İSLAM DÜNYASININ HIZLA SEKÜLERLEŞTİRİLMESİ..!! (III)

Evet sevgili okurlar!

Hızla sekülerleşmiş, yani laikçilikle, batıl anlayışın güdümden kendini kurtaramayan İslam dünyası, buhranlı bir atmosferin içerisinde debelenip duruyor...

Ki özellikle Türkiye’miz...

Hep derim, “batıl anlayışın” fikrinden ve “seküler” yaşamı dikte eden kültürden, kendini arındırmadığı müddetçe, hiçbir zaman doğru bir rotada, ilerleyemez..

Çünkü, kendine yön çizemez, ne istikametini ve ne de istiklalini sağlayamaz.

Dün de sizinle mevzu ettiğimiz konu, İslam dünyasının “bile bile” kendini, tabiri caizse “cehennem” çukuruna atmaktadır...

Bir bölünmüşlük, bir parçalanmışlık bir anlaşmazlık almış başını gidiyor...

Her kafadan çıkan değişik sesler, habire “mevcut” ateşi körüklemektedir...

Ve mutlak bir cahiliye zihniyle mevcut yer küresinde, “yaşamayı” tercih etmektedir...

***

 

"Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;

Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez."

***

İstiklal Marşı’mızın banisi, müellifi merhum Mehmet Akif’in söylediği gibi biz de aynısını zaten hep tekrarlaya tekrarlaya kaleme alıyoruz...

Kur’an’dan, Hadisten ve büyük İslam alimlerinden, allamelerinden örnekler getirerek, yaşanan ve yaşatılan hadiselerimizi, sizinle irdeliyoruz...

Hani diyorlar ya “Bir gülle bahar olmaz...” İşte bu vecizeli sözle yola çıkarsak İslam ümmetinin hali pür melali ortada yerde; çığlık atmaktadır..

***

“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diyorlar ya.. Evet, bireylerle davalar yürütülemez.

Misyonlar, aksiyona çevrilemez. İdeolojiler hedefine ulaşamaz.

Ancak, “ittifakla” mümkündür... Nitekim ittifak, yüce İslam dininin temel dayanağıdır ve sarsılmaz betonarmesidir.

***

Bakınız sevgili dostlar!

Bugün yerküremizi sarsan olayların yüzde doksanı geri kalmış, müstemleke haline getirilmiş, zayıf ülkelerde cereyan etmektedir...

Kavga var, terör var, kan var, gözyaşı var…

Batı ülkelerinin kaçta kaçında “sokak eylemlerine” rastlıyorsunuz...

Çok nadirdir?

Şuan için, Fransa’da “sarı yelekliler” diye tabir edilen bir grubun başlattığı eylemler var..

İngiltere’de çok nadir, Belçika ha keza…

Başka da yok...

Yeryüzündeki emperyalist güçlü devletlerin bünyesinde kargaşa yok, kavga yok, tümüyle devletin çizmiş olduğu ana ilkeler doğrultusunda, yönetim mekanizması işliyor...

Milletle devlet birbirine inanarak, güvenerek hareket ediyor.

Batıl bir davaya sahip oldukları halde; “ittifak” içerisindedirler..

Der demez; insan, inanan insanlar olarak, “iç çekiyorsun?”..

Ve diyorsun ki, İslam dünyası keşke bu tür manzaralarla karşılaşmasaydı, gündeme gelmeseydi..

Eğer ki karşılaşıyorlarsa da, keşke Yüce İslam dininin ismini kendilerine takmasaydılar..

İslam libasını giymeseydiler...

Gavur isen gavur ol, tıpkı gavur dünyası gibi; hareket et!…

Münafık isen münafık ol, zaten yerin belli..

Ama münafıklık yapıyorsan, İslam adını kullanarak o yola çıkmaman gerekir.

Hem o işi yapan kişi hedefine ulaşamadığı gibi, hele ki başka yerlere taşeronluk yapıyorsa da hiçbir zaman; kendini kölelikten, zafiyetinden kurtaramaz...

Emperyalist ülkelerin hegemonyası altında inim inim inlemeye mahkum olurlar....

Tıpkı melunlar gibi...

***

Bakınız!

Deneyimli kalem sahibi Abdurrahman Dilipak, dünkü köşe yazısında çok güzel tespitlerde bulunuyor...

Şöyle diyor Dilipak:

“Birileri, “kontrollü bunalım stratejisi” diye bir şey icat etti. Stratejistler, oyun kuruyorlar. Toplum mühendisleri, yön eylem mühendisleri, istihbarat örgütleri tuzaklar kuruyorlar. Kendi çıkarları uğruna yeryüzünde fesat çıkarıyorlar. Bütün bunları “ıslah” için yaptıklarını söylüyorlar. İşte onlar bozguncuların tâ kendileridir. Onlar “tuzak kuranlar”dır. Mekerallahu!”

Sayın Dilipak’ın bu tespitlerine katılmamak mümkün değil.

Çok doğru ve üzerinde düşünülmesi gerekir, tespitler!...

Zaten bizim görüşlerimiz de, ifade ettiklerimizde, her daim mülahaza ettiğimizde, bu yöndedir...

Ne var ki bu da bir gerçektir ki; İslam düşmanları adına çalışan, taşeronluk yapan, mekir, hile, tuzak kuran, inanan bir milletin, bir toplumun bireylerine veyahut toplumun tümüne komplo teorileri kuranlar, başta söylediğim gibi hiçbir zaman muratlarına ermemişlerdir...

Ve kendilerini illa ki düşmanın attığı şamardan da kurtaramamışlardır.

***

Sonuç itibariyle, İslam dünyası kendi ana ilkeleri doğrultusunda, yol almalıdır...

Ne batılın anlayışına, kültürüne, ne de emperyalizmin “boyundurluğuna”, meyil vermemelidir..

Özüyle, Yüce Kur’an-ı Kerimin ve Peygamber Efendimizin çizdiği yolun “ruhuyla” kendini var etmelidir..

Ve bu yol, İslam dünyasının, devletlerinin “ömrünü” uzatır, bereketlendirir...

Nitekim Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde, şöyle buyurmuşlardır...

“Benim ümmetin istikametini bozmazsa bin yıl yaşar, istikametini bozarsa mesafe yarı yarıya iner...”

İşte bu hadisi teyit eden bugünkü İslam dünyasının içinde bulunduğu manzara zaten kendini ele veriyor...

Dünyayı yöneten gizli eller maddeten o kadar ilerlemişler ki küresel ekonomi onların elinde…

Müslümanların elde etmek istediği ekonomi ise ya faize dayandırılıyor, ya tefeciliğe veya çalmaya, çırpmaya dayandırıyor...

Ne terazisinde, ne ölçeklerinde, ne de iç ve gücünde; “helal” bir rısk benimsemesi yok...

Tamamen İslam dışı bir fikriyatın ticareti söz konusudur...

Hal böyle olunca da, ümmet hiçbir zaman ümmet olamıyor..

Ki Resulullah Efendimiz (S.A.V.)’den de şefaat dileyemiyor ki alamaz da!...

***

İnanın sevgili okurlar!

Ben bunları sadece iddiadan ibaret olsun diye söylemiyorum.

İster Tarıma gidin, ister hayvancılığa gidin, isterseniz hayvancılığın süt ürününü almaya gidin; “mutlaka” bir hileyle, aldatmayla yüz yüze gelirsiniz..

Çünkü, satın alınan sütte bile “su” var...

Yağında dahi katkı maddesi var.

Balda şeker var…

Sebzede, meyvede kimyasal var...

Hatta kilo ağır gelsin diye, gramajlarla oynanıyor...

Ama garb dünyası hiçte böyle değil...

Garb dünyası kendi ticaretini bozmamak için, daha net bir şekilde para kazanmak için, müşteri elde edebilmek için, şirketlerinin reklamını yapmak için hiçbir zaman malına hile katmaz...

Hileyle malını satmak istemez...

Zira hileyle satılan bir mal bir daha müşteri çekmez ve o işyeri iflas etmeye, kepenk indirmeye mahkum olur..

Devlet işçinin alın terinden faydalanmak üzere göstermelik bir prim yasası çıkarıyor, ama çıkardığı çeşitli vergi yasalarıyla, onu geri alıyor...

Devletin yasaları nerdeyse hukuk ve adaleti olmaktan daha fazla ceberuti ve zorbalık içermektedir...

Antidemokratik hukukdışı kanunlarla işler yürütülür hale gelindi?

Oysa ki devlet daima hukuk devleti olmalıdır.

Evet!

Sohbetimizin başında İslam devletlerinin, özellikle güçsüz kalan ülkelerin yönetim şekli her gün kavgayla, kargaşayla, terörle kan dökmeyle gününü bitiriyor demiştik.

Elbette ki bu öyledir.

Bakınız bir aydan beri Libya bütün dünyanın dikkatini üzerine çekmiştir.

Masum Müslüman Libya halkı, inanmış bir halk olmakla beraber, topraklarının altında çok büyük bir servet yatmaktadır.

Yer altı zengin kaynaklara sahip bir ülke ve aynı zamanda coğrafik olarak da küçük ama stratejik bir ülke..

Ne var ki Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altından çıktıktan sonra İtalya, Fransa ve hatta İngilizler gibi zorba devletlerin hegemonyası altına girdi...

Nerdeyse 10 yılda bir veyahut 20 yılda bir illa ki darbeler yapılıyor.

Bakınız bir aydan beri satılmış, sosyalist, Bolşevik biri olan Halife Hafter güçleri tarafından ülke, nerdeyse kan gölüne çevrildi...

İç çatışma var..

Başta Türkiye dahil olmak üzere yüce rabbim ebediyen ondan razı olsun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın girişimiyle büyük devletler dahi devreye girmiş, ateşkes sağlamaya çalışmış olmasına rağmen Hafter yanaşmıyor..

Onu yöneten Siyonizm’in mason taşeronları, özellikle Arap Birliği ülkelerinden gelen kışkırtmalarla illa ki terör yaratıyor..

Hafter’i ileri sürerek, tıpkı Mısır’ın Sisi gibi iktidara getirip, Libya’yı kendi tahakkümleri altına almak istiyorlar..

Siyonist İsrail’in “birer kuklası” gibiler...

Bakalım neler olacak…

Benim en çok dikkatimi çeken ve taktir edilen nokta iktidar partisi olan AK Parti hükümeti, başta Cumhurbaşkanımız sayın Erdoğan’ın Libya’yı sahiplenmesidir...

Ne diyor Cumhurbaşkanı Erdoğon..

“Libya Osmanlı’nın bir mirasıdır, bir parçasıdır, o topraklardan kalan bir kalıntıdır ve “Memalik-i islamiye” denilen İslam coğrafyası içerisinde Osmanlının bir simgesidir...”

İşte bu hakikatte karşı muhalefet, özellikle Cumhuriyet Halk Parti’nin lideri durumunda olan Kılıçdaroğlu’nun ortaya koyduğu tavır, akla ziyan bir hal içermektedir...

Çünkü,  Hafter’i hayıflıyor, savunuyor ve yanında yer alıyor.

Keza HDP’nin başı olan Sezai Temelli de aynı şekilde, hareket ediyor…

İnsan bunları görünce gerçekten ağır laf söylemekten kendini alıkoyamıyor.

Ama neyse içimizde kalsın... Hakaret olmasın diye o isnatlara onlara yapmıyorum!..

Kelimenin en hafif tabiriyle diyebiliriz ki; “sizler emperyalist ülkelere birer taşeronu olarak mı görev yapıyorsunuz...?”

En derin sevgi ve saygılarımla…