İSLAM DÜNYASI VE AJANLAR!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Gerek Türkiye’mizin olsun ve gerek İslam dünyamızın diğer ülkeleri olsun; gerçekten çok "büyük sarsıntılar" geçirmekte olduklarını dün de ifade etmiştik.

Bu hezeyan ve sarsıntılar birer deprem haline geliyor ve fay hattını derinden, derine etkiliyor…

Bunun sebeb-i mucibesi de devletin sağlam temelinin üzerine örülen duvarların sağlam inşa edilmemiş olmasındandır.

Herşeyde olduğu gibi, eşyanın tabiatı gereği mutlaka bir şey yapılırken bir usul, kaide ve bilimselliğe dayanması gerekiyor…

Aksi takdirde, o duvar ne kadar sağlam temel üzerine örülürse, örülsün illa ki çatlar, eğim verir ve yıkılır.

Milletlerin, devletlerin, özellikle İslam dünyasının "hali pür melali de" budur.

Osmanlının; İslam devletinin evvel-i emirdeki kuruluşunun başlangıcından sonuna kadar, çok önemli bazı şartlara dayanmıştı..

O önemli dayanaklar, gün gittikçe yerinden oynadı ve devlet o şartlardan oldukça uzaklaştırıldı.

İnhiraf’a yani sapmaya, yıkılmaya, eğilmeye başladı..

Her zaman burada siz değerli okurlarımızla paylaştığımız çok önemli külli kaideler vardır.

Bunlar İslam ülkeleri için, yani “Allah” diyen, “Peygamber” diyen ülkeler için olmazsa olmazdır.

Bu şartlardan inhiraf eden bir devlet, ne yazık ki hiçbir zaman kendini tutturamaz, oturtturamaz.

Hedefini de yakalayamaz.

Tıpkı günümüzde yaşanan hal gibi…

 

* * *

O Osmanlının ilk devlet kuruluşunun ahdû peymanları, şu dört veya beş şart üzerine kurulmuş ve devlet sözleşmesi böylece bağlanmıştır.

Bakınız, sevgili okurlar.

Nur suresinin 55 ve 56. ayetinde de o şartlar bize şöyle bildiriliyor.

O şartlar şunlardır;

“Allah’a iman edip, dürüst ve erdemli davranışlarda bulunanlara tıpkı kendilerinden önce gelip geçen bazı toplumların egemen ve hâkimiyet gerçeğini yakaladıkları gibi, onları da yeryüzünde mutlaka devlet hâkimiyetini, güçlülüğünü ve egemenliğini kılacağına; onların üzerinde görmekten hoşnut olduğu dini onlar için kuvvetle kökleştireceğine ve çektikleri korkulardan sonra, onları mutlaka güvenli bir duruma kavuşturacağına dair söz vermiştir.

Onlar yalnızca bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar.

Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte onlar günahkârların ta kendileridir.

Yani gerçek yoldan sapmış, inhiraf etmiş kimselerdir.

Bu ayete inandıktan sonra dürüst ve erdemli davranışlar sergileyenlere ciddi bir müjde var.

Bu müjdenin muhatabı olan Müslümanların ilahi direktifleri dikkate alarak, Kur’an yörüngeli ve sünnet eksenli bir hayat ortaya koyması gerekir.

İnandıklarını, yaşadıklarını, yaşamak istediklerini, hedeflerini, ilkelerini, Kur’ana ve sünnete giderek sorgulaması icap eder.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bu şartlar içerisinde Osmanlı İmparatorluğu; egemenliğini hâkimiyetini yeryüzünde uzun bir süre sürdürdü.

23 veya 24 etnik kavimleri şemsiyesi altında kardeşçe barındırdı ve İslam ruhuyla ülkesini, milletini suladı.

Taze taze yemyeşil bitkiler, çimenler, hem de insan çimenleri ve meyveler verildi.

Ki devlet, devlet olabildi.

Çünkü liberal demokrasiyle hiçbir zaman bir yere varılamaz.

Varılamadığı gibi de aldatmacadan ibaret olur.

Bu şekilde halka ne güven verilir, ne de saygınlık…

Tam tersine halkın gözünde o siyaset, yalancı bir siyaset olarak nitelendirilir.

Ve yakın tarihimizin geçmiş dönemleri bize bunları hatırlatıyor.

Kimse inkâr edemez.

* * *

Evet, 24 Kasım Öğretmenler Günü Türkiye’de kutlandı.

Hem de şaşaalı, çok mazbut bir biçimde.

Cumhurbaşkanımız da çok güzel konuşmalar yaptı.

Ama Cumhurbaşkanının konuşmaları gerçekten seçkin, doyurucu, milli ve İslami manalarla dopdolu idi…

Ama Başbakan Sayın Binali Yıldırım Bey’in konuşmaları biraz tezat içeriyordu.

Zira Sayın Başbakan bir Öğretmen hanımefendinin karşısında durmuş, sohbet ediyordu ve diyordu ki; “Öğrencilerimize mutlaka vatan, millet, bayrak sevgisini aşılamayı ihmal etmeyin.

En büyük belamız terördür, bununla mücadelenin ilacı da; birliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün, küçük yaşta gençlerimizin zihnine ilmek ilmek işlenmesidir.”

***

Evet, sevgili dostlar.

Sevgili Başbakanımızdan Allah razı olsun.

Ancak dostça da eleştirmek istiyoruz.

Yani körpe zihinlere “ilmek ilmek” demek yerine;

 “Sevgili hocalar, öğretmenler, okullarda sınıflarda topluca önce Allah sevgisini, Allah’a bağlılığını, İslam yoluna nasıl girebileceğini, gencecik çocuklarımıza öğretelim, ahlak derslerini mazbut tutalım” deseydi daha güzel olmaz mıydı?

Zaten bunu öğrenen genç, milliliği de kazanır, beynini de doldurur, vatanını da sever, bayrağını da…

Ama bunsuz, ne bayrak bayrak olur, ne vatan toprağı toprak olur, ne de millet oluşur.

Ancak terör ve uyuşturucuyla tanışılır ki hal-i âlem meydanda.

Zira o sevgi olmayınca, liberal demokrasi dilini kullanmak hiç kimseye fayda vermez.

Fayda vermiş olsaydı, Demirel 7 defa gitti, 6 defa geldi, ona fayda verirdi.

Ne yazık ki Demirel’in kullandığı o dil, bir şeye yaramadı.

Zira aldatmacadan ibaretti ve Demirel’i de bir yerlere götüremedi.

Keza diğer liberal demokrat geçinen Doğru Yol olsun, Saadet Partisi olsun, ANAP olsun, MHP olsun, hangi parti olursa olsun, bir türlü hedeflerine ulaşamadılar ve yoz kaldılar.

Yoksa İslam’ın ana kurallarından en önemlisi de bunları gerçekleştirmektir.

Ve devletin ahdû peymanları iman ile “velâ ve berâ” yani herşeyin hâkimiyeti ve güçlülüğünü de kimseye kaptırmamıştır.

Zira sahih ve gerçek imanın iman olabilmesi için, o devletin varlığında “velâ ve berâ” olmalıdır.

Yani devletin bağımsızlığı ile milli birlik ruhunu sağlamak.

Aksi takdirde hiçbir şey yerinde olmayacak, liberal dil kullanan Başbakanımıza da bir şeyler kazandıramaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.