EKREM İMAMOĞLU NİHAYET İMAM OLDU!

Evet, sevgili okurlar.

1 Nisan tarihi itibariyle geçen süreç 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerin sonucu hep tartışılıyordu.

Nihayet hak tecelli etti demek lazım.

YSK mazbatayı Ekrem İmamoğlu'na verdi...

İstanbul’la ilgili AK Parti, özellikle İstanbul il teşkilatı çok diretti.

Ama fayda vermedi.

Zira Yüksek Seçim Kurulu’ndaki çalışan Hakimler, kim olursa olsun, her şeyden evvel "hukuk okumuş" insanlardır.

Rastgele bazı güçlerin hatırına veyahut baskılarına "binaen iş yapmazlar…!"

Önüne gelen hukuksal değerler ne ise ceplerine değil, vicdanlarına danışarak, karar verirler..

Biz bu şekilde düşünüyoruz.

Her ne kadar, 17 gün sonra neticelendiyse de!…

Velhasıl…

Artık, Ekrem İmamoğlu'na deyim yerindeyse İstanbul’a imam oldu diyebiliriz.

Osmanlıdaki önemli fıkhi meselelere göre bir şehrin Belediye Başkanı o şehrin “Şehr-e Emin”idir…

Yani o şehrin her şeyinden sorumludur.

Fiilen olmasa dahi, yani cami imamı olmasa dahi, bir yönetimin imamıdır!…

Hatta buna “İmamet-i kûbra” da denilir.

Yani, "O şehrin en büyük yöneticisi!.."

O şehrin milli iradesini temsil eden kişi…

Bize göre bu zamanda, bu siyasette, bu rejimde, mevcut müesses nizamın çürümüşlüğüne rağmen, her babayiğit bu işi vicdan meselesi yaparak imanına, inancına, Allah korkusunu ön planda tutarak, o şehri yönetmeyi ilke edinmiş insanlar çok nadir bulunur.

Yalnız CHP’yi kastetmiyorum.

Hangi parti olursa olsun.

Hani diyorlar ya; “Görünen köy kılavuz istemez” misali…

İşte bu vecizeli sözle yola çıkarsak, yıllardan beri bu halk birçok yönetimi test etti…

Birçok iktidar partisinin belediye başkanlarını ve diğer bakanlıklardaki önemli mevkileri ihraz eden şahsiyetler seçti..

Makam ve mevki, verdi...

Yani, halk onları testten geçirdi.

İnanın, diyebiliriz ki yüzde 60’ı, 70’i halkın süzgecinden geçemedi.

Sınıfta kaldılar...

Hep kaybettiler.

Tıpkı 16 yıldan beri AK Partinin elinde bulunan belediyelerin ve başkanlarının kaybetmesi gibi!!…

Kimse kusura bakmasın.

Biz hatıra binaen yazı yazmıyoruz.

Gerçekler ne ise onu söylüyoruz.

Birçok yönüyle şaibeli geçen nice belediye başkanları gördük.

10 sene, 20 sene bile hatta ANAP döneminden gelen bazı Büyükşehirlerin belediye başkanlarını gördük.

Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere kimse gerçek manada sınavdan geçemedi.

Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, onlara sıcak bakmadı.. Yoğun şaibeler üzerine onları istifa etmeye davet etti.

Ve istifa da ettiler.

Demek ki Cumhurbaşkanımızın bildiği bir şeyler var ki onları belediye yönetiminden uzaklaştırmaya çalıştı.

Lakin bu da bir gerçektir ki; "kader-i ilahi mi" diyelim, yoksa bu memleketin, milletin "makûs kaderi mi" diyelim?

Her ne ise…

Bazı şahsiyetler siyasete girmeden veyahut siyasete girmek üzere bir yerlere gelmeye çalışırken en başta adeta melaikeleşirler…

İnsanları kendine hayran bırakırlar…

Maşallah, nazar değmesin, ne kadar temiz, ne kadar vicdanlı, ne kadar haramını helalini birbirinden ayırt eden kişiliğe sahip bir insan denilir?

Her zaman bu köşede ifade etmeye çalıştığımız gibi önce kendine “mücahit” görüntüsünü verir…

İş başına geldikten sonra herşeye “müsait” karakterini alır…

Daha ileriye de gittikçe bu kez; en haşin “müteahhit” olur..

Ne yazık ik, Ak Parti, son dönemlerde bu karakterlerin kıskaçında bulundu...

Sözlerimiz boşuna değil.

Özellikle bunu muhafazakâr geçinen, milli iradeyi temsil eden, inanç mükemmeliyetini ön planda tutan insanlar için söylüyoruz.

Ondan sonra tam manasıyla “şerir ve tehlikeli bir unsur” haline geliyorlar..

Har vurup harman savuruyor.

Ve şaibeler torbasına giriyor.

Böylece halk hayal kırıklığına uğruyor...

“Ah vah ben ne yaptım, nasıl bunlara oy verdim” demekle yetiniyorsa da fayda getirmiyor...

İşte başta ifade ettiğim gibi, yani önce melekleşme hali, sonradan adeta şeytanlaşma pozisyonuna giren nice siyasetçileri gördük.

Bu itibarla halk, 31 Martta iradesini kullandı.

Bu kez bu tür olumsuzluklar nedeniyle AK Partiye tabiri caizse "sarı kart" gösterdi..

Uyardı…

AK Parti bunu önceden de biliyordu ki onun için MHP ile “cumhur ittifakı”na sarıldı.

Ama onu da beceremedi.

Zira gerçekten faydası olsaydı, bugün İstanbul başta olmak üzere Ankara, Adana, Antalya, Mersin gibi iller CHP’ye geçemezdi.

Bu olumsuzluklar “sağın” ve “muhafazakârlığın” samimi olmayan hal ve tavırları adeta “sola” ve eski CHP’nin yeniden adeta hortlamasına davetiye çıkardı…

Ki, CHP yavaş yavaş iktidara gelsin…

Türkiye’nin kaderi, "o altı oklu" anlayışa teslim edilsin..

Bunun sorumluluğu tamamıyla AK Partidedir ve AK Partinin yanlış siyasetindedir.

CHP ise kendinden emin olmadığı için taktik geliştirerek, bu kez Ekrem İmamoğlu gibi bazı şaibesiz, güzel ahlaklı, temiz insanları ön plana koydu…

İstanbul’a ve diğer illerde aday gösterdi…

İnanın, Ekrem İmamoğlu değil de, Kılıçdaroğlu olsaydı veyahut Gürsel Tekin’ler olsaydı, her kim olsaydı da kesinlikle İstanbul’u kazanamazdı.

Ama Ekrem İmamoğlu, ne uzaktan ve ne de yakından tanımadığım halde, görüntü, fiziksel davranış, hal ve ahlak, efendiliği kendisine İstanbul’u kazandırdı.

Ve öyle ümit ediyoruz ki AK Partinin gösterdiği Binali Yıldırım’dan daha güzel İstanbul’u yönetecektir.

Onun için başta dedik ya İmamoğlu, İmam oldu.

Yani devletin büyük yönetim başkanı oldu, buna da “İmamet-i Kûbra” deniliyor.

İstanbullu adına, kamuoyu adına hayırlı uğurlu olsun demekten başka bir şey bulamıyoruz.

İnşallah Ekrem İmamoğlu hal, tavır ve davranışlarını değiştirmez ve ailesinin, soy isminin mana değerine layık olabilecek bir pozisyona girer ve böylece İstanbul’u yönetir.

Yoksa bu halk imanıyla, izanıyla, tüm mefkureleriyle insanları seçer, bir yerlere getirir ama netice almayınca onu alaşağı etmekte de geri kalmaz.

Nitekim AK Partide göründüğü gibi!…

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bu önemli konuya da dikkatinizi çekmeden geçmek istemiyoruz.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanan Mansur Yavaş..

CHP’den seçilip belediyeyi ele geçirmiş olmasına rağmen…

Her nedense yıllardan beri yani nerdeyse 12 seneden beri AK Partide hatta Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bünyesinde çalışan Erdal Celal Sumaytaoğlu’nu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı bünyesine taşıması, Sayın Yavaş’ın resmi yazıyla yanına isteyip götürmesi, orada kadro verilmesi, gerçekten anlaşılmaz bir durumdur.

Ki o da derinden derine düşündürüyor insanı.

Yoksa her zaman yazdığımız gibi, siyaset aynı siyasettir.

İster sağ olsun, ister sol olsun, ister iktidar partisi olsun, ister muhalefet olsun, her ne ise yani görülen lüzum üzerine taktik değiştirilir?

Nerde güzel adam varsa onu yanına alır ve onu da rejim ve sistemin dayatmasıyla, adam ne kadar iyi olursa olsun, kötüye yüz tutar gider.

Allah korusun.

Mansur Yavaş’ın Belediye Başkanlığı koltuğuna oturur oturmaz, Sumaytaoğlu’nu oraya istemesi, akıllara çok şeyler getirtiyor?.

Ama yorum siz değerli okurlarımızındır.

Bugünlük burada yazımıza son verelim.

Yarın da Diyarbakır’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bir süre yürüten kayyum Cumali Atilla’nın istirahat odasına yaptığı “israf ve lüksünü” konuşacağız...

En derin saygı ve sevgilerimle...