herhangi bir yerinde, yazmamış!..

Doğrusu bu ayrıntı dikkatlerimizden kaçmamıştır.

Bize göre Türkiye’nin dostu kim, düşmanı kim, içteki münafıkların haçlılarla işbirliği yapma şeklinin tespitlerine gidilmesi için, yakın tarihimizin TBMM tarafından yeniden ele alınıp, gözden geçirilmesi şarttır ve elzemdir.

O zaman tarihi dost ve düşmanın kim olduğunu ve gerek Türkiye, gerek İslam dünyasındaki münafıkların küfür dünyasıyla işbirliği içinde nasıl oldukları, daha net bir şekilde anlaşılır?…

En derin saygı ve sevgilerimle…