Görüş Bildir

DEPREM = DEHŞETLİ YER SARSINTILARI..!!! (III)

Evet sevgili okurlar!

Depremler, yer altındaki derinliklerden geçen fayların kırılması demekmiş?...

Zahiri ve fiziksel anlatımlar bunu bize söyletiyor..

Gerçekten de maddi olarak böyledir.

Ama her zaman bu köşede açıklamaya çalıştığım gerçek şudur ki; "bunun bir de manevi yönü" vardır..

Depremin maddi zararı ortada.

İnsanları öldürüyor, can alıyor, mal gidiyor ve nice aileler birden yok olup gidiyor.

Bunun yerel bir felaket ve musibet olduğu açıktır.

Kimse bunu inkar edemez, kuşku da götürmez bir gerçektir!.

Ama bunun yanı sıra bu maddi depreme, davetiye çıkaran, ümmetin yani İslam ülkelerinin tümünde, İslam dışı, gayri ahlaki unsurların ön plana çıkıp, İslam’ı tozlu raflara kaldırma gafletidir...

Her ne kadar bilim adamları, başta anlatmaya çalıştığımız gibi yer altından geçen fayların kırılma hususudur diye tespit ediyorlarsa da...

Unutmayalım ki, kainat içerisinde insanların başına gelen ne kadar olumsuzluklar varsa, ölümcül tehlikeler varsa, hatta insanların birbirine girip büyük çaplı bölünmeler, tefrikalar, kargaşa ve kavgalar, terör unsurları vs. gibi; hadiseler yaşanıyorsa bu ille ki, İlah-i Kudretin emri ve hükmüyle oluyor...

Çünkü, İslam dışı oluşumlar Allahu Teala’nın gayretine dokunuyor ve hiddetleniyor...

Kainat içerisinde tabiri caizse tetikte olan nice gizli ordularını harekete geçiriyor ve o toplumlara hak ettikleri cezaya veriyor.

Haşa, bu cezalar bir zulüm değildir..

Bilakis kendine zulüm yapan insanların yaptıklarının gereği olarak yapılması gereken; ceza karşılığıdır.

Ne yazık ki, insanlar derin uykulara girmiştir...

İnsanların, hakikatlere, kainat içerisindeki gerçeklere gözünü yummuş olması, kulaklarını da tıkaması,  dilini de lal olma hali onu böylesi felaketlerle, musibetlerle yüz yüze getirmektedir...

Onun için, İnsan her zaman teyakkuzda olması lazım.

Hiç yoktan meydana gelen bir emri künfeyekun doğrultusunda hareket eden yer küresi veya göklerdeki yıldızlar, ya da fırtınalar, her ne ise tüm bunlar Allah’ın büyük çapta görev bekleyen görünmeyen askerleridirler.

Her an için tabiri caizse “ateş” emrini bekliyorlar.

O halde insanlar ne yapmalıdır?

İnsanların tek kelimeyle bu felaketlerden, musibetlerden, belalardan, kargaşalardan, bölünme fitnesinden kurtulmalarının çaresi, elbette ki “İslam Hakikatleriyle” yaşamasıyla mümkündür?

Bu unutulmaz ve vazgeçilmez gerçekler arasındadır.

Yani, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in buyurduğu hakikatler doğrultusunda insanın kendini biçimlendirmesi lazım.

Bu olmadığı takdirde olamaz.

Onun için insanlığa lazım olan üç ana unsur vardır.

Birincisi ilim, ikincisi amel yani uygulama, üçüncüsü de inançtır, imandır.

Bu her üç ana unsur, her toplumun bireylerinde bulunması gerekir.

Eğer o toplum bireylerini bu üç ana unsurdan uzak tutarsa, içinde çok anormal insanlık dışı, ahlak dışı büyük yanlışlıklar peyda olur, enva-i olumsuzluklar zinciri baş gösterir..

Hal böyle olunca da, toplum kendini hiçbir zaman sağlam zeminde oturduğunu  zannetmesin.

İlla ki kaygan zemin üzerindedir.. Ki bir gün gayretullaha dokunulduğunda,  o manevi depremler maddi depremleri “aldıkları” emir doğrultusunda harekete geçer..

Bundan değil midir ki A’raf Suresi’nin dördüncü ayeti bizi uyararak, şöyle diyor...

“Biz, nice kentleri yaptıkları yüzünden yok ettik. Azabımız onları ya Lut kavminde olduğu gibi geceleyin ya da Şuayip kavmindeki gibi öğle uykuları sırasında yakalayıverdi...”

Evet sevgili dostlar!

Ayetin işaret ettiği ve gösterdiği hedef açık ve nettir.

İlla ki insanlık dışı toplumların baştan çıkma, uygunsuz, ahlak dışı yaşam tarzları yüzünden deprem, zelzele denilen yerel felaketler ve tehlikeler kaçınılmaz hal alıyor...

Semavi felaketler denilen göklerden gelen Nuh Tufanı gibi şiddetli yağmurlar ve seller...

Toplumdaki hizipleşme hali..

Büyük anlaşmazlıklar...

Katliamlar, kan dökmeler, güçlünün mağdur ve müstezaf olanları kasıp kavurup kan emici bir sömürge haline gelmesi gibi felaketler, kaçınılmaz oluyor...

Bunu da yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim uyararak, söylüyor.

İnsanların kendi aralarında yarattıkları fitne unsurlarının varlığını elbette ki Cenab-ı Allah, görmezlikten gelmez.

Hele hele mevcut sistemler, hukuk dışılık, adaletsizlik, bugünkü yeni dünya deyimle antidemokratik mezalimler silsilesinin vazgeçilmez hali orta yerde

Kim bunları inkar edebilir ki?

Bunları inkar etmek, kendi kendini inkar etmek demektir.

Sonuç itibariyle, insanlığın yegane kurtuluş çaresi Kur’an-ı Hakim’in emir ve hükümlerine sarılmak, yasakladığı kötülüklerden de uzak durmaktır…

Bu söylediklerimiz başta yer altı jeologlar ne derlerse desinler söylemleri şekli olarak doğruysa da, yani maddi olarak doğruysa da ama mana aleminden uzak ve büyük gaflet vadilerinde yürüdükleri de inkar edilmez bir gerçektir.

En derin saygı ve sevgilerimle…


Bu Makale 1472 kere okunmuştur.