HER ŞEYİN BAŞI KAPİTALİST ANLAYIŞ..?! (III)

Evet sevgili okurlar!

“Her Şeyin Başı Kapitalist Anlayış” başlıklı yazı serimiz bugün de devam edecektir..

İki gün üst üste yazdığımız sohbet yazımızın temel hedefi ve ana stratejisi açıktır…

Dünya artık ne yaptığının farkında değil.

Yerküresi mevcut bu “Korona Virüsünden” dolayı manen ve maddeten titriyor.

Manen zaten belli; çok korkutucu bir virüs...

Maddeten ise ekonomiksel bakımdan fırsatçı dünya bu tehlikeli halden faydalanmak üzere; korkutucu bir şekilde saldırıyor...

Özellikle “ben nasıl kapitalimi biraz daha yükseltebilirim” düşüncesiyle, hareket ediyor...

Yani doların yükselişi, Euro’nun yükselişi, altının yükselişi ve insanların ekonomiksel sıkıntıya girmiş hali ve piyasaların ve istihdamın durdurulması..

Kısacası  hayat durma noktasına geldi.

Piyasa allak bullak…

Kimin ne yaptığı “bilinmez bir denkleme” dönüştü...

Bir curcuna var...

Lakin çıkmaz bir sokak gibi!

Herkes kendi haline düşmüş... İnsanlar birbirine dert yanıyor.

Tabi gerçek, denir ya orta yerdeki manzara!...

Ancak yaşananlar karşısında der demez, insan “kendini” sorgulamak, özeleştiride bulunmak istiyor..

O da şu..

Yaşananlar, insanoğluna hak ettiği ilahi bir şamar mıdır?

Öyle ya...

Hal-i hazırda beşeriyet kendi pusulasını kaybetmiş..

 Allah’ın emirlerini tanımıyor, yasaklarından kendini sakındırmıyor?..

Allah’ın kudretine karşı meydan okurcasına; “yeri, göğü ve kendisini var eden ilahi güce, karşı çıkıyor?..

Adaletsizlik..

Hukuksuzluk..

Keyfiyet..

Zulüm...

Helali, haramı tanımama!.

Özellikle “manevi” yönde çağlar ötesi bir “cehaletin” ve “batıl” bir anlayışın, çukurunda!...

İnanın sevgili okurlar!

Bu hal bize Hz. Musa ile Firavun arasındaki olup bitenleri hatırlatıyor...

Çünkü o dönemde Firavun’un orduları ve müstebit gücü, İsrailoğullarına “zulüm” ediyordu...

İşte bu zulüm, Firavun’un başına ve toplumuna, ordularına afet olarak döndü... Ki Firavun ve orduları "kızıl denizde" boğuldu..

Beşeriyetin bugünkü hali, içine düşmüş olduğu “batıl” çukurun tablosu, bize bu “badireyi” hatırlatıyor...

Ki söylediklerimizden uzak değil.

Ama her halükarda yine de Allah korusun diyoruz!..

Unutmayalım ki daha beterin beterinin gelmesi de söz konusudur.

Sizi burada insanoğlunun tarihsel olarak başına gelenlerin gerçeğiyle baş başa bırakmak istiyorum!.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in A’raf Suresi’nin 133’üncü ayetinin yüce meali, çok şeyleri bize aktarmaktadır...

Ayet, çok ibret verici bir anlam taşıyor...

Yeter ki, idrakinde olabilelim!...

O yüce kudret sahibi ve kainatın yaratıcısı bakın, ayette nasıl sesleniyor..

“Bunun üzerine ‘biz de onlara ayrı ayrı birer mucize olarak’ su baskınını yani selleri, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve sularına kan’ gönderdik.

Yine de büyüklük taslayarak günahkar bir toplum oldular, yani tevbe etmediler, kendilerine bir türlü çekidüzen vermediler.”

Kirli şehvani arzularını önleyemediler.

Gereken ilahi felakete layık oldular.

Zira ayetin başındaki ifade aynen şöyledir:

“Biz onlara tufan, çekirge, daha diğer pis haşereleri ve kurbağalar ve yiyeceklerine kan gönderdik..”

Ondan sonraki gelen ayet-i celile, yani 134’üncü ayet ise, mealen şöyle...

 “Başlarına kötülükler gelince: "Ey Musa! Sana verilen söze dayanarak Rabb'ine dua et, eğer bizden bu azabı uzaklaştırırsan sana inanacağız ve İsrailoğulları'nın seninle birlikte gitmesine izin vereceğiz.."

Değerli okurlar..

Ayette geçen “Rics” kelimesi azap manasını taşımaktan daha fazlasıyla “iğrençlik ve kötülük” manasını taşımaktadır...

Çünkü onlar, Hz. Musa’yla, Allah’ıyla alay edercesine gayri ciddi bir anlayışın peşine düşmüşlerdi...

Ama heyhat, onlar için iş işten geçmişti?..

Ayeti tefsir eden birçok müfessirler, şu minvalde yorum yapmaktadırlar...

Derler ki...

 “Allah’ın onlar üzerine gönderdiği kurbağa orduları evlerine girmişti.

O kurbağa orduları küçüğünden büyüğüne kadar tüm yiyecek kaplarına ve yiyeceklerine  musallat olmuştular.

Öyle bir hal almıştı ki; kişi sofrasında konuşmak istediği zaman hemen o yemeğin içinden ağzına kurbağa giriyordu.

Yataklarına kurbağa dahil olmak üzere diğer haşereler giriyordu ve onları uyutmuyordu.

Vebalı hastalıklar apayrı bir şekilde o topluma gelmişti...”

Tabi ki bunun anlamı şudur..

Dünyamız, yani yerküremizin üzerinde taşıdığı insanların başıboş bir varlık olmadığını, hükmen hatırlatmaktadır.

Sebep ile müsebbip..

İkilinin arasındaki; organik bağın varlığından söz ediyor..

Eğer bu sebepten dolayı, yani Allah’a karşı isyankarlıktan olmamış olsaydı mutlak bir kulluk görevini ifa etmiş olsaydı o günkü beşeriyet, böylesine “bir tufanla” karşılaşmazdı…

Ama hani diyorlar ya!..

“Görünen köy kılavuz istemez..”

Her şey gün gibi aşikar...

Beşeriyet, ister iyilik yapsın, ister kötülük yapsın mutlaka karşılığını görecektir...

Bunu bize bilimsel olarak yüce kitabımız bildirmektedir.

Yani geçmiş kavimlerin tarihsel hayatını bize hatırlatıyor Kur’an..

Ondan ibret almamız lazım.

Çünkü, hiçbir şey rastgele keyfiyete ait, yaşam içermiyor...

Ki ne mümkündür?

Bilinmelidir ki, Allah’ın yeryüzüne “beşeriyet” için göndermiş olduğu nimet sofraları rastgele değildir.

İlahi nimetlerle perverde edilmiş insanoğlu, bunların mutlaka karşılığını vermelidir ve vermek zorundadır!.

Günümüzdeki insanoğlu, özellikle batı dünyası, özellikle İslamı yaşayamayan İslam dünyası, geçmişe yönelik insanlık tarihini iyice okumalıdırlar.

Evet sevgili dostlar!

Görünen odur ki bugün insanoğlu, özellikle Haçlılar olsun, Siyonistler olsun, Mecusiler olsun, putperestler olsun, yaşadıkları hayat Allah’ın insanlık için göndermiş olduğu yaşam kanununa aykırıdır...

Allah’ın nizamına, hükümlerine aykırı hareket etmektedirler.

Örneğin; tüm küfür dünyası, başta Çin olmak üzere domuz etini rahatlıkla ve serbestçe yiyorlar..

Hatta sürüler halinde domuz yetiştiriyorlar..

Etini satıyorlar ve oralarda yaşayan nerdeyse tüm insanlık o domuz etiyle hayatını idame ettiriyor.

Oysa ki Kur’an’da domuz etinin haram kılındığı açıktır.

Çünkü domuz etinde çok kötü ve iğrenç hastalıklar vardır.

Keza murdar, kesilmemiş hayvanın etini yiyorlar..

Akıtılmayan bir kanla pişirilmiş o et, necistir, iğrençtir ve hastalık içermektedir...

Keza pislikleriyle bilinen böcekler, yarasalar, yılanlar, kedi köpekler vs...

İslam dininin kabul etmediği her şeyi, bu kapitalist emperyalist dünya rahatlıkla yiyor, içiyor ve onunla yaşıyor.

Hele hele İslamın emrettiği boy abdestini dahi, ki dinlerinde yoktur, inançlarında yoktur, riayette etmezler!..

Tuvaletlerinde su yok...

Kültürlerinde, medeniyetlerinde, “pisliklerini” temizleme gibi bir yaşam felsefeleri yok...

Her halleriyle necistirler...

İslamiyet bunların tümünü yasaklamıştır.

Zira bunların varlığı demek bakteriyolojinin olmazsa olmazı demektir.

Bakteriyoloji unsurlarının varlığı demektir.

Hatta bakterinin ta kendileridirler...

Pis hastalıklardan kendini kurtaramadıkları gibi tam tersine onlara uyan ve onlarla kalkıp oturan İslam dünyası da, aynı akıbeti yaşıyor...

Hepsi birer bakteri...

Peki bize ne oluyor?

Yani İslam dünyası, Hac, Umre mevsimlerinde oluşagelen bu pis hastalıkların hikmeti ne?…

Bunlar da İslamın ana ruhunu, yani temizlik manasını yaşamadıkları için mi, rastgele sembolik bir İslam’la geçindikleri için mi, kendilerini bu halden kurtaramıyorlar?

Doğrusu bunu, düşünmemek elde değil...

Hele ki, İslam dünyasının içindeki mezalimler...

İslam dışı hukuksuzluklar...

Keyfiyete, dayatmacılığa, zulme kucağını açan bir İslam dünyası varlığında, elbette ki “böylesi” bir vebadan kendini kurtaramaz..

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i tozlu raflara bırakıp sadece lafzını okumakla, sureleri okumakla, ölüler ve mezarlıklarda para karşılığında Kur’an-ı okumakla yetinen bir İslam dünyasının hali pür melali,  ne yazık ki böyle olur...

Kendini bu tür  bela ve musibetlerden kurtaramaz..

Kur’an’da muhkem olan ayetlerin hükümlerini arka plana bırakıp, batı dünyasından ithal edilmiş Roma Hukuku’yla kendi milletini yöneten bir anlayışın sonucu da ne yazık ki böylesine afetler, belalar, musibetler olacaktır.

Bildiğiniz gibi ülkemiz depremler üstüne depremler, yıllardan beri terörün döktüğü kan ve gözyaşları, ekonomiksel sıkıntılar yetmiyormuş gibi başımıza bu kez Korona Virüsü çıktı…

Allah korusun..

Ne yazık ki, toplumsal olarak bu pis hastalıkla karşı karşıya kalmış durumdayız..

Yine de dua edelim…

Allah-u Teala Kur’an’ın yüzü suyu hürmetine milletimizi korusun…

En derin sevgi ve saygılarımla…

Hayırlı cumalar..