LAİKLİK, CUMHURİYET VE TÜRKİYE’NİN GERÇEK YÜZÜ..?! (II)

Evet sevgili okurlar..!

Yazımıza başlık olarak kullandığımız; “Laiklik, Cumhuriyet ve Türkiye’nin Gerçek Yüzü” ifadesi önemine binaen dikkat çekici ve anlamlı bir ifade...

Bu gün de, aynı minval üzerine mevzuyu daha bir detaylandırıp, genişleterek yüz yıldan beri Türkiye’mizde olup bitenleri tüm gerçeğiyle köşemize taşımak istiyorum…

Tabi ki, Laikçiliğin, Kemalizm’in, Cumhursuz bir Cumhuriyetin gerçek anlamını ve ne maksatla oluşturulduğuna dair ana çizgilerini, siz değerli okurlarımıza, kalemimizin yazdığı, dilimizin döndüğü kadarıyla aktarmak istiyoruz...

Ki, kaynağından, tarihi vurgu ve tespitlerden yola çıkarak, sizleri ülke gerçekleri karşısında, aydınlatabilirsek ne mutlu bize!...

Hedefimiz insanlarımıza bildiğimizi iletmek, paylaşmak ve bilgilendirebilmektir...

Zaten basının ister görsel olsun, ister yazılı olsun temel amacı da budur…

İlgili Basın yasasının hem gereği, hem görevi de budur.

***

Hiç kuşkusuz ki, Cumhuriyetin 96’ncı yıldönümünü kutlarken tüm bunları bir kez daha hatırladık, okuduk, dinledik, öğrendik ve tabi ki kaleme aldık.

Zira bundan daha fazla olup bitenler hukukdışı, adalet dışı, antidemokratik ceberuti jakobenliğe dayalı nice nice dayatmalar, zaten kendini deşifre ediyor.

Tabiri caizse, herşey tüm çıplaklığıyla orta yerde, bariz bir şekilde kendini ele veriyor...

Şu geçen 96 yıllık zaman dilimi içerisinde, altı oklu Cumhuriyet Halk Parti patentli tüm kavramlar, zorbaca millete yutturulmuştur.

***

Bu millet, dün olduğu gibi, bugün de devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla iç içe olup, milli gelenek göreneklerini, bin yıllık kültürünü, tarihini “bir bütünlük” içerisinde yaşamak istiyor...

Zorbaca batıdan ithal edilmiş batıl ve yanlış ideolojik dayatmalara “artık” yeter diyor ve hiçbirine de inanmıyor.

Halk deyimiyle, “kep düştü, kel göründü” misali; millet yavaş yavaş aklını başına alıyor; gerçeklerin farkına varıyor.. Ki, demokratik meşru zeminde de hakkını aramaya çalışıyor.

***

Çünkü yıllar yılıdır, vay bu cumhuriyetmiş, vay bu laiklikmiş vay bu Kemalist bir anlayışmış gibi kavramlar; birer tabu olarak, milletin karşısına diktirildi...

Ve bunlar, anayasaya yerleştirilerek 96 yıldan beri bu milletle devleti birbirine düşürüp kavga ettirildi...

Terör odakları oluşturuldu..

Nitekim hal-i alem orta yerde; avazı çıktığı kadar bağırıyor...

Terörle mücadele deniliyor, “yetersiz” kalınıyor..

Toplumsal çürümüşlük ve ruhi bunalım deniliyor, sadra şifa verici bir çözüm bulunmuyor..

Bilakis her gün oldukça büyüyor, büyüdükçe büyüyerek, palazlanıyor.

Peki, neden bu zafiyet ve yetersiz kalma hali?

Zira “Görünen Köy Kılavuz İstemez” misali hakikat orta yerde..

İşte bu gerçekle yola çıkarsak; “kangrenleşen” yıpranmış ülke ve millet hali, daha bir anlaşılır?

Bakınız...

Başta Fransa olmak üzere batı dünyası dahi, yani haçlı anlayış dahi laikliği tozlu raflara attığı halde, demokrasi dedikleri tümüyle ırkçılığa dayalı bir kavram olmakla beraber yine de biz rejim olarak sistem olarak bir türlü aklımızı başımıza alamıyoruz veya almak istemiyoruz.

İlla ki Cumhuriyet Halk Parti’nin altı oklu amblemini taşıyan, patentli kavramlarını, kullanmaktan millete rağmen vazgeçmiyoruz.

70 – 80 yıldan beridir bu Millet Cumhuriyet Halk Partisini tek başına iktidara yanaştırmamıştır.. Öyle görünüyor ki, bundan sonra da yanaştırmaya niyeti yoktur..

Ama ne hikmetse, gelen giden iktidarlar bir dönem sonrasında; millete rağmen, CHP’nin zihniyetini “iktidarda” yaşatır hale geliyor..

Bakınız, AK Parti’nin kuruluşunda ilk olarak ele aldıkları tüzük kitapçığındaki maddeler ve ifadeler bugün her nedense uygulanmıyor veyahut gevşek uygulanıyor.

Nereden ve kimden çekiniyorlar onu bilemiyoruz?.. Ama gerçek söyleyelim, halkın beklentisi “hali hazırdaki” yönetim anlayışı değil, ki bu yöndeki siyasette hiç değil…

***

Şöyle ki...

Türk Silahlı kuvvetlerinin mensupları erinden tutun da, generaline kadar…

Özellikle Jandarma, Güneydoğu Anadolu’da gecesini gündüzüne katarak canhiraşane çalışıyor.. Her gün pür dikkat izlediğimiz çalışmaları, bize göre en üstün bir seviyede yürümektedir.

Hele hele Diyarbakır bölgesine bağlı Jandarma biriminin başındaki Generallerin fedakârane gecesini gündüzüne katarak dağ, dere, tepe, orman demeden kahramanca çalışmaları inkar edilmez gerçekler içerisindedir.

Ama tüm bunlara rağmen özellikle Diyarbakır’ımızda devletin bazı sivil kurum ve kuruluşları tam tersine halkı hükümetten, devletten, AK Parti’den uzaklaştırma oyunları akla ziyan bir şekilde, sahnelenmektedir...

Örneğin yasadışı keyfiliğe dayalı bazı önemli yerlerde cezaların yazılması ve elektriğin acımasızca yüksek seviyede zam alması, DEDAŞ’ın süratli dönen elektrik sayaçlarını değiştirmesi vatandaştan fazla para alması oldukça düşündürücüdür.

Parti yandaşları olarak görülen teşkilatların bünyesinde ve kontrolünde olan bazı önemli sivil kurum ve kuruluşların çarpık çalışmaları partiye olan halkın inandırıcılığını yitirmektedir.

***

Bugün için, şahsi olarak kaleme almak istediğim mevzuların özeti bundan ibarettir...

Ama başlığımızın mana anlamını taşıyan bir yorum da Yeni Şafak Gazetesi’nin deneyimli kalemlerinden sayın Yusuf Kaplan hocanın kaleme aldığı yazıdan gelmektedir...

Kaplan’ın yazısını noktasına virgülüne dokunmadan sizi yazıyla, baş başa bırakıyorum.

“İşte laiklik, işte Cumhuriyet, İşte Demokrasi, İşte Kemalizm”

“Bir asırlık “maskeli balo”dan, Cumhuriyet’i “sopa” olarak kullanma sapmasına...

Şerif Mardin, neredeyse yarım asır önce, “iki Türkiye”den sözetmişti. Birinci Türkiye, belli başlı kentlerde, Ankara, İzmir gibi “Cumhuriyet kentleri”nde yaşayan “kentli / laik Türkiye. İkinci Türkiye, kırda yaşayan “dindar / muhafazakâr / köylü Türkiye”.

Şerif Mardin, bir sosyal teorisyen olarak, bu iki Türkiye’nin zihin kodlarını, anlam haritalarını ayrıntılı olarak deşifre etmiş ve iki Türkiye’nin toplumun sinir uçlarını temsil ettiğini söylemişti.

***

İCAT EDİLMİŞ BİR MÜHENDİSLİK PROJESİ: LAİKLİK PRANGASI

Bir laik Türkiye, bir de dindar Türkiye var artık. Dindar Türkiye, dini iyi temsil edemediği için, dini darlaştırdığı için kan kaybediyor...

Önceden Cumhuriyet’ten önce laik bir toplum yoktu bu ülkede. Laiklik, bu ülkede hem “kurucu” hem de “bölücü” roller oynayabildi.

Türk laikçiliği, katı dindışı bir devlet, bürokrasi ve zamanla toplum icat etme projesi olarak tepeden Jakoben yöntemlerle monte edildi. Laik bir devletin kurulmasında, Jakoben mühendislik projesi olarak kurucu rol oynadı.

Benedict Anderson’ın “hayalî cemaatler” teorisinin en somut örneklerinden biri Türk laikliğidir: İcat edilmiş, sonra da topluma dayatılmış yapay, sığ, baskıcı bir mühendislik projesi. Bütün askerî darbelerin ve devrimlerin, kendisi adına ve kendisi için yapıldığı bir sosyal mühendislik çabası bu.

***

KEMALİST ANTROPOLOJİ,LAİKLİK VE ASKERÎ DARBELER

Türk laikçiliği, katıdır, kaskatı hem de. Kemalist Laiklik, varlığını askerî darbelere borçludur. Bütün darbelerle balans ayarı yapılmış, toplum hizaya getirilmeye çalışılmıştır!

Evet tam böyle olmuştur: Toplum, adam edilmeye, laik kalıba göre şekil verilmeye çalışılan bir nesne, “ehlileştirmesi gereken barbar bir entite” olarak görülmüştür. “Bidon kafalı”, “göbeğini kaşıyan adam” metaforlarıyla bu ötekileştirme, barbarlaştırma girişimleri günümüzde de sürüyor aynen...

Kemalist antropoloji, bu anlamda Stalinist modernleştirmeciliğe çok yakındır. Bu toplumun bin küsur yıllık, doğru, iyi ve güzel fikrini, insan ve toplum tasavvurunu, dolayısıyla medeniyet iddialarını ve ruhköklerini önce yoksayan, sonra inkâr eden ve zamanla yok etmeye kalkışan patolojik bir antropolojidir.

***

MUHAFAZAKÂR KEMALİZM’İN MEŞRULAŞTIRICI ROLÜ

Kemalizm varlığını, meşrûlaşmasını katı laikçi, tepeden inmeci mühendislik projesine değil, zihin, davranış ve anlam setlerini sekülerleştirici, toplumun kendi kendini seküler sisteme entegre etmesini kolaylaştırıcı Muhafazakâr Kemalizm’e borçludur Menderes’ten itibaren.

Burada ikili bir süreç devrede: Bir yandan Muhafazakâr Kemalizm, Kemalizmi -istemeden de olsa- kökleştirme / meşrulaştırma çabası sergilerken, öte yandan Devletçi Kemalizm, muhafazakârları ötekileştirerek kendini Muhafazakâr Kemalizm üzerinden inşa ediyor.

Bu ülkede bir ideoloji olarak Kemalizm yok aslında. Bir kullanım aracı, bir Demokles’in kılıcı, bir sopa olarak Kemalizm var: Kemalizm, birilerinin hem ülkenin altını oymaları hem ülkenin içini boşaltmaları hem de ülkedeki sosyal gerilimin tırmanma eğilimi kazandırılması süreçlerinde tepe tepe kullanılıyor.Gerçek Kemalistler bu duruma isyan etmeliler!

Kemalizm aparatı, efsaneler, kültler, çağdaş hurafeler üzerinden kullanılıyor. Ekonomik sömürü aracı olarak kullanılması bu şekilde oluyor Kemalizm’in.

Bir de hem genelde siyasî baskı aracı hem de ideolojik gerilim hattı olarak kullanılması sözkonusu Kemalist ideolojinin.

Kemalizm, devşirme çetelerin ve bu devşirme çeteler üzerinden küresel kapitalist sistemin ülkeyi kontrollerinde tutma aracı olarak işlev görüyor: En büyük ya da katı Kemalistler, çıkarperest tipler, kapitalistlerdir, o yüzden.

***

BİR ASIRLIK MASKELİ BALO, TEHLİKELİ YOLLARA SAPARKEN...

Türkiye’de bir “maskeli balo” sahneleniyor bir asırdır. “Balo”, heyecanlı olabilir ama topluma pahalıya patlıyor! Toplumda her fırsatta yapay sorunlar icat ederek, toplumu geriyor ve laiklik-dindarlık gerilimi gibi gerilimler icat ederek toplumun ruh sağlığını allak bullak ediyor.

Bu maskeli balo’nun gerçeğe dönüşme sinyalleri veriliyor bir kaç yıldır. Önceden yapay olarak icat edilenprovokatif eylemler şimdi açıkça yaşanan ürpertici sosyal gerçekliklere dönüşmeye başladı.

Bunun en son örneği, metroda, sarıklı-cüppeli bir vatandaşımızın şamar atarcasına toplu söylenen Onuncu Yıl Marşı, gözüne gözüne sokulan Mustafa Kemal posteri ve sürekli zoom’lanan kamera görüntüleri üzerinden maruz kaldığı taciz!

Cumhuriyet, cumhurun, yani halkın malıdır, toplumun bir kesiminin bir başka kesimini sopalama, aşağılama, medya üzerinden taciz etme silahı değil.

Çok tehlikeli bir süreç bu. Bütün kesimlerin, özellikle de CHP kadrolarının, mensuplarını sakinleştirmeleri temel sorumluluklarıdır.

Yoksa maskeli balo olarak başlayan, toplumu tam ortadan ikiye yaran bu netameli süreç, kontrol edilmesi zor, tehlikeli yollara kayabilir-Allah korusun...”