“KURTULUŞ SAVAŞIMIZ” BİR GERÇEK İSE DE “İNANCIMIZ” HALA İŞGAL ALTINDA!

Evet sevgili okurlar..!

Bilindiği gibi geçtiğimiz bu hafta “Zafer Haftası” olarak anıldı.

Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın da önemle üzerinde durduğu Malazgirt Zaferi’nin 948’nci yıldönümü kutlandı..

Ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Malazgirt’e teşrif etti..

Kutlamalara, 100 bin kişi iştirak etti...

Büyük bir coşku ve sevgi seli hakimdi..

30 Ağustos Zafer Bayramı..

Müstevli işgalci haçlılar göz diktiği “kutsal topraklarımızı” elimizden almak üzere harekete geçtiler.

Dolayısıyla 1919’dan 1924’lere kadar ordularımız büyük mücadele verdiler..

Özellikle Sakarya Dumlupınar’a kadar gelen işgalci Yunanlılar, İngilizler ve Ruslarla birlikte hareket ediyorlardı...

Birbirine göz kırpıyorlardı..

Bu haçlı kuşatmasına karşı “Büyük Taarruz’u” başlatan Mustafa Kemal Paşa, Anadolu insanlarını cihada davet etti.

Ve böylece tarihi Büyük Taarruz başladı.

O küfür dünyasının müstevli ordularını kırdırdı, denize döktü.

Haçlılar ve işbirlikçilerini, ülkemizden kovdu.

İşte, “O büyük mücahid kahramanların” ruhlarına bugün rahmet okuyoruz..

Fatihalarımızı eksiltmiyoruz.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde yapılan bu Büyük Taarruz, dünyaya bir ders-i ibret oldu.

Milli mücadelemizin başlangıcından sonuna kadar vatanımızın her karış toprağı şehitlerin kanlarıyla sulanmış olması tarih boyu unutulmaz bir gerçektir...

Allah Allah nidalarıyla bu zafer gerçekleşti ise de küfür dünyasının ordularını denize döktüren bu mücahit kahramanlar elbette ki Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın komutası altında, zaferi elde ettiler..

Tarih bunu inkar edemez.

Ancak ne var ki, bilmediğimiz bazı önemli olaylar “sırlar alemi” misali gerçekleşmeye başladı..

Ülke çapında 1924’ten sonra, akla ziyan olaylar silsilesi, yaşandı..

Çünkü, O milli mücadele savaşını veren “kahramanlar” uyduruk suçlamalarla suçlandılar…

Peş peşe, İstiklal Mahkemeleri kuruldu.

Ulema ve mücahitlerden 150 kişi sakıncalı görüldü..

Bazıları zindanlara atıldı..
Bazıları idam edildi..

Bazıları da yurtdışına sürgüne gönderildi.

Milli mücadelemizin simgesi olan Kurtuluş Savaşımızın sonucu itibariyle kazanılan zafere rağmen, ülke çapında düşman kovulup gittiyse de ülkemize bıraktıkları kültüründen, hiçbir şey eksik olmadı..

Bilakis daha azgın bir şekilde, sahiplendik..

Kendi kültürümüzü, yok saydık.. Onların bıraktığı küfür kültürüne, sarıldık..

Hepsini elde ettik…

Ne kadar ahlak dışı, insanlık dışı, inkarcı sistemleri varsa biz kendi ülkemize ithal ettik.

Edebiyatını, maarifini, milli eğitim sistemlerinden tutun da, harf değişimine kadar…

Kadının soyunup vücudunu teşhir etmesinin yasallaşmasına kadar…

İnancımız gereği olan, dinimizin temel esaslarını yok edilinceye kadar hepsinden taviz vermeden kendimize mal ettik..

Milletçe yaşadık ve yaşıyoruz.

Sormazlar mı acaba?

Neydi bu mücadele, ne içindi, müstevli işgalci batı emperyalist haçlılara karşı verilen cihad sonucu bu mudur?

Sakarya Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın gerçekleştirdiği Büyük Taarruz’la kovulan düşmanın bize bıraktığı kültür, bizi bugüne kadar nereye getirmiştir?.

Tüm bu sorular zincirine gizli kapaklı cevaplar bekleniyor.

Ama kimse cesaret edip de bunları dile getirmek istemiyor.

Yazarlarımız, çizerlerimiz hepsi “ketum” bu konuda?…

Ancak Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olma hasebiyle 1948’deki Avrupa’nın yasallaştırdığı “İnsan temel hak ve özgürlüğü” paralelinde, düşünce özgürlüğü, yazma özgürlüğü, konuşma özgürlüğü ışığında bazı gerçekleri kıyısından kenarından geçerek yazıyoruz.

İnşallah bir gün gelir o milli mücadele, o büyük taarruz, o 30 Ağustos Zaferi’nin gerçek manasını temelinden ele alacağız..  Hakikatleri tüm çıplaklığıyla, kamuoyuyla paylaşacağız, Allah nasip ederse.

Ben sizi burada Akit Gazetesi’nin yazarlarından deneyimli kalem sahibi Abdurrahman Dilipak’ın dünkü yazısından bazı paragrafları alarak, baş başa bırakmak istiyorum..

 Bakınız Sayın Dilipak “30 Ağustos” başlıklı yazısında şöyle diyor:

“30 Ağustos, Zafer Bayramı mı yoksa yeni komuta kademesinin belirlendiği gün mü?

Tabii ikisi de! Ama zihinlerde öncelik hangisinde!.

Çanakkale, Mondros Mütarekesi, Sevr, Lozan, İnönü savaşları, Sakarya Meydan Muharebesi, Çerkez Ethem, Topal Osman, Taksim Anıtı hangisinden başlayalım. Taksim Anıtındaki Rus generalinin orada işi ne? İstanbul’u kimler işgal etmişti, sonra kimlerle kardeş olduk ya da Kurtuluş Savaşında bize para ve silah veren ülke hangisi idi!.

Almanlarla birlik olup Ruslara saldırdık. Ruslar İngilizler ve Fransızlarla birlik olup bize saldırdı. Sonra İngilizler Yunanı destekledi Anadolu’yu işgal ettirdi. Anadolu’daki ilk cumhuriyet olan Kars İslam Cumhuriyetini yıktı. Sonra Türkiye Cumhuriyetine doğru giden yolda, Sakarya Meydan Muharebesinde Ruslar İngilizlerle birlikte Yunan ordusunun ilerlemesini durdurmak için bize yardım etti. Bize anlatılan Kurtuluş Savaşı bu kadar karışık-karmaşık değil. Mefahirlerde hikayeler çok basit ve nettir. Kahramanlar ve hainlerden ibaret bir dünyada kafa karıştıran detaylara yer yoktur.

Ha, sahi ilk kurşun Yunan işgaline karşı İzmir’de sıkılmadı. Hatay Dörtyol’da Fransız işgaline karşı yapıldı. Sonra mı, Yunanla kardeş, İngiliz ve Fransız’la “dost” olduk, Taksim Anıtını da bize İtalyan dostlarımız yaptı! Zafer anıtımızı onlar dikti anlayacağınız.

İstanbul’da Misak-ı Milli’yi kabul eden “Meclis-i Mebusan” binası nerede! Ya da “Bab-ı Ali” deyince aklınızda olan ne? “Halife nerede otururdu” desem ya da “Bizans İmparatoru nerede otururdu”. Patrikhanenin nerede olduğunu bazılarınız bilir de, Kadıköy Metropolitliğini sorsam! Heybeliada’yı bilen Kaledion Metropolitliğinden daha fazladır. Mesela kaç Kemalist, Mustafa Kemal’in Papa Eftim’e kurdurttuğu “Türk Ortodoks Kilisesi”nin yerini bilir.

Bilmeyiz, bilmediğimizi de bilmeyiz. Öğrenmek için de bir çaba göstermeyiz.

Müzikteki matematiksel gizemi ilk keşfeden kişi olarak Pisagor (Pythagoras, M.Ö. 530-450) gösterilir. Hani derler ya Mevlana semayı demirci dükkanının önünden geçerken demir dövenlerin ritminden esinlenerek bulmuş. Pisagor’un müziğin içindeki matematiği bir demirci dükkanının önünden geçerken keşfettiği rivayet ediliyor.

Çok daha önce yaşayan Hz. Davud’un Zebur’u, davudi sesiyle ve güzel bir makamla okuduğunu biliyoruz.

Seslere ad vermeyi ilk düşünen kişinin Romalı filozof Boethius (M.S. 480-524) olduğu da söylenir. Tabii bütün bunlar batılıların uydurması. Yoksa Asya ve Afrika'da, Mezopotamya’da çalınan birçok müzik aleti var, vurmalı, üflemeli.. Latin Amerika’da da. Mesela MÖ 5-8 YY’a ait Orta Asya menşeli ve Türklere ait müzik notalarından söz edilir. Her şey batı literatürüne bağlı olunca, tabii biz kendi musikimizden bile haberdar olamıyoruz. O zaman da “Milli Egemenlik” ve “Zafer” sadece bayram olarak kalıyor. Topraklarımız işgalden kurtulsa da beynimizi, midemizi işgalden kurtaramıyoruz.”

En derin sevgi ve saygılarımla..

Hayırlı Cumalar..