BÜYÜK BİR GÜVEN KAYBI VAR ?! (II)

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği gibi dünkü sohbet yazımıza başlık olarak kullandığımız “Büyük Bir Güven Kaybı Var” ifadesi gerçekten, Türkiye’deki siyasetin seyriyle ilgili, yerli yerinde bir ifadedir.

Son İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinin ortaya koymuş olduğu manzara zaten açık ve nettir..  Ülkedeki siyasetin A’dan Z’ye her şeyini gösteriyor ve tüm gerçekleri de okutuyor.

Bu söylediklerimiz tabiri caizse devede kulak bile değil.

Hani demişler ya “Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna bile az!”

Evet!

Tam da burada, bir Arap şairinin şiiri aklıma geldi..

Sizinle paylaşmak istiyorum.

“La Ye’meni dehre

Zu bağcan

Velev melike

Cünudu daka anha sehlu velcelehu”

Yani zamandaki gelişim ve oluşumlara kimse güvenmesin.

Hele hele zulüm yapan insanlar hiçbir zaman, zamandaki görünen sahte zaferlere hiç güvenmesin.

Ne kadar güçlü olursa olsun, onun devlet gücü dağlar ve ovalar gücünü bünyesine sığdırsa bile…

Zaman süreci gerçekten aldatıcı bir süreçtir.

Gelişmeler, insanlara kazandırılan imkanlar geçicidir ve çok kısa ömürlüdür.

Bu itibarla herkes kendine daima bir çekidüzen verme hazırlığı içinde olmalıdır.

AK Parti’nin bu seçimlerdeki kaybetmiş olduğu seçim hali rastgele bir olay değildir.

Yıllardan beri milletin AK Parti’ye vermiş olduğu güven, bağlamış olduğu umut tamamıyla boşa çıktı.

Halk da o beklentiyi daha da ağırlaştırarak bize göre gerekeni yaptı.

Defalarca biz AK Parti’nin kilit noktalarına, yönetim kadrolarına, gerek fiili, gerek sözlü ve gerek yazılı görüşlerimizi sunmuştuk.

Dostane eleştirilerimiz olmuştu, bir türlü kendimizi dinletemedik ama velakin nihayet beklenen geç de olsa oldu.

Ancak ne olursa olsun, her şeyde dürüstlük, samimiyet, karşı tarafa güven verme olayı çok mühimdir.

Kişi bunu yitirdiği zaman buz üzerine kaygan zemin gibi insan kendini tutamaz sert bir şekilde düşer...
Ve o düşüş, her hâlükârda vücuda bir zarar da verir..

AK Parti’nin varlığı çok büyük yanlışlıklar nedeniyle gerçekten buzlu kaygan bir zemin üzerinde yürüyordu... Seçmenler ayağını kaydırdı ne yazık ki fena bir şekilde düştü!.

Bize göre bu düşüş artık süresiz bir düşüşün göstergesi!...

Her an için AK Parti artık ANAP’ın ve Doğru Yol’un akıbeti gibi birkaç yıl içerisinde keellemyekün halini yaşayabilir...

Çok tavsiyelerimiz oldu ama dediğimiz gibi AKP’liler hep maske kullanıyorlardı.

Değişik maskeler faturayı AK Parti’ye çıkarttılar.

Burada fazla başınızı ağrıtmayalım...

Bakınız, Yeni Akit Gazetesi’nin deneyimli duayen kadrolarından Abdurrahman Dilipak Hoca bu minvalde, dünkü köşe yazısında, bir çok konuya değiniyor...

Beraber okuyalım..

Çünkü, Dilipak hocanın tespitleri aynı bizim tespitlerimizle örtüşüyor.

Sayın Dilipak’ın yazısıyla birlikte yazımız fazla uzun olmasın diye, bugün için kısa tutmak istiyorum..

Evet, sözü duayen isim Dilipak hocaya bırakalım..

 “Seçim sonuçları üzerine

Bu işin böyle olacağı belli idi. Birileri duymak istemedi, görmek istemedi. Söylemeye kalkanların üzerine gittiler. Kamuoyu araştırma sonuçları bile makyajlanarak sunuldu, yeniden gözden geçirilerek yayınlandı.

CHP’nin başarısını; AK Parti içindeki AKP Mediası, aynı zihniyetin yönlendirdiği troller, AK Parti’ye “Aşk ve sevda” şarkıları söyleyen, “Biz yaptık, yine yaparız havasında”, başarıyı kendi elinde gören, “göklerin hazinesinin anahtarı kendi ellerindeymiş gibi” davranan “Bel’am karakterli” siyaset “Kazanova”ları, “kibir küpleri”, “şöhret budalaları”, kollarındaki saat kadar bile değerleri olmayan, “ayaklarını yere vurarak yürüyen”, “marka bağımlısı” zenginlik gösterisi yaparak hava atan, beyni ve yüreği yoksul, “giydirilmiş odun kılıklı” bürokrat ve işadamları, israf içinde yüzen “yeşil sosyete”, “yeşil sermaye”, “yeşil feministler” sağladı. Bir yenilgi varsa, bunun sebebi araştırılmalı. Sorumlusu bulunmalı, yapanın yanına kâr kalmamalı ve müeyyide uygulamalı. Yoksa bu gidişin sonu ANAP’ın sonu gibi olur!

Aslında CHP de kazanmadı. Oportünizm kazandı. CHP içindeki sağa kayanlarla, AK Parti içindeki sola kayanlar buluştu ve bu sonuç ortaya çıktı. Ankara’da CHP mi kazandı?! İstanbul’da İmam Hatipli gitti, Kur’an kurslu geldi. Zaten bugün İmam Hatiplerin geldiği nokta da ortada. Binalar güzel ama içi boş. İmamoğlu AK Parti saflarında siyaset yapsa, bugünkü hali itibarı ile kimse farkı fark edemez. İmamoğlu’nu tehdit, tehlike olarak görüyorsanız, kendi içinize bakın, İmamoğlu’ndan daha tehlikeli bir sürü adam var AKP saflarında! Bir ilçenizin belediye meclisinde, düzenli namaz kılan bir kişi var ya hu! İlçe yönetiminiz de öyle. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Partinin üst yönetimindeki bazı kişilerin yurtdışında eğitim görmüş, yüksek lisans yapmış çocukları Amentü’den habersiz, Siyer ve Kelam nedir, adını bile duymamış! Yakında “Ahlak da nereden çıktı” diyecekler. Değerler eğitimi var ya, onu da NLP’ciler veriyor. Carnegie’nin “Söz söyleme ve iş başarma sanatı” gibi bir şey o da! Belediyelerdeki “Cultur etkinlikleri” dedikleri şeyler de zaten büyük ölçüde o yöne kaymıştı! Bir “Karadeniz rüzgarı” vardı, “Trabzonspor” kazandı. AK Parti üyesi “Trabzonlu”lar, “Erzincanlı”ya değil kendi hemşehrilerine oy verdiler. Sonuç bu. Belediyelerin Kültür, Sanat, Spor… Devletin eğitim politikalarının ürettiği genç nüfusun tercihi işte böyle.

Bir de bunun üstüne Cemaatçilik, Cemaat rekabetini eklediniz, hemşehricilik üst üste gelince bu sonuç kaçınılmaz oldu. Eleştiren dostlar uzaklaştırıldı, yalaka Media, STK ve Sermaye sahipleri çevreyi sarınca bu sonuç mukadder oldu. Vitrindekiler, ekran yüzü, işportacı mantığı ile yapılan siyaset pazarlaması, reklam ajanslarının ürettiği sloganlar ve söylemle siyasetin sonu bu.

Siz gelip konuşup gidiyordunuz, salonlarda da siz gittikten sonra insanlar, Yıldırım’ın çocukları, Soylu ile Damat kavgasını konuşuyordu. Aile ve gençlerin geleceği konuşuluyordu. Otoparkın 1 saat ücretsiz oluşu ya da gençlere bedava internet halkın kafasında nasıl tercüme ediliyordu farkında mısınız. Gelip konuştuktan sonra geride kalanların bu sözlerden ne anladığı ve nasıl bir tepki verdiklerini merak eden kimse olmadı. Ala-yı vala ile geldiler ve geldikleri gibi de gittiler. Elleri ayakları boş değildi ama aslında yaptıkları bir iş de yoktu.. Halkın kafasındaki suali mukadderlere cevap veren yoktu. Rüşvet, yolsuzluk, torpil, ehliyet ve liyakat, neredeyse kimse ağzına bile almadı bunları.

Bakın Ak Parti birçok alanda çok güzel işler yaptı. Devrim nitelikte işler de yaptı. Siyasetin çıtasını çok yükseltti, ama sonunda gelinen nokta bu!

Adalet, Aile, Gençlik konularında ciddi sorunlar yaşanıyor. Eğitim, tarım da öyle. Sağlığın sürdürülebilirliği tartışmalı. Dış politika ve ekonomi ile ilgili kaygılar giderek artıyor. “Beka” tartışması yanlıştı. “Bizim Rabia”nın akılda kalan, şuuraltındaki tortusu “bölünme korkusu”nu besledi, yanlıştı. Siyasetin dili çok sertti. Bu insanları korkuttu.

İnsanları kazanmayı esas almalıydık. Ama kaçırdık, sonuç ortada! Bu, bir “Güç zehirlenmesi” yaşanıldığı gerçeğini ortaya koyuyor.

Son Kürt tartışması, Öcalan’ın ekrana çıkarılması, Rum / Pontus tartışması, VIP tartışması yanlıştı. Bazan evdeki hesaplar çarşıya uymaz ve keskin sirke küpüne zarar verir.

Şimdi CHP bunu bir referandum sonucu gibi takdim edecek. AK Parti’ye saldıracak. CHP dışarıda kendine bir kavga zemini üretemezse, kavgayı kendi içinde verecek. İmamoğlu - Kılıçdaroğlu kavgası yaşanacak. Bu anlamda AK Parti’nin yeni bir kavga zemini oluşturmaması gerek. İlk mesajlar bu yönde. Artık bir an evvel şu kabine değişikliği, parti teşkilat ve üst yönetimi ile bürokrasisine bir el atması gerek. Geç kalındı. Media ve STK ile ilişkilerini yeniden düzenlemeli. Eski dostları ile kucaklaşmalı, bilgi vermeli ve bilgi almalı. Ehliyet ve liyakat önemli. Yolsuzlukların üzerine gidilmeli.”

Evet sevgili can dostlar!

Dilipak’ın bu tespitlerine katılıyoruz ama velakin şu var; AK Partinin yeniden gerçek yörüngesine girebilmesi için sahtekar, vurguncu, cepçi, yankesici, rantiyeci gruplara artık yeter demelidir.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki sivil hayatında bir baltaya sap olmayan, değişik maskelerle AK Parti’nin siyaset saflarına sokulan kimliklere çok dikkat etmelidir.

Yazıyı kaleme alırken, aklıma geldi... Şu; Diyarbakır Yenişehir Karayolları bahçesinde devlet hazinesi üzerine inşa edilmek istenen Merkez Camii’nin akıbeti ne oldu?

Kaba inşaatının bitmesine rağmen olduğu gibi, uzun bir zaman dilimidir öyle duruyor..

Hiç kimse el atmıyor...

Üzerinde çok büyük oyunların oynandığını ve kimler tarafından oyun oynandığı da Diyarbakır kamuoyunun malumudur.

Bu itibarla bugünkü yazımızı burada kısa kesiyoruz.

Yarınki yazımızda Mescid-ül Dirar olarak nitelendirilen bu caminin biyografisini sizinle paylaşacağım.

En derin sevgi ve saygılarımla…