Görüş Bildir

LOZAN HEZİMETİ VE MİSAK-I MİLLİ! (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü köşemizde sizinle paylaşmak istediğimiz hususların kalanlarını bugüne bırakmıştık.

Özellikle sohbetimizin son bölümü; Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök ile ilgiliydi.

Bilindiği üzere Özkök, 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu tarafından tanık olarak çağrılarak dilenmişti?.

Çağrıldı da ne konuştu?

Adeta “şapla şekeri” birbirine karıştırdı.

Diğer bir deyimle “At izini it izine karıştırdı” diye de ifade etmiştik.

Gerçekten bu son yüzyıl içinde Türkiye’de olup bitenler, adeta ülkeyi büyük bir meçhule doğru götürmüştür.

Ne yazık ki olaylara da resmiyet görüntüsü vererek işi yürütmüşlerdir.

Ve her alanda olayları tersyüz ederek, daima madalyonun ters yüzünü göstermişler, makyajlamışlar, hem de kurtarıcılık ve kahramanlık damgasını üzerine basarak ülkeyi bu hale getirmişlerdir.

Bunun kanıtlayıcı delili de 1960’tan günümüze dek darbelerin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde oluşa gelmesidir…

Darbeci, vesayetçi, post modernci ve BÇG’ci, Ergenekoncu generaller de bu kutsal kurumun bünyesinde yer almasıdır..

Yapılanmalarıdır…

27 Mayıs’ı oluşturan İsmet İnönü ise İsmet İnönü’nün arkasında Selanik dönmelerinden meşhur Mois Kohen’in varlığı görülmüştür.

Yabancı tarih kitapları bunu yazıyorlar.

12 Mart muhtıraları, 12 Eylül darbesinin arkasında ABD, 28 Şubat en iğrenç, en rezil, ülkeyi alçaltan, milletimize bir kara leke olarak yapıştırılan bir olay olmuştur.

Ondan sonra 27 Nisan muhtırası…

Pek tabi ki arkasında yine Yahudi kökenli devşirme dönmesi Yaşar Büyükanıt olmuş ki, Genelkurmay Başkanıydı.

Ondan sonra Taksim Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık FETÖ terör örgütünün girişimi ve 15 Temmuz başarısız darbe girişimi.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Her zaman bu köşede söylediğimiz gibi, burası Türkiye.

Gerçekten “kimin elinin kimin cebinde olduğu” belli değil.

Bakınız; Ali Karahasanoğlu’nun Yeni Akit Gazetesi’ndeki 21 Ekim Cuma günkü köşe yazısına…

Yazıya başlık olarak kullandığı ifade; “Bu darbecilerin Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda ne işi var?...”

Bu ifadenin az öz bir ifade olmadığını dün de belirtmiştik.

Gerçekten insanı hayrete düşüren bu tür olaylar karşısında der demez, “Türkiye ne yapıyor, nereye gidiyor?” sorusuyla yüzleşiyorsunuz..

Ne yazık ki; bir türlü de cevap bulunamıyor.

Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı esnasında Türk Silahlı Kuvvetleri Risale-i Nur cemaatine karşı adeta savaş açmıştı.

Büyük hareketlilik içerisinde uygulamalar yapıyordu.

Bünyesini tümüyle inanan her kesime, ister Nurcu olsun, ister tarikatçı olsun, ister Süleymancı olsun…

Her şeye ama her şeye savaş bayrağı açmıştılar.

İnanan iş çevrelerini “Yeşil Sermaye” diyerek kökten ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Jandarmanın JİTEM bölümünde olup bitenler, gün gibi aşikârdır.

Albaylar, binbaşılar, yüzbaşılar…

Özellikle Jandarma İstihbarat bölümleri, nerdeyse gizliden gizliye PKK’yla işbirliği içindeydiler.

Bir zamanlar devlet PKK’yla başa çıkamayınca Hizbullah isimli İran yanlısı bir örgütü oluşturdular.

İran yanlısı Hizbullah örgütüyle PKK’yı birbirine çakıştırırken, kendileri de bu yörede bazı PKK’lı iş çevreleri ile diyalog içindeydiler.

Büyük çapta para, pul, kadın ve hediyelik viski şişeleri söz konusuydu.

21 Haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan gece saat 20.45’te Altındağ Dinlenme Tesislerine büyük ve acımasız bir saldırı düzenlendi..

Bu saldırıda 8 kişi öldü, 15 kişi de yaralandı.

Ve bunu PKK militanlarına mal ettiler, uydurdular, giydirdiler, makyajladılar.

Dediler ki bunu PKK yaptı.

Dört gün boyunca PKK bunu üstlenmedi, nihayetinde dört gün sonra Bakka Vadisi’nden açıklama geldi.

"Diyarbakır’ın Dicle ilçesindeki bir çete tarafından gerçekleştirilmiştir" diye…

Günler geçti, aylar sürdü…

Bir türlü olayın faili bulunamadı ve meçhul oldu.

Bir gün bölgede çalışan ABD’li bir Albay ve dönemin Jandarma Alay Komutanı Albay Mecit Korkut ile beraber, olayı denetlemek üzere büromuza geldiler.

Olayın video çekimini verdik, televizyonda izledi.

Gâvur dediğimiz ABD’li Albay, olaya karşı gözyaşlarına hâkim olamazken, aynı videoyu dönemin 7. Kolordu Komutanı Hilmi Özkök Paşa’ya götürdüm, şikâyette bulundum, izlemesini istedim.

Ama o izlemedi aldı, tozlu raflara attı.

Yine alışılmış slogan; “Bir şey olmaz, kanları yerde kalmaz” diyerek olayı böylece yatıştırdı.

O gidiş, bu gidiş.

Peki, gerçekten ondan sonra gelen 7. Kolordu Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt…

Diyarbakır Söz Gazetesi, bölgede terörün odak noktaları üzerine giderken, ikide bir bize uyarı gönderiyordu, “çok aşırı yazıyorsunuz” diyordu?

Nihayet 13 Temmuz 1997’de Botan çayı üzerindeki Siirt Askeri Tugay Komutanlığı’na kum taşırken, güpegündüz terör örgütü tarafından inşaat kamyonlarımız çayır çayır yakıldı.

Hem de üç tane PKK militanları tarafından.

Silahlı terör örgütü, araçları yaktıktan sonra elini kolunu sallayarak dağa tırmandılar.

*  *  *

İnanın, sevgili okurlar.

Olay, yakılan kamyonların yakıldığı yer ile karşıdaki karakol arasındaki mesafe 500 metre bile yoktu…

Hem de Jandarma karakolu.

Hâkim bir tepede kurulmuş bir karakol.

Diyarbakır’dan olay yerine gittik.

Karakolda bir Uzman Çavuş vardı, çiçekleri suluyordu, mıntıka temizliği yaptırıyordu.

Olayı anlattım, başını eğdi, adeta dili tutuldu, hiç konuşmadı.

Pisi pisine geri döndük, manzarayı çektik, ertesi gün Diyarbakır Söz Gazetesine manşet yaptık.

Yaşar Büyükanıt, o günden itibaren bize tehditleri savurdu.

Bunlar bizi saymıyorlar, PKK’nın propagandasını yapıyorlar dedi ve o günden itibaren DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar ile işbirliği yaparak, ne kadar antidemokratik, hukuk dışı mezalimler varsa, 1997 ile 2000 yılları arasında en iğrenç olayları başta biz olmak üzere birçok bölge insanına, ailelerine ellerinden geleni arkalarına koymadılar.

Zulüm, işkence, gözaltı, sahte fişlemeler, uyduruk raporlar ve dahası..

Sözde PKK tarafından yazılan, bizimle işbirliği içinde olduklarını içeren bir sahte belge tenzim ettiler, rapor düzenlediler ve Diyarbakır Söz ailesini gözaltına aldılar.

* * *

Yani fazla uzatmaya gerek yok.

Bunları yazarken, Türkiye’nin ve ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde o dönemlerde yaşana gelmiş olan iğrençlikler ve halkına karşı yapılan düşmanca muamelelerin bugün hepsi unutuldu, tozlu raflara kaldırıldı.

Devşirme, Yahudi dönmesi Yaşar Büyükanıt Genel Kurmay Başkanlığından emekli oldu, emekli olurken de Başbakanlık tarafından bir zırhlı araç hediye edildi.

Hilmi Özkök ise hala da “el bebek, gül bebek” baş tacı ediliyor, kritik toplantılara çağrılıyor.

Ve o alışa gelmiş huyundun yine de vazgeçmiyor, olayları tersyüz ediyor, “Şapla şekeri” birbirine karıştırıyor.

Eğer ki darbe falan olmuş olsaydı, Hilmi Özkök maşası Cumhurbaşkanlığı adaylığına hazırlanacaktı.

Ama Allah’a yüz binlerce şükür olsun ki AK Parti iktidarı, dönemin Başbakanı Erdoğan bunlara izin vermedi, emelleri kursaklarında kaldı.

Yine o dönemin Genelkurmay Başkanlarından Hüseyin Kıvrıkoğlu, ikide bir kıvırıyordu, olayları tersyüz ediyordu ve diyordu ki;

“28 Şubat bin yıl devam edecektir”

Aynen o dönemde Sincan’da Tanklar yürütüldü.

Fakat üzücü olan taraf da şudur ki;

Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, tüm olup biten kirlenmeler, iğrençlikler, kan dökmeler ve tüm olayları oluşturan DHKP-C örgütü her alanda aktif rol oynarken, mezhepçilikten tut Atatürkçülüğüne kadar, Atatürkçülükten tut Seküler laikçiliğe kadar, laikçilikten tut putçuluğa kadar…

Her şey ama her şey…

Tüm olaylar tersyüz ediliyor ve mevcut PKK’sından tut Hizbullah’a kadar, FETÖ terör örgütüne kadar, Ergenekon terörüne kadar, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve BÇG gibi tüm unsurları peyda eden, inşa eden, oluşturan DHKP-C’dir.

DHKP-C ise CHP’nin projesidir.

CHP ise Selanik dönmeleriyle 1918’de İstanbul’u istila eden İngilizlerin projesidir.

Hâsılıkelâm!

Dün Kemal Kılıçdaroğlu’nun da itiraf ettiği gibi, “CHP gerçekten bir projedir”.

Ama kimin projesi?

İngilizlerin, Selanik Yahudi dönmelerinin ve ırkçı, Turancı zihniyetin bir projesidir vesselam.

***

Sevgili okurlar.

Düşündüren olay şudur ki;

Bugün DHKP-C resmi dilde artık kullanılmıyor, tozlu raflara kaldırıldı.

Ergenekon zaten terör örgütü olmaktan çıkarıldı.

Yakamoz, Sarıkız, Ayışığı gibi bu girişimler de tümüyle özel bir yasa ile aklandırıldı.

Hem de Anayasa Mahkemesinden geçirerek aklandırıldı.

İşte gerçekten halk bu tür olaylara karşı derinden derine düşünmelidir.

Türkiye, nereden yürüyor, nereye gidiyor?

Çok büyük belirsizlikler içerisinde olmakla beraber, yine Allah’tan ümit kesilmez.

Çünkü devletin başındaki zat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.

İnancıyla, misyonuyla yaşayan bir devlet büyüğüdür.

Halkın yegâne ümidi yüce Allah’tır, ondan sonra da Sayın Erdoğan’dır.

Gerçi Başbakan Sayın Binali Yıldırım da Hilmi Özkök’ün bu karıştırıcılığından ötürü iyi fırça çekti…

Keşke bunlar akıllarını başlarına alsalar.

Keşke 1990’lı yıllardan 2000’li yıllara kadar, hatta 2005’li yıllara kadar…

Gelip giden ne kadar Genelkurmay Başkanları varsa..

Buradan sesleniyorum..

Yürekleri yetiyorsa, gelsinler istedikleri ekranda bir gece sabaha kadar tüm Türkiye kamuoyu başta olmak üzere dünya kamuoyu önünde “Açık oturum” yapalım.

Olup biten tüm olayları konuşalım tartışalım..

Tüm samimiyetimle söylüyorum.

Davet ediyorum…

Yürekleri varsa buyursunlar, kamuoyu önünde istedikleri ekranda tartışmaya hazırım.

En derin saygı ve sevgilerimle.

 


Bu Makale 2949 kere okunmuştur.