“HALEP YANIYOR, DÜNYA SEYREDİYOR”?!

 

Evet, sevgili okurlar.

Başbakan muhterem Ahmet Davutoğlu, dün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada adeta dünyaya sesleniyordu.

Gaflet uykusuna dalmış bir küfür dünyasına haykırıyor sesleniyordu..

Ki bu küfür dünyasına bizim inancımıza göre “gavur” diyoruz.

Gâvur nerede olursa olsun bildiğini okur.

Hiçbir zaman tarih boyunca İslam’la dost olmamıştır ve olmaya da niyetleri yoktur.

Ellerinden gelse, yeryüzünde İslam’ın “İ” harfini bile bırakmazlar.

Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Tevbe Suresinin 7. ayeti mealen bizi şöyle uyarmaktadır.

“Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınızın dışında ve sözünden dönen müşriklerin Allah katında ve Resulünün yanında nasıl geçerli bir sözleşmeleri olabilir ki?

Şu halde o antlaşmalı olanlar size karşı (doğru) bir tutum takındıkça siz de onlara karşı doğru bir tutum takının.

Şüphesiz ki Allah kendisine karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanları sever”

Ayetin başındaki birinci cümle aynen şöyle buyuruyor;

Allah ve Resulünün nezdinde müşriklerin sözleşmeleri nasıl geçerli olabilir ki?

Demek ki kökten kandırmacadan, yanıltmalardan ve oyalamadan ibaret olan tüm antlaşmalar gerçek dışıdır, kandırmacadır.

Bu itibarla her ne kadar Başbakan Sayın Davutoğlu’nun iyi niyetine dayanarak “Halep yanıyor, dünya seyrediyor” diyor ise de…

Hakikat şudur ki; olup-bitenler hükmen bu ayet-i celilenin mealinin paralelindedir.

Zira hiçbir zaman gâvur, gaflet uykusunda değildir.

Olsa olsa inat ve küfür pususunda veyahut çukurunda saklanıyor ve seyrediyor.

O gaflet uykusu sözü de bize göre yanlıştır.

Çünkü gâvur kendi siyaseti paralelinde daima uyanıktır ve bildiğini okur.

Anılan bu ayet-i celileden sonra aynı surenin 8. ayeti de şöyle diyor;

“(Başka) nasıl olabilirdi ki? (Eğer düşmanlarınız) size üstün gelselerdi, size karşı ne bir sorumluluk ne de bir koruma yükümlülüğü taşıyacaklardı. Onlar size dilleriyle yaranmaya çalışıyorlar ama kalpleriyle kötülüğünüzü istiyorlar.

Onların çoğunun karakteri bozuktur, Müslümanlar için hiçbir acıma düşünceleri yoktur”

* * *

Evet.

Başbakan devamla şöyle diyor;

“Kahramanmaraş’ın, Gaziantep’in, Şanlıurfa’nın birer kardeşi durumunda olan Halep bugün gerçekten yanıyor ve dünya seyrediyor”

Ama kamuoyu adına biz de diyoruz ki;

Hani dünyanın ve NATO’nun sözü vardı?

Hani bir devlet, başka bir devletin içişlerine müdahale etmeyecekti?

Nasıl olur da Rusya Halep’i vuruyor?

Suriye’nin içişlerine müdahale ediyor?

Ve oradaki ahaliyi, Müslümanları, inananları kökten yok etmek için azgın bir Rus ajanı durumunda olan Esad’a yardım ediliyor?

Hem de havadan bombardıman yağdırılarak…

Demek ki anılan ayette geçen gâvurun sözüne itibar edilmez ve güvenilmez ifadesi yerden göğe kadar doğrudur, haktır, vicdanları aydınlattan bir ışıktır..

Buna da Kur’an okyanusundan çıkan uyarıcı bir aydınlatma ışığı demeliyiz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Sayın Başbakanımız içi yanarak partisinin grup toplantısında bunları dile getirirken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya da nerdeyse güllük gülistanlık gibi görüntü verdi..

Oysaki hiç de öyle değil.

Nasıl ki Halep yanıyor, dünya seyrediyor..

Biz de buradan kamuoyu adına seslenerek diyoruz ki…

Evet, sevgili Başbakanımız çok haklısınız, doğru söylüyorsunuz…

Ama velakin, Diyarbakır da inim inim inliyor, Türkiye’deki mevcut rejim de seyrediyor?

Nerdeyse sessiz kalıyor veyahut çalışmasında cılız kalıyor.

Esad vahşetine yardım etmeye çalışan Rus ayısı ve ABD'de açık ve net olarak Kuzey Suriye’deki PKK’nın paralel örgütü durumunda olan PYD’yi de “terör örgütü olarak görmüyorum” ve bilakiz silah veriyor.

Ne malum ki sıra Türkiye’ye gelmez?

Ne malum ki aynı bu büyük devletler, Türkiye’yi de Irak ve Suriye’nin maceralarına çekmesinler?

Bu devlet, bu hükümet, bu rejim hala da ABD’ye “Müttefikimiz” diyor.

Bu ne yaman çelişki?

Demezler mi?

Gerçekten, Diyarbakır'ın Sur, Şırnak'ın Cizre ve İdil ilçeleri inim inim inliyor, yanıyor.

Hem de nerdeyse üç aydan beri.

Ve rejim adeta seyrediyor.

Bu yöre insanları da hükümetten, devletten beklediklerini yakalayamadıkları için, Sayın Başbakan’ın Halep için kullandığı ifadeyi nispet yaparak “Diyarbakır inliyor, yanıyor, rejim de seyrediyor” demek zorunda kalıyor. 

Bu rejim ve bu rejimin himayesinde ülkeye hizmet veren anlayış, daha ne zamana kadar bu halkı böyle PKK’nın ve HDP’nin mezalim ellerine teslim edercesine hareket edecek?

* * *

Evet.

Gerçi devlet her zaman şehit veriyor.

Bize göre bu şehitlerin kanının o kadar ucuz olmaması gerekir.

Anadolu’daki birçok ailenin ocaklarına her gün bir kor ateşi düşmesi, az-öz bir olay değildir.

Dün, Diyarbakır halkı gerçekten inim inim inletildi.

Zira çarşının ortasında çeteler kol geziyor, silah sıkıyor, slogan atıyor, hem de PKK çeteleri, lastik yakıyor ve iş yerlerini zorla kapatıyor.

Kapatmayan tehdit görüyor veya Molotof kokteylleri atılıyor ve o iş çevresi bir daha da kendine bir gelecek bulamıyor.

Bu hal, dünyanın neresinde var acaba?

Bunu özeleştiri olarak, içimiz yanarak söylüyoruz.

Şuan Diyarbakır’ın nerdeyse tümünün çalışma özgürlüğü elinden alınmış durumda.

Ticaret müesseseleri kapatıldı, halkın çalışma, ticaret yapma özgürlüğü elinden alındı.

Ve bundan sonra da nerdeyse her zaman alınacak.

Oysaki bu hususta bize göre gerçekten rejim, sistem, devlet, çok büyük çelişkilerle karşı karşıya kalmaktan kendini kurtaramıyor.

Kim bunu yaptı, sormuyor.

Sadece tehdit eden çeteleri görüyor, çeteleri gönderenleri, uygulayanları, olayları körükleyenleri görmüyor veya görmezlikten geliyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Mantık ilminde kaziye-yi muhkeme (kesinlik kazanmış) denilen bazı kaidelerin nasıl akla hitap ettiği açık ve nettir.

Bu mantık-i kaziyeler karşısında akıl bir şey diyemez, durur, seyreder ve kabullenir.

Nitekim bilimsel gerçek de budur.

Bakınız.

Devlet, dolaylı yollardan PKK’yı destekliyor deniliyor..

Bir yandan milletin bütçesiyle mücadele veriyor, “savaşıyorum” diyor.

Öbür yandan PKK’yı savunan, himaye altına alan siyasi yapılanmaları da himaye altına alıyor.

Devletin bütçesini tahsis ediyor, besliyor.

Keza bu coğrafyanın yerel yönetimleri durumunda olan milletin iradesini onlara teslim etmiş durumda.

Ve bu belediyeler de PKK’nın arkasında duruyor, açıkça yardım ediyor.

Himaye altına almış, kepçe veriyor, araç veriyor, hendek kazdırıyor ve dahası PKK’nın emir ve direktifi altında devletin resmi kurumları olduğu halde, onlar da dünkü gibi kepenk kapatıyor ve personel çalıştırılmıyor.

Ve Cizre’deki olaylardan dolayı üç günlük yas ilan ediliyor.

Demek ki mantıklı olarak düşünülürse, doğrudan doğruya devlet PKK’yı destekliyor.

Yani nasıl?

Bu soruya da şu cevap verilir;

Bu yerel yönetimler, devletin birer resmi kurumlarıdır.

Bunlar demek devletin ta kendisi demektir.

Devlet bu kurumları işletenlere bütçe tahsis ediyor, maaşlarını veriyor, imkânlar sağlıyor ve bunların partisi durumunda olan HDP’yi meclise taşıyor.

HDP’nin eş başkanları olan Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ı konuşturuyor.

Hem de devleti eleştiri bombardımanına tutarak konuşturuyor.

Hem de PKK’yı destekleyerek bunlar konuşuyorlar.

Demek anlaşılan budur ki Devlet eşittir Yerel yönetimler, yerel yönetimler eşittir HDP, HDP eşittir PKK’nın bir numaralı savunucusu.

Alınan netice şudur ki devlet, hem dolaylı yoldan hem de doğrudan doğruya bilerek veya bilmeyerek PKK’yı fiilen destekliyor.

Ve buna da demokrasi deniliyor.

Her ne kadar savaşıyor, mücadele veriyor, şehit veriyor ise de ne yazık ki bunlar hep görüntüde kalıyor.

Devletin bir yanı böyle, diğer yanı da dolaylı yollarla PKK’yla işbirliği içinde…

İşte, gelin bu işin içinden çıkalım.

Eğer çıkılabiliyorsa çıkalım.

Ama heyhat!

Bize göre iş çok girifttir, siyahî zencinin kıvırcık saçı gibi hem siyah karanlık hem de karışık.

Zira bu yörede zorba, yasadışı, kanun dışı, aynı zamanda devletin himayesi altında bir partinin oluşumlarıyla karşı karşıya kalarak, günlük çalışma özgürlüğü elinden alınan bir toplum var.

En derin saygı ve sevgilerimle.